EYLÜL BAŞAK;
Sarıldığında ellerim havada kaldı. Ardından istemsizce kollarımı beline doladım. Kokusunu öğrenemeden gidiyordu. Artık uzaklaşmam gerektiğini hissettiğimde kendimi yavaşça uzaklaştırdım. "Her şey için teşekkür ederim. Bu 3 gün, hayatımda en sevdiğim 3 gündü." gülümsedi.
"Böyle olduğuna sevindim." eşyalarımı aldım ve indim. El sallayarak eve doğru ilerlerken arkamdan seslendi. Camı açıp kafasını camdan uzatmıştı. "İçimden bir ses tekrar görüşeceğimizi söylüyor." güldüğümde güldü. 'Bilmiyorum' der gibi ellerimi havaya kaldırıp dudak büzdüm. Görüşecek miydik? Tekrar?
Kapıyı çalıp içeri girdiğimde hala kapıda beklediğini gördüm. El salladım. Gülerek el sallamama karşılık verdikten sonra gitti. Gülümseyerek kapıyı kapatmak için arkamı döndüğümde Selenay'la karşılaştım.
"Asosyal kızımız sevgili yapmış." "Sevgilim değil." odama gitmek için merdivenlere yöneldim. "Neyin? Arkadaşın mı?" "Evet." "Külahıma anlat." "Seni hiçbir şeye inandırmak zorunda değilim." itti.
"Benimle düzgün konuş." omuz silktim. Yine itti. Cevap vermeme sinirlenmiş olacak ki daha hızlı itti. Geriye kalan 10 merdiveni yuvarlanarak indim. "Ah!" yardımcılar panikle yanıma geldiler.
"Ambulans!" biri ambulansı ararken şişmeye başlayan bileğimle korkmaya başlamıştım. Canım gerçekten çok acıyordu.
Hastanede röntgen çekildikten sonra, odada dinlenirken şişmesi dinmişti. Yardımcılardan biri benimle hastanede kalmıştı. Bacaklarım morluk içindeydi. Röntgen sonuçlarını bekliyorduk. Kırıldığını ya da incindiğini röntgene bakarak söyleyeceklerdi.
"Başak hanım ağrınız var mı?" panikle yanımda olan ev yardımcısı sorduğunda gülümsemeye çalıştım. "Hayır. İyiyim." acıyordu. Doktor içeri girdi.
"Merhaba, Başak hanım. Röntgende bir sorun görünmüyor. Kırık yok. Sadece sağ bileğiniz incinmiş. Birkaç gün üstüne basıp zorlamazsanız geçer. Size vereceğim kremi düzenli olarak kullanırsanız 2 haftaya kadar eskisi gibi yürürsünüz. Ağrı kesici yazdım bir de. Ağrınız çok olursa içersiniz. Günde 2 taneden fazla içmeyin."
"Tamam. Teşekkürler." "Geçmiş olsun." reçeteyi bıraktı. Çantama koydum. Kalkmama yardımcı oldu. "Üzerine basmayın. Ben şoförü çağırıp geliyorum." kafa salladım. Birkaç dakika sonra şoförle birlikte geldiler. Beni arabaya bindirdikten sonra
"Başak hanım, reçeteyi verir misiniz? Eczaneden alayım ilaçları." kafa sallayarak cüzdanımı ve reçeteyi uzattım.
Eve geldiğimizde kapıyı çaldık. Kapıyı Selim açmış kollarını belime dolamıştı. "İyi misin?" kafa salladım. "İyiyim." annem ve babam geldi. Annemin gözlerinde gördüğüm şevkat miydi?
"Neden önüne bakmıyorsun? Ablanla kavga edene kadar yürümeyi öğren." "O sırada başka birini düşünüyorsa dengesini bozmuş olabilir. Artık ayaklarını nasıl yerden kestiyse." imalı bir şekilde konuştuğunda gözlerimi devirip Selim'in yardımıyla odama girdim. Yatağa yattım.
"Üzerimi değiştireceğim, çıkar mısın ablacığım?" "Yardım?" "Gerek yok. Sadece bir gecelik verir misin?" dolabıma gitti. "Hangisi?" "Şuradaki. Siyah olan. Onun yanındaki. Heh evet o." gördüğüm kadarıyla tarif ettiğim geceliği getirdi. Hadi ablacığım çık. Ben biraz uyuyacağım." yanağımı öpüp gittiğinde. Zorlanarak ayağa kalktım. Kapı çaldı.
"Gel." hastanedeki yardımcı gelmişti. "Değnek getirmiştim." ağırlığımı sol ayağıma verip ayakta bekliyordum. Kolumun altına koydum. Biraz zorlanarak kullanmayı becerdim.
"Yardım ister misiniz?" "Hayır. Teşekkür ederim." odadan çıktı. Banyoya gidip elimi reglimin bitip bitmediğine baktım. Ardından derin bir nefes aldım. Allah'tan bitmişti de bu ayakla sürekli tuvalete gidip gelmekten kurtulmuştum. Küvete gidip oturdum. Ayağımın sargısını açıp bedenimi temizlemek için suyu açtım. Fazla oyalanmadan hızla yıkanıp çıktım. Çamaşırlarımı değiştirip kirli sepetine attım. Bunların yıkanması lazımdı. İçinde Pamir'in eşyaları da vardı. Havluya sarınıp banyodan değneklerle çıkıp yatağa oturdum. İç çamaşırlarımı giydikten sonra siyah atlet geceliğimi giydim. Altına da takım şortunu zorlanarak giydikten sonra çantamdan kremi ve sargı bezlerini çıkardım. Krem sürdükten sonra ayağımı sardım. Altına yastık koyup gözlerimi kapatıp uykuya daldım. Yorgundum.
"Abla?" gözlerimi Selim'in sesiyle açtığımda gözüme giren ışıkla gözlerimi kıstım. "Abla hadi uyan. Masaya gel."
"Gelmeyeceğim." "Annem yemeğe gelmezsen mutfağın kapısını kilitleyecekmiş. Sana bir şeyler getirmek istedim ama beni de mutfağa sokmuyorlar." "Boşver ben uyuyayım. Yarın sabah gittiklerinde bir şeyler yerim."
"Yarın ikisi de evdeler." "Neden?" "Sence? Tabi ki seni kontrol etmek için." "Yemek söylerim." "Nereden girecekler?" haklıydı. Herkese yolu gösteremezdim.
"Bilmiyorum. Belki gelirim sabah." "Uyandırayım mı?" "Yok, uyanırsam gelirim." "Tamam. Ben getirebilirsem getiririm yemek sana."
"Sorun yok. Uyursam acıkmam." sarılıp gittiğinde kendimi kötü hissediyordum. Ailemin beni sevmemesine daha ne kadar katlanabilirdim?
Sabah uyanıp kahvaltıya gidip gitmemek arasında kalmıştım. Gitmek istemiyordum. Laf işitmek hiç istemiyordum. Selenay'ı görmek istemiyordum. Beni itip düşürdükten sonra hiç bir şey yapmadan odasına çıkmıştı. Beni orada öylece bırakmıştı. Ondan nefret ediyordum.
Selim'in dediği gibi gitmemişlerdi. Yüksek ihtimalle yukarı çıkarsam da beni azarlayacaklardı. O yüzden aç kalmak daha mantıklı geliyordu. Kahvaltıdan sonra Selim yanıma gelmiş spora gideceğini söylemişti. Şu an evden kurtulmak için spora bile gitmeyi düşündüm ama bu ayakla oraya gidemedim. Açlıktan ölmeyi yeğlerdim.
Saat öğleni geçerken artık midem açlıktan zil çalıyordu. Bir ara azar yemeye kendimi hazırlamış kapıdan çıkarken son anda vazgeçmiş yatağa yatıp sabahlığımı çıkarmıştım. Laptopumu kucağıma almış dizi izlemeye başladım. Açlığımı unutturacak her şeyi yapabilirdim. Kulaklığımı takıp diziyi takip ederken öten karnım buna engel olmuştu. Kucağımdan yatağa oflayarak attım.
"Birileri sinirlenmiş!" korkuyla kafamı çevirdim. "Ne işiniz var burada?" "Seni almaya geldik."
"Hı?" "Şaka şaka. Seni ziyarete geldik. Malum ayağın kırık." "Kırık değil. Burkmuşum. Birkaç gün sonra düzelirmiş." Sarp "Çok iyi. O zaman Akasya'nın doğum gününe geliyorsun."
"Hı?" İçeri girip çantalarını bıraktılar. Sarp tam ayağımın altına oturup ayağıma dokundu. "Birkaç kez ben de basketbol oynarken burktum. 2 ay falan oynayamamıştım bir keresinde." 2 ay yatamazdım ben. Melih yanına oturdu.
"Geçmiş olsun. Hasta ziyaretinin kısası makbuldür ama biz akşama kadar kalacağız." Cem laptopumu alıp çalışma masama koyduktan sonra sandalyeye oturup yanıma geldi. Pamir de yanıma oturdu.
"Yine görüşeceğimizi söylemiştim." kulağıma fısıldadığında suratına baktım. Güldü. "Nasıl burktun?" "Dün merdivenlerde ayağım kaydı. Düştüm."
"Akşam mı oldu?" "Sen beni bıraktın. Eve girdim. Sonra da düştüm." "Arasaydın. Geri dönerdim." "İlk olarak gerek yok. İkincisi numaran yok." "O zaman almanın zamanı geldi." telefonuma uzandığında ondan önce davrandım.
"İstemiyorum. Ben başkalarına muhtaç olmak istemiyorum." "Muhtaç değilsin. Sadece acil durumlarda yardımcı olabiliriz. Sadece ben değil. Hepimiz." Diğerleri kafa salladı. Cem elimden telefonu çekip aldı. Bir şeyler yaptıktan sonra Sarp'a uzattı.
"Cem'im diye kaydettim." güldüm. Sarp yazıp Melih'e uzattı. "Sarp Bebeğim diye kaydettim."
Melih Pamir'e uzatıp, "Melihciğim diye kaydettim." son olarak Pamir bana uzattı. "Aslanım diye kaydettim." güldük. "Oğlum sana ne güzel oldu. Ben de seni öyle kaydedeceğim."
"Cem bana yürümüyorsun değil mi?" "Tipim değilsin bebeğim." güldüm. Telefonumdaki kayıtlı kişiler, 14'ten 18'e yükselmişti. Ve bunlar yemek satmıyorlardı.
PAMİR;
Eve gittiğimde annem beni kapıda karşılamış, sorular sormaya başlamıştı. Onu susturana kadar canım çıkmıştı. En son yatağımda bacağında yatarken dinleniyordum. "Aslanım, resmi falan yok mu? Sosyal medya hesabı falan?"
"Anne kızla yeni tanıştık. Telefon numarası bile yok. Hemen gelin güvey oluyorsun. Yok öyle bir şey. Cem Akasya'dan kurtulmak için uydurdu." "Gerçekten mi anneciğim?"
"Yemin ederim annem. Hem sevgilim olsa ben senin yanına getirip elini öptürmez miyim?"
"Öptürmezsin." güldüm. Öptürmezdim. "Neyse o zaman boşuna öyle şeyler düşündüm. Peki kızı neden bıraktın evine?" "Çünkü motorlardan korkuyor. Yoksa Sarp, Cem ve Melih'te bırakırdı."
"Anladım. Bari yengenleri arayıp söyleyeyim. İptal hazırlıklar diye." "Ne hazırlığı?" "Yemeğe çağıracaktım kızı." güldüm. "Anne sen çıldırdın." "Neyse, bari kızı Akasya'nın doğum gününe çağır da tanışayım. Özür dileyeyim. O kadar şey söyledim."
"Babama bağırdığını da duyduk." dudağını ısırdı. "Neyse bebeğim, sen Akasya'nın doğum gününe çağır tamam mı? 5 gün sonra." "Daha çok var." "Tamam işte çağır. Ona göre işlerini düzeltsin." "Tamam, sorarım." saçlarımı öptü. Kapı çaldığında "Baban gelmiştir." kalktım. "Ben açayım."
"Ee Pamir annenin dedikleri doğru mu?" "Değil baba, sadece arkadaşım. Sarp, Melih ve Cem'in de arkadaşı." "Emin misin?" "Eminim. Zaten olay yanlış anlamaya müsait. Ama gerçekten arkadaşım sadece." "Peki aslanım öyle olsun." İçimden ofladım. Akasya beni çıldırtıyordu.
Ertesi sabah erkenden kalkıp babamla kahvaltıyı hazırladık. "Sen kardeşlerini uyandır. Ben anneni uyandırıp geliyorum." kafa sallayarak Tuval'in kapısını çaldım.
"Masaya! Kahvaltı hazır." "Geliyorum." Akasya'nın kapısını çaldım. "Kahvaltı hazır. Hadi masaya." "Tamam." mutfağa geri döndüğümde çayları koyduktan sonra yerime oturdum. 1 dakika içinde herkes masaya oturduğunda ailecek kahvaltı yapmaya başladık.
"Kızlar nasıl gidiyor spor?" "İyi gidiyor babacığım." "Sevdiniz mi? Başka bir yer bakayım mı?" "Gerek yok babacığım. Burası güzel. Okuldan arkadaşlarım da var. Ben sevdim."
"Siz bilirsiniz." bana döndü. "Sen aslanım?" "Bizimkiler seviyor." "Sen sevmiyor musun?" "Pek değil. Ben resim yapmayı tercih ederim." "Biraz eğlen babacığım. Okul başlayınca hep çizeceksin zaten." "Yine de çizim yapmayı yeğlerim."
Telefonum çaldığında yataktan doğrulup açtım. Bugün spora gitmeyeceğimi söylemiştim.
"Cem?"
"Pamir, Eylül ayağını burkmuş, yanına gidiyoruz."
"Nasıl öğrendiniz?"
"Selim'e sorduk. O söyledi. Biz de çıktık ilk önce yemek alacağız. Sonra gideceğiz."
"Yemek ne alaka?"
"Annesiyle kavga etmiş o yüzden yemeğe gitmemiş. O yüzden yemek alıyoruz."
"Tamam ben de abur cubur alıp geliyorum."
"Tamam kapıda buluşuruz."
Telefonu kapatıp hızla üzerimi değiştirdim. Araba anahtarlarını aldıktan sonra annemin yanağını öptüm. "Ben gidiyorum annem. Bizimkilerle buluşacağım."
"Tamam aslanım. Çok gecikme." kafa sallayarak evden çıktım. Hızla arabaya binip bir markete gittim. Sevdiğini tahmin ettiğim abur cuburlardan aldım. Ardından evlerinin yakınında bir yere park ettikten sonra bizimkileri bekledim. Çok geçmeden geldiklerinde ellerindeki torbalara baktım. Bagajdan torbaları çıkardıktan sonra
"Biz bu halde nasıl gideceğiz?" Cem elimizdeki poşetlere bakıp sorduğunda "Bekleyin, ben nasıl gireceğimizi biliyorum." bahçeden dolaştım. Poşetleri alıp çalılıklara koyduktan sonra geri döndüm. "Ne yapıyorsun oğlum?" "Hadi kapıyı çalın. Göreceksiniz." kapıya ilerledik. Cem kapıyı çaldı.
Birkaç dakika sonra biri kapıyı açtı. "Buyrun kime baktınız?" "Merhaba, biz Başak'ın arkadaşlarıyız." kaşlarını kaldırdı. "Arkadaşsınız demek?" "Evet. Ayağını burktuğunu öğrendik. Ziyarete gelelim dedik."
"Siz bekleyin. Ben anneme sorup geliyorum." beklemeye başladık. Sarp bana döndü. "Bu kızı bir yerden çıkaracağım ama-" "Başak uyuyor." annesi geldi.
"Uyanana kadar bekleriz. Görmek istiyoruz." "Dinlenmesi lazım." lafa karıştım. "Biz de onu koşturmayacağız efendim. Sadece iyi olup olmadığını kontrol edip onu eğlendireceğiz." kaşları birbirine değecek kadar çattı. Geçmemiz için kapıyı açtığında çantalarımızı gördü.
"İçinde yemek var mı? Doktor dengeli beslenmesini söyledi." "Yok. İsterseniz bakabilirsiniz." Cem çantasını açtı. "Buyrun geçin." direkt alt kata inen merdivenlere yöneldiğimde "Odası alt katta." sesini duydum. Kapıyı çaldım. Ses gelmedi. Gerçekten uyuyor muydu? Bir kez daha çaldıktan sonra kapıyı açtım. İçeri girip kapıyı kapattıktan sonra yatakta dizi izleyen Eylül'ü gördük. Birkaç saniye sonra oflayarak laptopu yatağın diğer köşesine attı.
"Birileri sinirlenmiş." Sarp konuştuğunda korkuyla bize baktı. "Sizin ne işiniz var burada?"
Cem odanın kapısını kilitledikten sonra bahçe kapısını açtığında Eylül bana baktı. "Ne oluyor?" cevap vermedim. Birkaç dakika sonra Cem elinde poşetlerle geldiğinde "Şaka mı yapıyorsunuz?" güldük.
"Acıktın mı?" "Kurt gibi açım hem de." Cem poşeti Eylül'e uzattığında alıp kokladı. "Sizi seviyorum." bize dediğini zannedip Melih "Biz de seni seviyoruz." güldü.
"Size demedim." Hamburgerini çıkardı. "Buna söylüyorum." Cem bana uzattı. "Teşekkürler." Hamburgerden ısırık aldı. "Çok acıkmışım." iç çekerek yemeye başladı. "Siz nereden biliyordunuz ayağımı burktuğumu?"
"İçimize doğdu. Nereden olacak? Selim söyledi." kafa salladı. "Annenlerle neden kavga ettin?" "Yemeğe çıkmadığım için." içimden bir ses o yüzden olmadığını söylüyordu. "Ne kadar inatçısın." "Öyleyim." "Annen bizi sevmedi."
"O genel olarak insanları sevmiyor. Size özel değil." patatesi ağzına attı. "Çok güzeller." güldük. O yemeğe iltifat edip mideye indirirken biz de ona eşlik ediyorduk.
Doyduktan sonra Eylül'ün odasını incelemeye başlamıştık. Geniş bir odası vardı. Bir duvarda boydan boya gardolap varken diğer duvarda çalışma masası vardı. Hemen çalışma masasının yanında kapı, kapının diğer yanında makyaj masası vardı. Üzerinde parfümler ve birkaç makyaj malzemesi vardı. Çift kişilik hemen karşısında boydan boya bahçe camları vardı. Duvarları beyaz renkteydi. Duvarlar bomboştu. Çalışma masasının üzerindeki çerçevede kendi fotoğrafı vardı. 7-8 yaşlarında, tatlı bir kız çocuğuydu.
"Bu fotoğraftaki sen misin?" "Evet." kafa sallayarak onayladı. "Çok sevimli çıkmışsın." utanarak güldü. "Teşekkür ederim." "Ee Başak, Akasya'nın doğum gününe geliyor musun?"
"Hayır." Sarp'a baktı. Yanına oturdum. "Annem çok ısrar etti. Yanlış anlamayı düzeltmek için çağırıyor." "Ben gelemem." "Ne yanlış anlaşılması?"
"Annem Cem sayesinde Eylül'ü sevgilim zannediyordu." "Değil mi zaten?" aynı anda "Değil!" ellerini havaya kaldırdı. "Pekala." "5 gün sonra doğum günü. O zamana kadar ayağın iyileşir bence. Ben seni alırım evden."
"Gerek yok. Çünkü gelmeyeceğim." "Neden?" "Çünkü gelmek istemiyorum. Doğum günlerini sevmem." "Parti sevmez misin?" "Parti yerine tek başıma eğlenmeyi severim."
"Gidin diyorsun yani?" "Hayır. Yani evet. Of! Aslında hem gidin istiyorum. Hem de sıkılıyorum. Bilmiyorum. Siz gerçekten harika insanlarsınız. Ama ben arkadaşlık kurmayı beceremiyorum." "Bence çok aptalca şeyler düşünüyorsun. Evet. Kelimenin tam anlamı bu. Aptalca. Bu 3 gün, hatta 4 gün oldu, gayet eğlenceli zamanlar geçirdik. Harika zaman geçirdik. Eğlendik."
"Öyle ama ben bilmiyorum. Daha önce hiç arkadaşım olmadı. Ne yapacağımı bilmiyorum." "O zaman arkadaşın olmamıza izin ver. En azından dene." iç çekti. Sarp'ın dediklerine katılıyordum. Haklıydı.
"Ne giymem gerekiyor? Partide?" şaşkınlıkla ona baktık. "Bakmayın öyle. Her an kararımı değiştirebilirim." şaşkınlıktan kurtulup "Teşekkür ederim."
"Ben teşekkür ederim. Umarım arkadaş olduğumuza pişman olmazsınız." güldük. Sarp'ın sarılmasıyla biz de katıldık. Kapı açılmak için zorlandı. Uzaklaştık. Etraftaki yemek çöplerini kaldırdıktan sonra Cem kalkıp açtı. Ablası gelmişti.
"Kapı neden kilitli?" "Benim odam." meydan okuyan bakışlarını ablasına dikti. "Artık gidin. Dinlenecek." ayağa kalktık. "Oturun. Selenay çık." Saçlarını savurup odadan çıktığında eşyalarımızı toplamaya başladık.
"Kusuruna bakmayın. Biraz patavatsız." "Önemli değil. Haklı. Biz artık gidelim. Hasta ziyaretinin kısası demişler. Sen de dinlen. Pamir seni almaya gelir. Ayağın iyileşirse spora da gel." kafa salladı.
"Gelirim." "Ne zaman ihtiyacın olursa ara. Geliriz." "Teşekkür ederim." "Her zaman." abur cubur poşetini gördüğümde alıp uzattım. "Bunu sıkılırsan yersin diye aldık. Film izlerken iyi gider." poşete baktı. "Çok teşekkür ederim. Beni düşünmeniz, duygulandırdı."
"Her zaman." tek tek sarılıp vedalaştık. "Acıkıp, yemeğe çıkmak istemezsen ara hemen geliriz." "Çok tatlısınız." "İstediğin bir şey var mı?" "Hayır. Her şey için teşekkürler."
Çantalarımızı aldıktan sonra odasından çıktık. Kapıyı açtığımız sırada Selim bahçe kapısından içeri girdi. "Siz hala gitmediniz mi?" "Gidiyoruz şimdi." "Ablam iyi mi?"
"Evet. Odasında." "Teşekkür ederim geldiğiniz için." "Önemli değil ufaklık. Hadi biz gidiyoruz. Görüşürüz." el salladı. Biz de vedalaşıp eve döndük. Bugün gerçekten çok tuhaf bir gündü.