1. BÖLÜM
En Karanlık Gece
Operasyon haberi geldiğinde saat 03.47’ydi. Herkes yatağında misil misil uyurken, tam teçhizat hazırlanıp helikopterin bizi alacağı konuma doğru ilerledik. Saat 04.01’de helikoptere bindik. Her yer zifiri karanlıktı, elini uzatsan göremeyeceğin cinsten. Askeriyeye yeni katılan bir er, çatışma sırasında konumunu şaşırmış ve ekibinden ayrılmak zorunda kalmış. Şimdi tek başına mücadele ediyormuş. Ekibi, yer değiştirdikleri için ona ulaşamıyor, başka bir grupla çatışmaya devam ediyordu. Haberi alır almaz yola koyulduk.
Gölge birden bağırdı:
“Görev bitince kınaya ben de geleceğim komutanım!”
Kafamı kaldırıp ona baktım. Gözleri parlıyordu.
“Görev bitmez asker!” diye tok bir sesle cevap verdim. Sesim sert, duruşum netti.
Bizim ekip; Gölge, Hafız, Timsah, Soylu ve ben — Ateş 5’in kılık değiştirmiş efsane kadrosuyduk. Zorlu eğitimlerden geçip bir araya gelmiş, üç yıldır birlikte görev yapıyorduk. Allah korusun, canlarımız birbirimize emanetti. Hepsine tek tek baktım. O azim, o cesaret... Gözlerinden okunuyordu.
“İniş yapıyoruz, hazırlanın!” deyip kendimi ilk ben attım yere. Çevreyi hızla kontrol edip işaret verdim. Ardından aslanlarım da atladı. Onlara hep böyle seslenirdim: Ateşin Aslanları.
Zifiri karanlıkta, yavaş ve temkinli ilerliyorduk. Yalnız kalan askeri bulmak hiç kolay değildi. Sarmasıklar etrafımızı sarmıştı, çıt çıkarmadan ilerliyorduk. Her birimiz, en ufak ses kırıntısına kulak kesilmişti. Bir süre sonra küçük bir dereye denk geldik. Kenarında kan damlaları vardı. Yakınlardan çatışma sesleri geliyordu. Diğer ekip orayla ilgileniyordu, biz ise çok dikkatli olmalıydık.
Yaklaşık bir saattir delik bırakmadan arama yapıyorduk. Ortalık yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı ama hâlâ iz yoktu. Kimse konuşmuyor, herkesin gözü dört dönüyordu. Yer yarıldı sanki, asker ortadan kaybolmuştu. Tam umudu yitirmek üzereyken bir köpek sesi duyduk. Bize doğru koşuyordu. Timsah’ın paçasını çekiştirince onu takip ettik.
Küçük çalıların altında, cenin pozisyonunda kendini saklamıştı asker.
“Aferin asker,” dedim. Hafız’a göz işaretiyle onu kaldırmasını söyledim. Ama o sırada bir el ateş sesi geldi.
“Askerim, siz düşmansınızdır sandım, hareket edemedim,” dedi korku ve utançla.
Gülümsedim.
“Tekrar aferin,” deyip silah sesinin geldiği yöne döndüm, hedefi etkisiz hale getirdim.
“Hızla dönüyoruz, toparlanın!” dedim. Askerlerimi önüme aldım, en arkadan gelirken köpeğin vurulduğunu fark ettim. Askerin gözleri doldu, onu kurtaran köpek yaralanmıştı. Zaman kaybedemezdik. Köpeği kucağına aldı ve helikopterin bizi beklediği alana doğru hızla ilerledik.
Herkesi bindirdikten sonra ben de helikoptere atladım. Telsizi açtım:
“Komutanım, görev tamamlandı,” dedim. Askerin göğsündeki isme gözlerimi kısarak baktım.
“Tuna Zorlu bizimle karargâha geliyor.”
Karşıdan olumlu cevap gelince telsizi kapattım. Beremi çıkarıp yüzümü gösterince Tuna şaşkınlıkla,
“Komutanım, siz kadınmışsınız ya!” dedi.
Timdeki diğerleri yarı uykulu, yarı baygın halde gülmeye başladı.
“Ne o asker, beğenemedin mi?” dedim yine tok bir sesle.
Asker toparlandı, hemen diklendi:
“Yok komutanım… şey… dikkat etmemişim. O an şimdi böyle görünce şaşırdım.”
Hali şaşkındı ama komikti.
Küçük bir gülümsemeyle,
“Tamam asker,” dedim. Arkama yaslandım, gözlerimi kapattım.
Karargâha geldiğimizde üstüme haber verip doğruca duşa girdim. Sonra odama geçip uyudum. Timimle birlikte bana bir oda vermişlerdi ama ben rahat uyuyacağım diye doktorun odasını kendi odama çevirtmiştim. O da revirde dursun, ne işi var odada?
Uykunun kollarına yeni teslim olmuştum ki Hafız’ın sesiyle uyandım.
“Ne var Hafız!” diye sinirle baktım.
“Komutanım, kardeşinizin kınasına geç kalacaksınız,” dediğinde beynimde şimşekler çaktı. Aklım yeni yeni toparlanıyordu.
Aslında her şey çoktan hazırlanmıştı. Gölge kıyafetime kadar her şeyi valize koymuştu. Hepsiyle vedalaşıp hızla çıkıp otobüse zar zor yetiştim.
Sivil hayatımda, normal kızlar gibi olmayı çok istiyordum. Tırnak bakımı, saatlerce ayna karşısında makyaj yapmak... Ama olmuyordu işte. Askeri eğitimlerden sonra bu duygular küllenmişti.
Otobüste yol alırken bir anda Ebru Gündeş’in “Demir Ettim Yalnızlığa” şarkısı çalmaya başladı. Birden bire… Sonra biri telaşla “Pardon, yanlışlıkla oldu,” deyip kapattı ama olan olmuştu. Şarkının o birkaç sözü bile kalbime dokunmuştu.
Liseden bu yana, karşı komşumuzun oğlu Ali’yi seviyordum. Sessiz, derin bir sevgiyle. Platoniktim; haberi var mıydı, yok muydu bilmiyorum ama içten içe hep bekledim onu. Şimdi 27 yaşında bir üsteğmenim ama hissettiklerim… hâlâ 15 yaşındaki bir kız çocuğu gibi saf, umut dolu ve kırılgan.
Otobüsten inip eve vardığımda evde kalabalık bir insan sürüsüyle karşılaştım. Herkes koşuşturuyordu. Annemi bulup sarıldım, öptüm. Tanıdık tanımadık herkes “Hoş geldin,” deyip boynuma sarıldı. Konuyu uzatmak istemediğim için direkt odama geçip hazırlanmak istedim. Kardeşim kuaförde olduğu için onu henüz görememiştim ama nasıl olsa gelince görürüm diye düşündüm.
Elimden geldiğince kendimce hazırlandım ama içimden bir ses “Keşke kuaföre de gitseydim,” demeden edemedi. O sırada teyzem kapıyı çalıp içeri girdi, gözleri parıl parıl parlıyordu.
“Ay kızım, Umay Bilge! Ne güzel olmuşsun sen böyle, vallahi kıza benzemişsin!” dedi, hayran bakışlarının ardında ince bir dokundurma gizliydi. Gözlerimi devirdim.
“Sağ ol teyze…” dedim hafif alayla.
Konsept kırmızıydı. Kardeşim sağ olsun, yakın çevresini adeta Kızılay gibi kırmızıya boyamıştı. Herkes kırmızı kırmızı dolanacaktı etrafta. Teyzem beni dikkatle süzdükten sonra gülümsedi.
“Sana koca bulacağım ben, merak etme.”
Sanki ben merak ediyormuşum gibi.
“Teyzeciğim, sen hiç merak etme. Ararsam, ben bulurum zaten.” deyip odamdan çıktım.
Son kez aynaya baktım. Sarı saçlarımı düzleştirip önden bir tutam alarak arkada kırmızı kurdeleyle birleştirdim. Hafif ama yerinde bir makyajla yüzüm canlı görünüyordu. Kırmızı ince askılı elbisem, saten dokusuyla beni prenses gibi hissettiriyordu. Uçuş uçuş etekleriyle tam hayal ettiğim gibiydi. Gölge sağ olsun, kız arkadaşından yardım alıp hem bu gece, hem de yarınki düğün için elbiseleri seçmişlerdi bana. Operasyondan dolayı fırsatım olmamıştı, onlar halletmişti.
Telefonumu elime alıp fotoğraf çekip tim grubuna attım.
Ben: Fotoğraf... Nasıl olmuşum?
Gölge: Fıstık gibi komutanım 🤌🏻 Hemen Begüm’e atıyorum fotonu, seçtiği elbiseyle gurur duysun 😊
Hafız: Maşallah komutanım, nazar boncuğu taksaydınız
Timsah: Kavalye olurdum kız, niye çağırmadın beni
Soylu: Komutanım soyadınız gibi, ateş atıyorsunuz vallahi 🔥
Mesajlar bir bir düşerken yüzümde istemsiz bir sırıtma belirdi. Hoşuma gitmişti. Arada üniformadan çıkmak iyi hissettirmişti. Açıkçası... daha kadınsı.
Evdeki kalabalık dağılmıştı. Annem kapımı tıklattı, ardından kapıyı aralayıp içeri girdi.
“Hadi yavrum, baban aşağıda bekliyor. Biz de inelim. Hem sen de babanı gör.” dedi. Sonra beni süzdü.
Gözleri nemliydi, belli ki ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
“Umay’ım... Çok güzel olmuşsun kızım.” dedi, sesi titrekti.
“Teşekkür ederim anneciğim.” dedim, sarıldım.
Ağlamadan ayrılıp, “Hadi hadi, babamı bekletmeyelim,” diyerek aşağıya indik.
Babam, arabanın önünde durmuş, elinde sigarasıyla düşünceli bir şekilde bekliyordu. Eh, baba yüreği işte... Evden uçup gidecek kızına dayanmak kolay mı? Ona da sarılıp öptükten sonra salona geçtik.
Babam park yeri ararken ben arabadan inip kardeşim Aslı’nın yanına gitmek için hızla yürüyordum ki, arkamdan babam bağırdı:
“O taraf değil, sağdan git!”
Elimi kaldırıp tamam işareti yaptıktan sonra tam kafamı çevirip yürüyecektim ki... biriyle çarpıştım. Anın şokundan sıyrılıp, kaşlarım çatık şekilde kim diye bakarken... o Ali’ydi.
O da bana hayranlıkla bakıyordu. Bir süre sanki sadece ikimiz varmışız gibi donup kaldık. Özlem, hasret... Artık adına ne derseniz deyin.
Ama o anı bozan tiz bir ses oldu:
“Kusura bakma hayatım, geç kaldım!”
Gelen kız Ali’nin elini tuttu. Sonra bana dönüp hafif bir gülümsemeyle sordu:
“Merhaba, siz kimsiniz acaba?”
Kendime gelmem biraz zaman aldı. Hafifçe gülümsedim, başımı eğip arkama döndüm ve yürümeye başladım.
İnsanın kalbi kırılır mıydı?
İşte... benimki az önce kırılmıştı. Paramparça olmuştu.
Ama aslında parçalayan, kor ateşlerde yakan bendim herkesi. Kendimi yakacağımı düşünemeden..
Askerdim ben. Hiç hedef şaşırmadım bugüne kadar.
Ama şimdi anlıyorum ki... asıl hedefim benmişim.
Kendi kalbimi tam on ikiden vurup paramparça etmişim...