Story By Yht Tan
author-avatar

Yht Tan

bc
TESADÜFİ AŞK
Updated at Jun 3, 2025, 09:11
Bölüm 1: Tesadüfi Karşılaşmaİstanbul'un kalabalık sokakları, baharın ılık rüzgarıyla hareketlenmişti. Güneşin altın rengi ışıkları, tarihi yarımadanın taş binaları üzerinde dans ediyor, şehrin kendine has karmaşasına sıcak bir dokunuş katıyordu. Bu canlı atmosferin içinde, hayatının rutinine sıkı sıkıya bağlı genç bir kadın olan Elif, her zamanki gibi koşturuyordu.Yirmi yedi yaşındaki Elif, başarılı bir mimarlık ofisinde proje yöneticisi olarak çalışıyordu. İşine olan tutkusu, onu çoğu zaman uzun saatler boyunca masasının başına kilitlemiş olsa da, İstanbul'un tarihi dokusunu modern tasarımlarla harmanlama hayali, ona her türlü yorgunluğu unutturuyordu. Bugün de, önemli bir proje toplantısına yetişmek için acele ediyordu. Elinde kahve dolu bardağı, kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışırken, dikkatsiz bir an sonucu, önünde aniden duran birine çarptı.Sıcak kahve, Elif'in beyaz bluzunun önünü ıslatırken, çarptığı kişi de hafifçe sendeledi. "Çok özür dilerim! Gerçekten görmedim," diye telaşla mırıldandı Elif, peçeteleriyle lekeyi temizlemeye çalışırken.Karşısındaki adam, koyu renk gözleri hafifçe şaşkınlıkla açılmış, nazik bir gülümsemeyle Elif'e bakıyordu. "Önemli değil. Benim de acelem vardı sanırım." Sesi, İstanbul'un gürültüsü içinde bile sakin ve davetkar tınıyordu.Elif, başını kaldırıp adama baktığında, bir an için nefesi kesildi. Karşısında, uzun boylu, geniş omuzlu, karizmatik bir yabancı duruyordu. Dağınık koyu kahverengi saçları, hafifçe rüzgarda dalgalanıyordu. Üzerinde, sanki dünyanın farklı köşelerinden toplanmış gibi duran, rahat ama şık kıyafetler vardı. Gözlerindeki sıcaklık ve samimiyet, Elif'in içini hafifçe ısıtmıştı."Ben Elif," diye kekeledi, hala olayın şokunu atlatamamış bir şekilde."Memnun oldum, Elif. Ben de Demir." Adamın sesi, adıyla birlikte daha da anlam kazanmıştı. Demir... Tıpkı çelik gibi sağlam ve bir o kadar da çekici bir isim.Kısa bir an için, İstanbul'un kalabalığı ve koşturmacası sanki durmuştu. İki yabancı, tanımadıkları bir duygunun ilk kıvılcımlarıyla birbirlerine bakıyorlardı. Ancak zaman acımasızdı. Elif'in telefonunun alarmı çaldı, onu toplantısının başlamak üzere olduğuna dair uyarıyordu."Gitmem gerek," dedi Elif, hafif bir hayal kırıklığıyla. "Tekrar özür dilerim, Demir.""Sorun değil, Elif. Belki bir gün tekrar karşılaşırız," diye yanıtladı Demir, gözlerindeki anlamlı ifadeyle.Elif, aceleyle oradan uzaklaşırken, kalbinde tuhaf bir çarpıntı hissediyordu. Tanımadığı bu yabancı, Demir, sanki hayatının akışına küçük ama etkili bir müdahalede bulunmuştu. Toplantı boyunca zihni sık sık o anıya kaydı, Demir'in gülümsemesi ve sıcak bakışları aklından çıkmıyordu.Günler haftaları kovaladı. Elif, iş hayatının yoğun temposuna geri dönmüş olsa da, o tesadüfi karşılaşmanın izleri hala kalbinde tazeydi. Zaman zaman, o kalabalık sokakta Demir'i tekrar görme umuduyla yürürken kendini yakalıyordu. Ancak İstanbul, milyonlarca insanın yaşadığı devasa bir labirentti ve tesadüfler her zaman tekrarlanmıyordu.Bir akşam, Elif, en yakın arkadaşı Ayşe ile şehrin popüler bir kafesinde oturuyordu. Ayşe, Elif'in enerjik, hayat dolu ve sosyal kelebeği olan tam zıttıydı. Elif, o gün yaşadıklarını Ayşe'ye anlatırken, Ayşe'nin yüzünde meraklı bir ifade belirdi."Vay canına, Elif! İlk görüşte aşk mı dedin sen buna?" diye takıldı Ayşe, kahvesinden bir yudum alarak.Elif, hafifçe kızararak, "Saçmalama, Ayşe. Sadece... etkileyiciydi. O kadar.""Etkileyici ha? Anlaşıldı," diye gülümseyerek yanıtladı Ayşe. "Belki de kaderin bir cilvesidir, kim bilir?"O akşam, Elif eve döndüğünde, zihninde hala Demir'in anısı vardı. Ayşe'nin sözleri, içindeki o küçük umut kıvılcımını yeniden alevlendirmişti. Acaba gerçekten tekrar karşılaşabilirler miydi?Ertesi hafta sonu, Elif, uzun zamandır gitmeyi planladığı bir sanat galerisine gitmeye karar verdi. Şehrin tarihi bir semtinde yer alan bu galeri, genç ve yetenekli sanatçıların eserlerini sergiliyordu. Elif, sanatın büyülü dünyasına kendini bırakmak ve hafta içi yaşadığı stresin birazını atmak istiyordu.Galerinin loş ışıklı salonlarında dolaşırken, bir tablonun önünde duraksadı. Soyut renklerin ve cesur çizgilerin hakim olduğu bu eser, ona derin bir şeyler fısıldıyordu sanki. Tabloya o kadar dalmıştı ki, yanına birinin yaklaştığını fark etmedi bile."Etkileyici, değil mi?" tanıdık bir ses duyuldu yanında.Elif, irkilerek başını çevirdiğinde, gözlerine inanamadı. Karşısında, o kalabalık sokakta kahvesini döktüğü yabancı, Demir duruyordu. Kalbi, yeniden hızlanmaya başlamıştı."Demir... Siz... Burada?" diye şaşkınlıkla sordu Elif.Demir, sıcak bir gülümsemeyle yanıtladı. "Evet, buradayım. Sanatla aram iyidir. Ve görünüşe göre, kader bizi tekrar bir araya getirdi."O an, İstanbul'un büyülü atmosferi,sanatın dinginliği ve iki yabancının yeniden kesişen yolları, Elif'in kalbinde bambaşka bir duygunun yeşermesine neden oldu. Belki de Ayşe haklıydı. Belki de bu sadece bir tesadüf değildi. Belki de hayat, onlara bambaşka bir hikaye yazmak için bir fırsat sunuyordu
like
bc
Operasyon "Şafak Vakti"
Updated at Jun 3, 2025, 07:05
Güneydoğu Anadolu'nun sarp dağları, gece karanlığının koyu örtüsü altında sessizce uzanıyordu. Ayın soluk ışığı, zirvelerdeki kar kalıntılarına gümüşi bir parıltı veriyor, vadilerdeki gölgeleri daha da derinleştiriyordu. Bu ıssız coğrafyanın kalbinde, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin özel bir birliği, nefeslerini tutmuş, kritik bir operasyonun başlamasını bekliyordu.Bordo Bereliler'in seçkin timi "Şahinler", terör örgütünün kilit isimlerinden birinin saklandığı, ulaşılması zor bir mağara kompleksinin girişinde konuşlanmıştı. Timin lideri, otuzlu yaşlarının ortasında, çelik gibi bakışlara ve her türlü zorluğa meydan okuyan bir duruşa sahip olan Yüzbaşı Murat Demir'di. Demir, yıllarca süren zorlu eğitimler ve sayısız operasyonla yoğrulmuş, tecrübeli bir komandoydu.Yanında, timin keskin nişancısı ve sessiz ölümün ustası olarak bilinen Uzman Çavuş Ali Kaya vardı. Ali, soğukkanlılığı ve isabetli atışlarıyla timin vazgeçilmez bir parçasıydı. Hemen yanında ise, telsiz ve elektronik harp uzmanı, pratik zekası ve teknik bilgisiyle her türlü iletişim sorununu çözen Astsubay Çavuş Emre Yılmaz bekliyordu. Timi tamamlayan diğer üyeler ise, yakın çatışma uzmanı, dinamik ve cesur Onbaşı Serkan Güneş ve muharip sıhhiyeci, her türlü yaralanmaya anında müdahale edebilen Uzman Çavuş Ayşe Yıldırım'dı. Ayşe, timdeki tek kadın olmasına rağmen, cesareti ve yetenekleriyle tüm silah arkadaşlarının saygısını kazanmıştı.Yüzbaşı Demir, gece görüş dürbünüyle mağara girişini son bir kez kontrol etti. Her şey planlandığı gibiydi. İstihbarat birimlerinden alınan bilgilere göre, terör örgütünün sözde "emir komuta konseyi" üyesi Azad kod adlı terörist, bu mağara kompleksinde saklanıyordu. Azad'ın yakalanması, örgütün bölgedeki faaliyetlerine büyük bir darbe vuracaktı."Şahinler, saatler 03:00'ü gösterdiğinde operasyon başlıyor. Sessizlik ve sürat önceliğimiz. Herkes görevine odaklansın," diye fısıldadı Demir, telsiz aracılığıyla tim üyelerine son talimatlarını iletirken. Sesi, gece kadar sakin ama çelik kadar kararlıydı.Saatler ilerledikçe gerilim artıyordu. Tim üyeleri, üzerlerindeki teçhizatın ağırlığını hissetmiyor gibiydi. Zihinleri, tek bir amaca kilitlenmişti: Görevi başarıyla tamamlamak ve vatan topraklarını teröristlerden temizlemek.Tam saat 03:00'ü gösterdiğinde, Yüzbaşı Demir elini havaya kaldırdı ve ardından yavaşça aşağı indirdi. Bu işaret, operasyonun başlangıcıydı. Şahinler timi, gece karanlığının içinde hayaletler gibi hareket ederek mağara girişine doğru sessizce ilerlemeye başladılar.Ali, keskin nişancı tüfeğiyle kritik noktaları gözetlerken, Emre jammer cihazını aktif hale getirerek bölgedeki tüm iletişimi kesti. Serkan ve Ayşe, Demir'in hemen arkasında, olası bir çatışmaya karşı tetikte bekliyorlardı.Mağara girişine ulaştıklarında, Demir dikkatlice etrafı dinledi. İçeriden hafif bir ses duyuluyordu. Muhtemelen nöbetçi teröristin ayak sesleriydi. Demir, Serkan'a işaret etti. İkisi birlikte, sessizce mağaranın karanlık ağzından içeri sızdılar.İçerisi zifiri karanlıktı. Demir ve Serkan, gece görüş gözlükleriyle ilerlemeye çalışıyorlardı. Mağaranın nemli ve küf kokulu havası, buranın uzun süredir kullanıldığını gösteriyordu. Birkaç metre ilerledikten sonra, bir ışık huzmesi belirdi. Muhtemelen nöbetçi teröristin bulunduğu yerdi.Demir ve Serkan, birbirlerine bakarak anlaştılar. Aynı anda hareket ederek, ışığın geldiği yöne doğru sessizce yaklaştılar. Nöbetçi terörist, elindeki AK-47 tüfeğiyle duvara yaslanmış, uykulu gözlerle etrafı gözetliyordu.Ani bir hareketle Demir, teröristin üzerine atıldı. Serkan da aynı anda silahını doğrultmuştu. Nöbetçi, ne olduğunu anlamadan etkisiz hale getirilmişti."Emre, Ayşe, Ali, içeri geliyoruz," diye fısıldadı Demir, telsiz aracılığıyla diğer tim üyelerine haber verirken.Şahinler timi, mağaranın derinliklerine doğru ilerlemeye başladılar. İçeride farklı odacıklar ve geçitler vardı. İstihbarat raporlarına göre, Azad'ın bulunduğu ana karargah, mağara kompleksinin en derin noktasındaydı.İlerledikçe, silah sesleri duyulmaya başladı. Muhtemelen diğer teröristler uyanmışlardı. "Çatışmaya hazır olun," diye emretti Demir. "Azad'ı sağ olarak ele geçireceğiz."Şahinler timi, dar ve karanlık geçitlerde teröristlerle amansız bir çatışmaya girdi. Kurşun sesleri mağaranın duvarlarında yankılanıyor, barut kokusu havayı sarıyordu. Ali, kritik noktalardan keskin nişancı tüfeğiyle teröristleri etkisiz hale getirirken, Serkan ve Ayşe, Demir'in önünü açarak ilerliyorlardı. Emre ise, telsizle sürekli olarak komuta merkeziyle iletişim halindeydi ve olası bir takviyeye karşı önlem alıyordu.Yüzbaşı Demir, en önde, kararlılıkla ilerliyordu. Gözlerinde tek bir hedef vardı: Azad'ı yakalamak ve bu kanlı örgütün liderlerinden birini adalete teslim etmek. Operasyon "Şafak Vakti", Türkiye için umut dolu bir başlangıç olacaktı.
like
bc
Kan Kırmızısı Ufuk
Updated at May 21, 2025, 02:16
İstanbul semaları, her zamanki gibi telaşlı martı çığlıkları ve boğazın tuzlu esintisiyle doluydu. Ancak bu sabah, bu tanıdık senfoniye keskin bir yabancı ses karıştı: bir helikopterin alçak irtifada süzülürken çıkardığı uğultu.Eski bir sahaf dükkanının loş ve tozlu rafları arasında kaybolmuş olan Arya, bu rahatsız edici sesi duyduğunda irkildi. Parmakları, 18. yüzyıldan kalma, cildinde tuhaf semboller olan bir kitabın yıpranmış sayfalarında geziniyordu. Bu tür antika eserlere olan tutkusu, onu şehrin kalabalığından uzaklaştıran bu sakin köşeye sık sık getiriyordu.Helikopter sesi yaklaştıkça, dükkanın vitraylı pencerelerinden sızan sabah güneşi titremeye başladı. Arya, içindeki huzursuzluğa anlam veremeden kitabı yavaşça bıraktı. Tam o sırada, dükkanın eski ahşap kapısı büyük bir gürültüyle kırıldı ve içeriye siyah maskeler takmış, ellerinde susturuculu silahlar olan üç adam daldı."Kimse kıpırdamasın!" diye kükredi iri yapılı olanı. Gözleri Arya'yı bulduğunda, yüzünde acımasız bir ifade belirdi. "Kitabı ver!"Arya şaşkınlıkla donakaldı. Ne kitabı? Neden bu adamlar buradaydı? Daha ne olduğunu anlamadan, adamlardan biri ona doğru atıldı. İçgüdüsel bir hareketle geriye doğru sendeledi ve elindeki antika kitap yere düştü.O anda, Arya'nın zihninde bir şimşek çaktı. Dedesi, ona bu tür eski kitapların sadece bilgi değil, aynı zamanda tehlike de barındırabileceğini anlatmıştı. Üzerlerindeki sembollerin şifreler, gizli geçitler açan anahtarlar olabileceğini fısıldamıştı.Adam tam ona ulaşmak üzereyken, Arya raftan gelişigüzel bir kitap kaptı ve adamın yüzüne fırlattı. Adam sersemleyerek gerilerken, Arya yere eğilip dedesinin ona emanet ettiği o gizemli kitabı hızla yerden aldı."Onu yakalayın!" diye bağırdı maskeli adamlardan bir diğeri.Arya, kalbi göğsünde bir kuş gibi çırpınarak dükkanın arka kapısına doğru koştu. İstanbul'un dar ve labirent gibi sokakları onu bekliyordu. Elindeki antika kitap, şimdi hem bir sır hem de hayatta kalma mücadelesinde en değerli kozuydu. Peşindeki adamlar ise, bu sırrı ne pahasına olursa olsun ele geçirmeye kararlıydılar. Kan kırmızısı ufukta, Arya için amansız bir kovalamaca başlamıştı.
like