HASTALIK
HASTALIK
ÜÇ AŞK
Geçmişin izleri
Her erkek can yakar mı?
GİRİŞ
YIL 2018
NİSAN SERT
"Hadi ama hadi!"
Dur bir saniye demiştim. Neden dur durak bilmiyordu. Bende en az onun kadar heyecan doluydum. "Hadi ama Nisan, hadi! Biraz daha hızlı olsana burada meraktan çatlayacağım." En yakın arkadaşım başımda dırdır etmeye devam ederken elim ayağıma biraz daha birbirine dolaşmıştı. Aceleyle bilgisayar tuşlarına dokunurken bir kez daha güldüm. Bugün büyük gündü. Benim için dünyanın en güzel günlerinden biri olmalıydı. Bugün üniversite yerleştirme sonuçları açıklanmıştı. Yakın arkadaşım edebiyat bölümünü kazanırken benim de illa yerleşmem gerekmez miydi? Son tuşa bastığımda ekran açıldı ve gözümü birkaç saniye daha ekranda gezdirdim ve olmuştu. Olmuştu. Ben kazanmıştım. Bende kazanmıştım. Kazanmıştım.
"İstanbul... İstanbul Üniversitesi! Hemşirelik kazanmışım. Kazanmışım."
Sevinç çığlıkları atarak yerimden kalktığım gibi en yakın arkadaşımın boynuna sarıldım. Arkadaşıma fazla sıkı sarılmış olmalıyım ki isyan ederek "Tamam, sakin ol yoksa boğulacağım." Diye söylenmişti. Bende hiç duymamış gibi otuz iki diş sırıtarak konuşmaya devam ettim.
"İnanmıyorum ya kazandım üstelik de istediğim bölümü kazandım. Bundan büyük mutluluk olur mu? Benim hemen gidip bizimkilere müjdeli haberi vermem gerekiyor." Hem de hemen gitmeliydim. Hatta uçarak gitsem iyi olacaktı. Ayaklarım yerden kesilirken arkadaşım kolumdan tuttu. "Ailen şehir dışında okumana izin verecek mi?" Sorduğu soruyla birlikte yüzüm düştü. Ben bu denli mutluyken bu söylenir miydi? Tamam, belki babam başlarda sorun yaratacaktı ama mutlaka izin verecektir. Belki de benimle İstanbul'a gelirlerdi. Tabi ya ben onların tek kızıyım kesin benimle birlikte gelirler...
"Annem sevinçten havalara uçacak... Ben kaçtım hemen gidip bizimkilere haber vermem lazım." Mutlulukla arkadaşımın bir kez daha yanaklarından öptüğüm gibi kendimi dışarıya attım... Her zaman olduğu gibi olayların en güzel yerini yakalamaya çalışıyordum. Annem kesinlikle bu habere çok sevinecek kızıyla gurur duyacaktı.
Evet, ailem benimle gurur duyacaktı... Yolda yürürken bile deli gibi etrafıma gülücükler saçıyordum. Seri adımlarla yürümeye çalışırken bir an önce eve doğru gitmek istiyordum. Keşke evimizde bilgisayar olsaydı. İlk sevincimi ailemle paylaşırdım. Eğer yanlarında olsaydım annem ve babamın anlık gözlerindeki sevinci görürdüm. Neyse canım, hala geç değil. Yine aynı mutluluğu gözlerinden okuyabilirim. Hem belli mi olur bu haberden sonra çok mutlu olurlar ve bir daha kavga etmezlerdi. Evet, ya mutluluğumu göz ardı edemezler...
Eve giderken eski yapı olan iki katlı evlere baktım. Evler sevincim kadar rengârenkti. Yolun sonundaki en şirin evlerden biri olan üç katlı binadan ikinci katı da bize aitti. Eve yaklaşınca içimdeki sevincin yerine saniyeler içinde anlamsız bir korku doldu. Apartmanın önünde olabildiğince kalabalık, bir ambulans ve polis aracı görünüyordu. Gördüklerim içimdeki korkunun büyümesine neden olmuştu... İçten içe korksam da aklım acaba yine kim kavga etti derken kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı Bu defa heyecan değil korku vardı. Ölesiye can yakan derin bir korku... İçimdeki ki ses saçmala derken her adım atışımda kalbimde derin bir sızı giderek çoğalmaya başladı.
Kendi kafamdan bir şeyler kurguladığımı varsayarak kendime kızmaya başlarken ben olay yerine yaklaştıkça insanlar bana bakıp kendi aralarında konuşmaya başladılar. Fısıltılar çığ gibi yükselirken beynim içi uğuldamaya başlamıştı. Burada ne olmuştu böyle, derken iki polis ve arasında bir adam bizim binadan eli kelepçeli şekilde dışarıya çıkartılıyordu
"BABA!"
İnsanlar bağırış çağırış aşmaya çalıştım. 'Olay yeri' yazan yere kadar gelmiştim ki babamla göz göze geldik ve o an babamın gözünden bir damla yaş aktı. Bir kez daha baba derken babam gözlerini benden kaçırmıştı."Babam..."dedim bir kez daha... Babamı neden götürüyorlardı. Sarı şeridi kopartarak olay yerine geçmiştim ki bir polis beni tuttu. Ve ardından sedyeyle birini dışarı çıkardılar. Üstündeki beyaz örtü sonuna kadar örtülmüş yüzü gözükmeyen birini ağır adımlarla taşıyorlardı. O an işte o an kalbime bir acı saplandı. Ve o sahne ömrümün sonuna kadar unutmayacağım her gözümü kapattığımda gözümde canlanan sahne olacaktı. Bir kadın eli aşağıya doğru düşen o sahneyi nefesim yettikçe unutmayacaktım... Bileğindeki saati ve hediye ettiğim bilekliği gördüğüm o anı ölsem de unutmayacaktım...
"ANNE!"
"Anne! Anne! Anne!"
ANNEM!
AH KEŞKE TÜM SEVDİKLERİMİZ ÖLÜMSÜZ OLSA!
KEŞKE HERKES ÖLÜMDEN ÖNCE DEĞER BİLSE.
KEŞKE!
***
VE O SIRALARDA BAŞKA BİR HAYAT DAHA!
NE TUHAFTIR Kİ AYNI YERYÜZÜNDE MİLYONLARCA İNSAN AYNI SENARYODA FARKLI KURGULAR İÇİN OYUN SERGİLİYORDUR.
SAVAŞ ÇEBECİLER
"Ece!"
Onun burada ne işi vardı?
Neden gelmişti? Buraya neden gelmişti ki?
Yoksa sevgilisinin evde olmadığını bilmiyor muydu? Hiç bozuntuya vermeden gülümsedim. Beni sevmediğini bilemem rağmen gülümsedim. Ve on ada Ece'nin yeşil gözlerinde bir kez daha nefret gördüm. Bu kızın beni neden hiç sevmediğini bir türlü çözemiyordum. Aslında o en yakın dostumun sevgilisiydi. En yakın arkadaşım, kardeşim dediğim adamın biricik sevgilisi... Yine de her şeye rağmen onu her gördüğümde sevecen davranmaya çalışmaya devam ettim. Bunu beni sevsin diye değil Hakan'a verdiğim değerden dolayı yapıyordum. Düşüncelerimi bölen Ece sarı saçlarını eliyle kulağının arkasına itekledi.
"Merhaba Savaş, içeri girebilir miyim?" diye sorduğunda elimle içeriyi işaret ederek "Tabi," demiş sonra da Hakan evde yok, diyerek eklemiştim. O ise bana aldırış etmeden içeriye girdiğinde cümleme bir kez daha ekleme yaparak "Ne zaman gelir hiç bilmiyorum."demiştim. Onu içeriye almak uygun olmasa da kabalıkta yapmak istemiyordum. "Biliyorum, ben de tam bu yüzden seninle konuşmak için geldim."
Konuşmak mı istiyordu. Benimle konuşacak kadar önemli olan şey neydi? Bu kıza kesinlikle güvenmiyordum. O benden ne kadar hoşlanmıyorsa en az bende onun kadar onu sevmiyordum. "Tamam, sen içeriye geç ben hemen geliyorum." O salona geçerken ben de odaya giderek kapıyı kapattım. Ne olursa olsun arkadaşımın sevgilisi beni ziyarete geldiyse bunu o da bilmeliydi. Bende bana göre olması gerektiği gibi Hakanı aradım. Aklıma bundan başka bir çözüm yolu da gelmemişti
"Alo, Hakan."
"Efendim, Savaş."
"Ece burada Hakan, senin buraya geleceğinden haberin var mıydı?"
"Nasıl yani, Ece oraya mı geldi? İyi ama bende Ece'nin yanına gidiyorum. Benimle konuşmak istediğini söylemişti... Tamam, şöyle yapalım. Ben hala eve yakınım çok uzaklaşmadım. Ben tahmini beş dakikaya kalmaz evde olurum. Sen ben gelene kadar ağzını ara, birkaç gündür tuhaf davranıyordu. Mutlaka neden eve gelmiş öğren."
"O zaman şöyle yapalım Hakan, ben telefonu açık bırakıp cebime koyarım. Sende bizi dinlersin."
Bu konuda anlaştığımızda telefonumu cebime koydum. Acaba benimle ne konuşmak istiyordu. Merakla içeriye girdiğimde Ece'yi beni bekler halde buldum. O an için yüzünde ki kızarıklığa aldırış etmeden tam karşına oturmuştum.
"Evet, seni dinliyorum Ece."
"Savaş ben..."
"Bir sorun mu var Ece, eğer yardımcı olabileceğim bir konuysa..." demiştim ki sözümü bitirmeden yerinden kalkıp yanıma gelerek oturmuştu. Az önce bana nefretle bakan kız gitmiş karşımda kırılgan bir kız oturuyordu. Ece, elini elimi üstene koymuştu ki ateşe değişmiş gibi saniyesinde elini geri çekmişti. Başını hemen eğmese tiksinerek bakan yüz ifadesini görmüş olacaktım.
"Savaş ben konuya uzatmadan doğruca gitmek istiyorum. Sen de fark ettiysen uzan zamandır Hakan ile aramızda aşılmayan sorunlar meydana geldi. Bu durum ikimizi birden yıpratırken ben artık Hakan'ı sevmediğimi fark ettim."
Bana başını kaldırıp dolu gözlerle baktığında ne diyeceğimi bilememiştim. Neden böyle bir konuşmayı benimle yaptığımı da bir tülü anlayamıyordum. "Bak her çiftin arasında bazı sorunlar olabilir. Bence bu konuyu oturup Halan ile konuş. Ben istesem de sana yardımcı olamayabilirim." Onun niyetini anlayamasam da tek bildiğim şey yanlış kapıya gelmiş olmasından başka bir şey değildi. O an için elimi yumruk yapıp arkama saklarken Hakan'ı aramamayı dilemiştim. Keşke aramış olsaydım. Konuşulanları duyduğunu bildikçe kahroluyordum. Geç kaldığım için telefonu da kapatamıyordum. Tek yapabildiğim yüzüne ahmak gibi bakmaktı.
"Savaş... Ben. Ben bir başkasını seviyorum..." Bir kez daha büyük bir şokla ona baktım. Gerçek miydi? Gerçekten bunun için bana gelmiş olduğuna inanamıyordum. Hakan yerine büyük bir hakaret uğramışçasına tepkimi ayağa kalkarak belli ettim. Karşımda kırılgan bir kız yerine bir adam olsaydı burnunu rahatlıkla kırabilirdim. Ortamda ki gerilim hat safhadayken birkaç saniye boş gözlerle ona baktım. Bir yerlerde yanlışlık vardı. Onda başka bir şey vardı. O an için dilinin başka, gözlerinin bir başka söylediğine dair yemin edebilirdim.
"Savaş, galiba ben seni..."
"Keşke ilk bana gelseydin."
Ortama bomba etkisi yaratan o sesle yutkundum. Galiba Hakan, eve sandığımdan daha yakındı. Ece kapıya doğru bakınca bende gelen sesle birlikte kapıya doğru baktım... İşte bu hiç iyi olmamıştı. Bir kez daha keşke Hakan'a haber vermeden bu konuyu kendim halletseydim diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Hakan, çok üzüleceğini düşünürken Ece'ye göz ucuyla bakmıştım yüzü ruh gibiydi. Nedense bana bayılacak gibi gelmişti. Yine de olaya karışmak uygun olmaz, diye düşündüm. Bu yüzden de bir adım geriye doğru attım.
"Ben sizi yalnız bıraksam iyi olacak..." Dediğim sırada ben tam gidecekken Hakan elini kaldırarak "Dur Savaş, gitmeni gerektirecek bir durum yok ortada. Biri gidecekse bu kişi ondan başkası değil. Tabi önce ondan önce dilinin altındaki baklayı çıkarması gerekiyor." Nisan acı içinde yutkunarak oturduğu yerden kalarak başını dik tuttu. Sanki onu ayakta bir güç tutuyormuş gibiydi. Yine de üflesem her saniye düşecekmiş gibi ayakta durması beni bile etkilemişti. Az önce nefretle baktığım o kıza artık neredeyse acıyordum.
"Devam et Ece, devam et. Durma, biz seni dinliyoruz." Ece acıyla Hakan'a bakarken ellerimi enseme götürerek var gücümle sıkmıştım. Hakan da ellerini yumruk yapmış her an bir yerleri yakıp yıkacak gibi duruyordu. Her ne kadar buz gibi görünse de içinde volkanların patladığını benden daha iyi kimse bilemezdi.
"Devam etsene kadın, dilini mi yuttun? Söyle. Kime aşıksın? Söyle lan, söyle!"
Hakan sonunda beklediğim hareketi yaparak kızın üstüne gidip kollarından tutarak sarsmaya başladı. Birkaç defa daha söyle, derken onu sarmaya devam ediyordu. Araya girip onu bırakmasını söylerken Ece dolu gözlerle ona bakmaya devam ediyordu ki gözünden birkaç damla yaş akıp gitmişti. "Lanet olasıca sürtük, sana kime aşık olduğunu soruyorum. Kime? Söyle ki..."
Hakan sözünü tamamlayamadan gözlerini abana doğru çevirerek neredeyse tıslarcasına ona demişti. Hakan'ı tutan elim donup kalırken Hakan da olduğu gibi donmuştu. Hala Ece'nin yüzüne bakmaya devam ederken geriye doğru çekildim. Bana mı? O bana mı aşık olduğunu söylemişti. İnanamayarak ona bakmaya devam ederken Hakan'ın elleri aşağıya doğru düştü.
Ne yapacağımı yahut ne söyleyeceğimi bilmeden onlara bakarken Ece elinin tersiyle sert bir şekilde yüzünü silerken sol eliyle de karnını tuttu. Elini karnına bastırırken Hakan önce kısık sesle sonra da bağırarak onu kovdu. Ece'ye küfürler savurarak kovarken elinden bir kaza çıkmadan gitmesini ve bir daha dönememesini istiyordu. Ece eli karnın da ona yutkunarak bakmaya devam ederken son anda gözleri birkaç salise beni bulmuştu. Bu bakış sevgi dolu hayat pişmanlık dolu değildi. Bakışlarında nefret vardı. Ölesiye nefret ediyormuş gibi bana baktıktan saniyeler sonra koşarak evden çıktı. Kapıyı sonuna kadar açık bırakıp giderken arkasından öylece baka kalmıştım. Yalnızca baka kalırken yutkunarak Hakan, dedim. Bu zor duruma düşmeyi dilemezken işin içinde olmayı da hayal dahi edemezdim.
"Hakan, bilmiyordum. Sana yeminim olsun ki bilmiyordum."
Hakan hala orada öylece durmuş boş gözlerle sabit bir noktaya bakıyordu. Neden böyle olmuştu ki bu kadın nende böylesine saçmalamıştı. Onun beni sevdiğini inanamıyordum. Kesinlikle inanmıyordum.
"Bir şey var. Hakan onda başka bir şey var. Kesinlikle olay başka... Onun beni sevdiğine falan..."
"Üstüme gelme Savaş, sakın ola üstüme gelme."
Ne olacaktı şimdi? Hayattaki tek dostumu bir kadın uğruna hem de hiç suçum yokken kayıp mı edecektim. Üstelikte ortada neler döndüğünü tam olarak bilmezken konu burada son mu bulacaktı. Bir kez daha konuşmaya başladığımda elini kaldırdı.
"Senden yana zerre şüphem yok Savaş."
"Yine de Ece..."
"Sakın. Sakın bir kez daha o kadının ağzını diline dolama. Bana bir kez daha o kızın adını anarsan bu beni son görüşün olacaktır Savaş, sakın!"
"Eyvallah! Eyvallah!"
Yıllar sonra
"Hadi ama dostum, eminim ki hiçbir şeyin yoktu."
Eskise de eksilmeyen arkadaşıma baktım. Yıllar geçmesine rağmen her daim yanımda olan kardeşim gibi gördüğüm can dostuma minnetle baktım. Hiç kimsem yokken de etrafım düzinelerce insanlarla doluyken de yanımdan hiç ayrılmayan kadim dostuma. Elini omzuma koyarken ona minnetle bakıyordum. Tüm bu servetin içinde en paha biçilmez en değerli olan Hakan'a... Biz onunla birlikte upuzun engebeli yollardan geçmiştik. Yıllar önce uğradığımız tüm haksızlıklara rağmen dimdik arkamda duran arkadaşıma gülümseyerek umarım, demiştim.
"Umarım söylediğin gibi olur Hakan, umarım bu kez yanılıyoruzdur."
"İnan bana birazdan doktor gelecek ve domuz gibi olduğunu söyleyecek." Derin bir iç çektiğimde umarım şüphelerimde haksızım diye düşündüm. Umarım öyle bir şey gerçek olmazdı. Eğer gerçekçe hayatım karardı demekti. Hayatım zifiri karanlığa bürünmeden önce doktorun karanlığıma ışık tutmasını diliyordum.
"Bak işte doktorumuz da geldi. Haldun Bey lütfen Savaş'a bir otuz yıl daha yaşayacağını söyler misiniz? Aksi halde Savaş'ı bu genç yaşta kalpten kaybedeceğiz." Hakan'ın tüm samimi konuşmalarına rağmen doktorun yüzü gülmemiş aksine yüzünde ciddi bir ifadeyle yerine oturmuştu.
Doktor elindeki raporlara bakıyor o uzun uzun baktıkça ben daha çok sinirlenerek sabırsızlanıyordum. Dişlerimi sıkarak elindeki kâğıt parçalarına bende gözlerimi dikerken sessizliğe hiçbir anlam veremiyordum. O lanet raporlarda ne yazıyordu ki doktor uzun süre bu kadar ciddi bakıp var olan gerçeği söylemekte bu denli zorlanıyordu? Karşımda oturan Hakan ile göz göze gelince beni buraya o zorla getirdin gibisinden gözlerimi devirdim. Buraya gelmemem gerekiyordu. Hakan daha fazla dayanamayarak az önceki neşesini kaybetmiş tüm ciddiyetiyle "Sorun nedir?" Diye sormuştu. Doktor da sonunda insafa gelmiş olmalıydı ki konuşmaya başladı.
"Savaş Bey sonuçlar hiç iç acısı değil." Dediği onda ben de tüm ipler koptu ."Beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz? Bir saattir neden kıvranıp durduğunuzu açıklar mısınız? Neyim var? Yoksa kanser miyim? Neden söylemekte bu kadar zorlanıyorsunuz? "diyerek sonun bende patlamıştım. Bu kadar gizeme hiç ama hiç gerek yoktu.
"Hayır, kanser değilsiniz ama kanınızda kanser kadar tehlikeli bir virüs tespit ettik. Çağımızın vebası gibi her geçen gün çoğalan bulaşıcı bir hastalık..."
Ne demeye çalışıyordu? Kanser değilse neydi? Hakan benden önce davranarak "Daha açık olur musunuz? "diye sordu. Doktor biraz daha gizemli şekilde konuşursa virüsten değil gerçekten de kalp krizi geçirerek ölecektim.
"Türkçesi, Edinsel Bağışıklık Yetmezliği Sendromu olan AIDS, virüs yoluyla kana bulaşan ve hâlâ tedavisi bulunamayan hastalık türü. Bu hastalık son yıllarda Türkiye'de çok fazla görünmeye başladı."
AIDS mi?
Şaka mı?
Bu nasıl olur?
"Tedavisi olmalı. Olmalı değil mi? Biz kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz..."diyen Hakan sinirlenmiş yahut öfkelenmişti. Bende artık sadece dinliyordum. Artık ne diyebilirdim ki? Ne diyebilirdim. Böyle bir hastalık taşıyorsam bu benim suçumdu. Yalnızca benim suçum.
Acıdan yahut çaresizlikten olsa gerek başımı öne eğerek başımı ellerimin arasına aldım. Belki de hayat bana gülmediği gibi hiç de gülmeyi düşünmüyordu. Tam her şey güzel olmaya başladı derken tekrar karanlığa düşmüştüm. Tekrardan o zifiri karanlığa...
"AIDS, için halen kesin olarak bilenen tedavi yöntemimi bulunmamaktadır."
"Bu nasıl olur, illa bir çözüm yolu olmalı," derken doktor araya girerek "Savaş Beye bu virüs ya cinsel ilişki ya da kan yoluyla bulaşmış olmalı. " demişti. Düşüncelerin içinde boğulurken başımı kaldırıp Hakan'a baktım, o da bana bakıyordu. Ne vardı gözlerinde acı mı merhamet mi?
"Ne yapacağız peki? Siz bize bir yol gösterin. Savaş için illa bir şeyler yapabiliriz."
"Bakın, virüs vücuda girdikten hemen sonra belirtileri görünmez. Ayrıca, bu virüsün vücutta bulunduğunu gösteren herhangi bir şikâyet ya da belirti bile görünmez yahut hissedilmez. Siz erken davranıp kan testi yaptırmasaydınız büyük ihtimalle on ya da on iki yıl sonra belirtileri görünmeye başlayacaktı..."
"Bu nasıl bir lanet hastalıktır. Nasıl?"
"Söylediğim gibi hala HIV enfeksiyonunda vücudu tamamen virüsten temizleyebilecek bir tedavi yoktur. Ancak tıbbın ve teknolojinin ilerlemesiyle doktorlar AIDS hastalığını oldukça yavaşlatabilir ve hastanın yaşam kalitesini arttırıp, hastanın ömrünü oldukça uzatabilirler. "
"Peki, bir insana bulaşması nende bu denli kolaydır?"
"Direk temas gibi kolay kolay bulaşmaz eğer korunsaydınız büyük ihtimalle size de bulaşmazdı. Bu kan ve cinsel ilişki ile bulaşabilen virüstür. Annelerden bebeklere de emzirme yoluyla geçer. Evli misiniz?" diye sorduğunda acı acı güldüm. İki gün önce sorsalar gülerek ne evlenmesi lan evlenecek kadar yaşlanmadım, derdim şimdiyse acıya bürünerek cevap vermiştim. "Hayır, evli değilim." Ne yazık ki değildim. Eğer hastane de olmasan 'adaletin bu mu dünya.' diye avazım çıktığı kadar bağırırdım. "Çok üzgünüm bu şartlarda artık baba da olamazsınız eğer olursanız da bu virüs çocuğa da geçecektir ki bu bebek için hiç iyi sonuçlar doğurmaz." Biraz daha karamsar konuşursa kendimi bir yerlerden atacaktım. Doktoru daha fazla dinlememek için sinirle ayağa kalktım. Çünkü biraz daha dinleye devam edersem illa bir şeylere zarar verebilirdim.
"Savaş Bey, lütfen oturun ilaç tedavisine..." Doktorun sözlerini dinlemeden çoktan odadan çıkmıştım bile. Baba olamamak... Olsa bile hastalıklı olması... Ben ne halt yedim diyerek elimi yumruk yapıp içimden küfürler savurdum. Hayatım mahvolmuştu. Artık ne evlenebilecek ne de baba olabilecektim...
"Lanet olsun... Lanet olsun! Lanet! "
"Savaş dur!"
Arkamdan koşarak Hakan geliyordu ki onu beklemeden hızla arabaya binerek arabayı çalıştırdım. Ben oradan uzaklaşırken Hakan da kendi arabasına binerek beni takip etmeye başladı. İzimi kaybettirmek için daha hızlı sürdüm. Ardından telefon çaldı arayan Hakan'dan başkasının olmadığını çok iyi biliyordum. Telefonu elime alarak hayatımda kırmızı alarmların çaldığı gibi telefonda da kırmızıya basarak telefonu yüzüne kapattım. Hemen ardından mesaj geldi.
"Yavaşla oğlum, ölmek mi istiyorsun?"
Mesajı okuyunca telefonu bu defa komple kapatarak her zaman ki gittiğimiz uçurum kenarına sürdüm... Arabayı tam uçurum dibine kadar sürmüştüm ki fren yaparak son anda durdum. Uzun bir süre araba kullanmış ve her saniye kendimden nefret ederek nerede nasıl hata yaptığımı düşünmüştüm. Ben kimin ahını almıştım ki böylesine iğrenç bir hastalığın içine düştüğümü beynimi patlatırcasına düşünüyordum ki uçuruma ramak kala gözlerimin önüne bir çift yeşil gözler geldi.
Yıllardır aklımın kıyılarından bile geçmeyen Hakan ile mazimize gömdüğümüz o bir çift yeşil göz... Ece! Olabilir miydi? Ben onun ahını almış olabilir miydim? Arabanın içinde boğulduğumu hissederek kendimi dışarıya attım. Arabadan inince yalnızca bir soluk sonra arkamdan bir fren sesi daha geldi.
"Lan, sen manyak mısın?"
"Evet, manyağım lan, var mı? Ben manyağın tekiyim. Yalnızca manyak değil hem de aptalın tekiyim. Kendi hayatına kendi son veren geri zekâlının tekiyim..."
"Savaş, farkında mısın bilmiyorum ama dünyada ki tek doktor o değil. Bir düşün. Bir düşünsene belki sonuçlar yanlıştır, belki raporlar karışmıştır. Belki başka ülkede başka şehirde bu illetin tedavisi vardır."
"Ölüyorum Hakan, sen neyin kafasını yaşıyorsun ben ölüyorum!"
"Ne ölmesi Savaş, sende duydun sadece lanet bir virüs. Eğer ben o kızdan şüphelenerek test yaptırmasaydım sen az on yıl bir hastalığı bilmeyecektin bile."
"O zamanda karıma belki de çocuklarıma bulaşacaktı. Söylediğin gibi bir illet gibi herkesi saracak hayatlar mahvedecektim."
"Savaş ne karısı senin hayatın da biri bile yok, ikimizin hayatında da biri olsa biz başka kadınlara mı giderdik? Söyle hiç gider miydik?" Elimi enseme götürerek uçurum dibine kadar gittim.
"Bizim adamlığımıza tüküreyim kaç yaşına geldik Savaş, evlenip adam olacağımıza hala neyin peşindeyiz? Biz hale neyin peşindeyiz..."
"Kendini bırakma Savaş iyi olacaksın." dediğinde gözlerim parladı. Evet, iyi olacaktım ben o kadını bulup nefesini kestiğimde iyi olacaktım."Evet, haklısın o kadını bulup öldürdüğümde iyi olacağım." Derken Hakan yanımda biterek yüzüme baktı. "Lan zaten kadın ölmüş de ağlayanı yok, asıl sen neyin kafasındasın? Bırak kendi cehenneminde yansın?"dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.
"Peki, benim cehennemim ne olacak Hakan, ben ne yapacağım? Bir oğlum bile olmayacak? Ne bir erkek ne de bir kız!"
"Aman Allah'ım!" Hakan sessizliği bozduğunda ne oluyor gibisinden ona bakmıştım. "Savaş bu nasıl aklıma gelmedi? Hatırlıyor musun?" Ne saçmalıyordu?
"Neyi Hakan?" derken gülen suratına çakmak istedim. Ben, utanmasam ağlayacakken o karşımda durmuş yüzsüzce gülüyordu. "Üniversitenin son yılı İngiltere'ye girmiştik sonra da ben seni zorla hastaneye götürmüştüm." Bir saniye yurt dışına çıktığımızda bu aptal beni zorla hastaneye götürmüş ikimizde aynı anda çılgınlık yaparak sırf eğlencesine sperm bağışında bulunmuştuk. Bu gerçek miydi?
Hayat bir kez daha yüzüme gülebilir miydi?
İlkinde karşıma Hakan'ı çıkartarak yüzüme gülen hayat, bir kez daha Hakan'ın vesilesiyle bir daha gülebilir miydi? Bu mümkün müydü?
"Yok artık!"
"Var artık Savaş. İkimiz bir çılgınlık yapıp sperm bankasına bağışta bulunduk. Eğer hala duruyorsa baba olabilirsin. Baba olabilirsin. "
"Siktir!" Olabilirdi. "Hakan, adı üstünde bağış yaptık. Birilerine aşılandıysa nasıl bulacağız?" Tam güleceğim derken bu ihtimal beni bir kez daha sarsmıştı.
"Ya hâlâ duruyorsa Savaş, bir de o açıdan düşün."
"Dursa ne olacak ben nereden bulacağım evlenecek birini? "diye sordum. Nereye elimi atsam bir şeyler kuruyordu. "Artık benimle kim evlenir? Ben, cevap vereyim hiç kimse hastalıklı bir adamla aklı başında hiçbir kadın evlenmez."
"Biz önce bi İngiltere'ye gidelim de Savaş, sonra oturur bunlara kafa yorarız. Hiç olmadı annem bulur sana birilerini, sen hiç merak etme."
"Hakan, benimle alay mı ediyorsun? Kim hastalıklı bir adamla evlenmek istesin?" diye sordum. Düşünüyorum düşünüyorum da evlenecek bir Allah'ın kulu aklıma gelmiyor.
"Saçmalama oğlum dışarıda sana ölüp biten yüzlerce kadın var. Sen İngiltere işine ne diyorsun? "
"Gidelim gitmesine de işler ne olacak?"
"Bir yolunu buluruz elbet. Sen hiç orasını düşünme. Sen gidiyor muyuz onu söyle..."
O anda çaresizce uzaklara baktım. Gitmekten başka çarem mi vardı sanki? Eğer bağış yapmamış olsaydım. Hayatta yaşamak için tek bir nedenim dahi kalmayacaktı. O anda karar vererek "Gidiyoruz" diyerek sıkıca Hakan'a sarıldım. Beni bir kez daha karanlık içinden çekip kurtarmıştı.
"Dua edelim de spermler hala olduğu gibi duruyor olsun..."
SAVAŞ ÇELEBİLER - Nisan SERT
HAKAN AKSUN - Asya YILDIZ
CENK KOÇGİR – Ece GÖRMEZ
yeni bölüm için yorum kotası bindir.
instagram hesabım: SeldamKESER