bc

Evlilik Oyunu+18

book_age18+
238
TAKİP ET
1.7K
OKU
dark
contract marriage
love after marriage
curse
mafia
love at the first sight
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Kapının açılma sesini duyduğumda irkildim. Boran'dı. Üzerinde sadece bir havlu vardı, saçları nemli, duştan yeni çıkmış gibiydi. Vücudundaki su damlacıkları, gergin kaslarında parlıyordu. Yüzündeki o soğuk ifade ise hiç değişmemişti. Beni görünce bir an duraksadı, sonra içeri girdi.

"Boran," dedim, sesim titriyordu. "Neden böyle yaptın? Bir ay boyunca neden beni tek başıma bıraktın burada? Neden aramadın doğru düzgün?"

Yatağın kenarına, umursamazca oturdu. Omuz silkti. "Sen benim gerçek karım mısın ki, sana hesap vereyim Elif?" Sesi alaycıydı, dalgacı bir ton vardı içinde. "Bu sadece sahte bir evlilik, bunu unuttun mu?"

Sözleri, yüzüme çarpan soğuk bir tokat gibiydi. Canım yandı. O anki öfkeden mi, yoksa kırgınlıktan mı bilmiyorum, ağzımdan o kelimeler döküldü. "Ama... Beraber olduk biz! Unuttun mu o geceyi?"

Boran'ın dudaklarının kenarı alaycı bir şekilde kıvrıldı. Yüzüne baktığımda, o acımasız gülümsemeyi gördüm. "Ah, o mu?" dedi, sesi adeta içimi parçalıyordu. "O sadece anlık bir zevkti Elif. Aşiretin adetlerini yerine getirmek gerekiyordu, hepsi bu. Senin için bir anlam ifade ettiyse, o senin sorunun."

Gözlerimden yaşlar sel oldu aktı. "Sen... Sen nasıl bu kadar vicdansız olabilirsin?" diye hıçkırdım. Bütün vücudum titriyordu. Onun bu ağır sözleri, kalbimi bin parçaya ayırmıştı. Beni bir eşya gibi, bir görev nesnesi gibi görmüştü.

Boran ayağa kalktı. Bana yaklaştı. Yüzündeki o taş gibi ifade beni dondurdu. "Kendine gel Elif," dedi, sesi adeta buz kesmişti. "Bu evliliğin ne olduğunu en başından biliyordun. Duygulara yer yok. Şimdi git ve yüzünü yıka. Akşam yemeğine inmeliyiz."

-Evlilik Oyunu -

Yazardiana’nın kaleminden: Tehlikeli bir aşiret erkeği ile masum bir kadının yasaklara meydan okuyan tutkulu hikayesi.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Karanlık ve zarafet
İstanbul’un haritasında adı geçmeyen, taksi şoförlerinin bile uğramaktan çekindiği bir sokaktı onlarınki. Duvarlar rutubetten solmuş, pencereler kırık, çatılar teneke yama tutmuştu. Burada geceler sessiz değil, tetikteydi. Kimin hangi kapıdan çıkacağı belli olmazdı. Yoksullukla suç iç içe geçmiş, umut yerini sessizliğe bırakmıştı. Ama işte tam da o sokakta… Çökmüş binaların, paslı demirlerin, sabaha karşı susturulmuş çığlıkların ortasında… Bir kız yürüyordu. Ve her adımı, bu çürümüş sokaklara yakışmayacak kadar zarifti Adı Elif idi Yirmi dört yaşında.Küçücük bir evde, omuzlarında bir hayatın yükünü taşıyan bir ablaydı sadece. Ama onu gören kimse “sadece” diyemezdi. Zira gözleri… ah, o gözleri… Bir bakıyordu, insan içindeki tüm günahlarını unutuveriyordu. Teninde yoksulluğun izleri değil, kaderin cilvesi vardı. Yüzü aydınlık ama hüznü taşıyan bir masal gibiydi. Sokaktan geçen herkes —ister torbacı, ister pazarcı, ister sokak serserisi— ona bakmadan edemezdi. Bakan bir daha bakmak isterdi. Ama o, başını kaldırmazdı. Güzelliği bir süs değil, bir sınavdı onun için. Bazı isimler fısıltıyla anılır. Bazı insanlar sahneye girmeden önce gölgeleri düşer duvarlara. Ve bazı adamlar… Geldiklerinde şehir nefesini tutar. İşte Boran Kandemir Adı İstanbul’un karanlık defterlerine altın harflerle yazılmıştı. Mardin’in en köklü, en geniş aşiretlerinden birinin tek varisiydi. Ailesi binlerce dönüm toprak, yüzlerce iş, onlarca adamla doğuya hükmederken; Boran, batıya gelmişti. İstanbul onun oyun tahtasıydı. Para mı? Sadece bir araç. Asıl serveti, herkesin boyun eğdiği korku ve saygıydı. 1.90 boyunda, karanlık gözleriyle bir adam düşün. Sadece yürürken bile önündeki kalabalık ikiye ayrılır. Konuşmadan bile dinlenir. Öyle bir karizma ki; bir bakışıyla insanın boynundaki kravat dar gelir, yalanlar boğazda düğümlenir. Boran nadir konuşurdu. Ama konuştuğunda, kelimeler bıçak gibi keserdi. Gülmezdi, tebessüm etmezdi. Zaten kimse ondan şaka beklemezdi. Çünkü Boran’ın varlığı bile ciddiyetti. Lüks arabalar, pahalı saatler, özel korumalar… Hepsi vardı. Ama o hiçbirine bağımlı değildi. Çünkü o neyle gelse, zaten herkes onun geldiğini anlardı. İstanbul’a her gelişinde, bazıları sevindi, bazıları endişelendi. Kimi otel sahipleri odaları boşaltırdı onun için. Kimi iş insanları, toplantılarını iptal edip randevu peşine düşerdi. Ama Boran’ın vakti yoktu. O, ne isterse alır, ne istemezse görmezdi. Ama bu sefer İstanbul’a gelişi farklıydı. Bu sefer yalnızca iş için değil… Kaderin gizli sayfasına yazılmış bir karşılaşma için geliyordu. Henüz haberi yoktu… Ama bu şehirde, en karanlık sokaklardan birinde, gözleriyle bile boyun eğdiren bir kıza rastlayacaktı. Ve o an geldiğinde, sessizliğini ilk kez bozacak, kalbine gömülü olan soğukluk ilk kez çatlayacaktı. Elif’in ağzından Sabahlar sessiz olur bizim evde.Çünkü kimse neşeyle uyanmaz.Ama yine de ben uyanırım, sanki her şey yolundaymış gibi…Sanki çatlak duvarlar, paslı borular, soğuk mutfak hic yokmuş gibi… Gözlerimi açtığımda ilk düşündüğüm şey kardeşlerim olur.Ali hâlâ rüyasında konuşuyordu. Rüya battaniyeyi ayağıyla tekmelemişti, üstünü örttüm.Saat 06:30. Hemen kalkmalıydım.Mutfağa geçtim. İçeri sinmiş küf kokusunu bastırmak için camı açtım. İki dilim bayat ekmek, biraz zeytin… Kahvaltı dediğimiz şey, sadece alışkanlıktı artık. Yerleri süpürdüm, banyoyu çamaşır suyuyla bastım. İnsan fakir olunca her şey temiz olmalı diye düşünüyor. Tek sermayemiz bu: temizlik ve gurur. “Rüya ! Ali! Hadi uyanın, okula geç kalacaksınız!” Sesim mutfağa geri dönüyordu. Uyanmalar, şikayetler, aceleyle giyinmeler… Anneme çay koydum, ılık olsun sever. O da birazdan çıkacaktı, üçüncü evine temizlik için gidecek. Saat tam yedi buçuğu gösterirken herkes dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Ali çantasını sürükleyerek geldi, Elif saçlarını düğümlemişti. Annem yorgun ama güçlüydü. Ona sarıldım. “Ben de birazdan çıkacağım anne. İş arayacağım artık. Bu böyle gitmez.” Annem yüzüme baktı, üzülerek gülümsedi. “Senin yerin burası değil kızım… Ama ben seni böyle görmek istemiyorum. Yeter ki kendini yorma.” Kapıyı kapattılar. Ev sessiz kaldı. Ama o sessizlik fazla uzun sürmedi. Kapı çaldı. Kalbim sıkıştı. Kapıya yürürken içimde tuhaf bir his vardı. Zile ikinci kez basıldı. Açtım. “Elif Hanım,” dedi ev sahibi. Altın dişleri parlıyordu, gömleği ütüsüz, bakışları iğrençti. “Kiraya zam geldi. Herhalde biliyorsun.” “Ama daha geçen ay da zam yaptınız.” “Öyle ama bu devirde yerinizde kalmak bile lüks. Neyse… Yeni kira bu, üç güne kadar ödemeyen… çıkar.” Gözlerime uzun uzun baktı. Yüzümü süzdü. Bir adım daha yaklaştı. “Senin gibi güzel bir kız… İş mi arar hâlâ? Yardımcı olurum istersen. Hem… başka yollar da var, biliyorsun…” “ÇEKİLİN KAPIMDAN!” Kapıyı yüzüne çarptım. Ellerim titriyordu. Yutkundum. Ağlamadım. Ağlamak zayıf gösterirdi beni, buna hakkım yoktu. Telefonu elime aldım, annemi aradım. “Anne… artık ne iş olursa yapacağım. Gerekirse gece gündüz. Bu adam yine geldi, zam yaptı, tehdit etti.” “Sakın üzülme. Sakın geri durma kızım. Ne gerekiyorsa yap. Ama kimseye eğilme.” Annemin sesi titriyordu. Benimki daha da derinleşti. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı ama hâlâ ayakta duruyordum. Bir kot pantolon, sade bir bluz giydim. Saçlarımı sıkıca topladım. Ve çıktım evden. Otobüs durağında beklerken, başımı kaldırmadım. Ama otobüs geldiğinde camdan bana bakan bir adamın gözlerini hissettim. Henüz oturmamıştım ki, otobüs bir kırmızı ışıkta durdu. Tam da o anda… Yanımızdan bir araba geçti. Simsiyah, camları koyu renkli, içi gece kadar karanlık. Ama arka camı yarı açıktı. Ve içeride, bakışlarını direkt bana kilitleyen bir adam vardı. Onu o an tanıdım. Ama nasıl tanıdığımı bilmiyorum. Sanki bir hayat boyu beni izlemiş gibiydi. Bakışları, emir gibi. Gözleri karanlık ama sıcak değil—ateşli ama soğuk. Ben gözlerimi kaçırdım. Ama o… Bakmaya devam etti. Sanki gözlerimle bir yemin etmişim gibi. Otobüs hareket etti. Karnımda garip bir düğüm vardı. İlk defa bir bakış, korkutmadan sarsmıştı beni. Kafamı toparlayıp otobüsten indim. Bir restoran vardı, küçük ama işlek. Camları parlıyor, dışarıya kahve kokusu yayılıyordu. Yüzüme bir tebessüm yerleştirmeye çalıştım ve içeri girdim. “Merhaba, iş ilanınız vardı sanırım.” Kasadaki genç kadın baştan aşağı baktı. “Daha önce çalıştınız mı?” “Hayır ama hızlı öğrenirim.” Kadın biraz burun kıvırdı ama sonra mutfağa seslendi: “Ali abi! Bak, yeni başvuru!” İçeriden geniş gövdeli, 40’larında bir adam çıktı. Bakışları sertti ama adil duruyordu. “Ne iş arıyorsun kızım? Servis mi, temizlik mi?” “Fark etmez. Ne olursa yaparım.” Ali abi bir an başını salladı. “Yarın sabah gel. Sekiz gibi.” İçimde ufak bir umut kıpırdadı. Dışarı çıktım. Gökyüzüne baktım. Ve hâlâ içimde, simsiyah bir bakış yanıyordu. Karanlık bir adam… Ve ben, o karanlığın içine doğru ilk adımı atmıştım. Sokakta yürürken ayaklarımın altı acıyordu ama farkında değildim. Restoranın içi sıcak ve mis gibi kahve kokuyordu ama… Kadının yüzündeki o ifadesizlik, Ali abinin “yarın gel” demesi… Bunlar o işin bana verilmeyeceğini hissettiriyordu. “Belki çağırmazlar bile…” dedim kendi kendime. Ama yine de başımı dik tuttum. Çünkü pes edemezdim. Otobüs durağına yürüdüm. Soğuk hafiften bastırmıştı. Cebimde ne eldiven vardı, ne bir şal. Sokakta insanlar hızlı hızlı yürüyordu. Herkesin bir telaşı vardı. Benimkini kimse bilmiyordu. Durağa vardım. Bekledim. Bir otobüs geçti, ama doluydu. Bir diğeri geldi, başka bir yöne gidiyordu. Dakikalar geçti. Bacaklarım ağrıyordu, ama bekliyordum. Gözlerim yolun ucunda, kulaklarım uzak bir motor sesi arıyordu. “Elif?!” diye bir ses duydum. Başımı çevirdim. Tanıdık bir yüz… Zehra. Lise sıralarından tanıdığım, sonra üniversiteye giden, hayata bizden birkaç adım önde başlayan o kız… Ama hâlâ aynı sıcak gülümsemesiyle karşımdaydı. “Zehra! Sen misin?” Sarıldık. Sanki yıllardır görüşmemişiz gibi. Kokusu temizlik, gözleri huzur doluydu. “Ne yapıyorsun burada? Çok zayıflamışsın… iyi misin?” Gülümsemeye çalıştım. “İyiyim canım. İş aramaya çıktım bugün.” Kaşlarını kaldırdı. “Cidden mi? Nereye başvurdun?” “Bir restorana. Ama… çok umutlu değilim. Gözlerinden belliydi almayacakları.” Zehra başını salladı, biraz düşündü. Sonra gözleri parladı. “Biliyor musun, ben bir hukuk bürosunda çalışıyorum şimdi. Yeni başladım. Daha geçen gün çay servisi için bir eleman arıyorlardı. Temiz bir yer, düzgün insanlar. Dilersen seni götüreyim, ben söylerim direkt.” Bir an inanamadım. “Gerçekten mi? Ciddi misin?” “Tabii ki ciddiyim! Hem avukatlar ne kadar yoğun biliyorsun, kimse seni rahatsız etmez. Haftalık da veriyorlar ücreti, sigorta falan da var.” Gözlerim doldu. Ama sakladım. Zehra’nın gözlerinde, yıllardır unuttuğum o “şans” denen şeyin izleri vardı. “Zehra… Allah razı olsun. Vallahi ne yapacağımı bilmiyordum. O restoran işi de yatacak gibi.” “O zaman gel benimle. Yarın gel, tanıştırayım seni. Ben seni öyle başıboş bırakmam.” Bir an sarıldım ona. Kız kardeşim gibi… Sanki bu şehirde hâlâ iyi insanlar varmış gibi… “Bu iyiliğini hiç unutmayacağım,” dedim. “Bana bak, iş çıkınca bana çay getirirsin, borç ödenir,” diye güldü. Güldük. Belki günüm ilk defa bu kadar aydınlanmıştı. Ama içimde hâlâ, otobüsün camından beni izleyen o siyah gözler dolaşıyordu. O bakış… Bir şeyin başlangıcıydı sanki. Henüz adını koyamıyordum ama… Ve bu şehir, artık eskisi gibi olmayacaktı. Ertesi sabah, hava biraz daha serindi. Gri gökyüzü sanki yağmurla tehdit ediyordu ama ben hiç umursamadım. Çünkü ilk defa içimde bir ışık vardı. Zehra’ya güveniyordum. Ona borçlu olduğumu biliyordum ama bu borç, sırtıma yük değil, yüreğime umut olmuştu.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

HÜKÜM

read
224.1K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.8K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
1.8K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook