3- ~TUTSAK~

975 Words
Sen gecemde ki yıldızları ve gündüzümde ki güneşi yanında götürdün. Sonunda sadece karanlıkta ki bulutlar kaldı. __________________________? Uykuyla uyanıklık arasında geçmişe dair anılarım canlanıyordu; "Baba benim ne okumamı istersin? Senin istediğin mesleği yapıp benimle gurur duymanı sağlamak istiyorum. Bu yüzden içinden geçen mesleği söyle bana, baba." "Kızım elbette senin istediğin, sevdiğin meslek daha önemli. Bunu hayatın boyunca yapacaksın. Bu yüzden senin seçmen daha doğru tabi ama benim minik kızım doktor olup hayat kurtarıp, insanlara umut olmasını çok isterim. Benim gönlümden geçen budur. Senin bu mesleği yapacağına inanıyorum, canım kızım" "Doktor olacağım baba. Senin de dediğin insanlara umut olmak istiyorum. Bu yüzden elimden geldiğince ders çalışıp doktor olacağım. Seni gururlandıracağım baba." "Hey, şşht, heey! kızım uyansana." Omuzum da hissettiğim dürtülerle gözlerimi usulca açtığım da yanımdaki adamın arabadan inmiş, kapı kolunu tutup içeriye baktığını gördüm. "Çık şu arabadan." dediğinde Hemen kendimi toparlayıp arabadan indim. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde sık ağaçlarla çevrili ormanlık bir alanda olduğumuzu fark ettim. Tam karşımda da 2 katlı, koyu yeşil bir ev ve evin etrafında siyah giyinimli adamlar vardı. Böylece kaçma şansımın hiç kalmadığını anladım. Adam kolumdan tutup sertçe ileriye doğru itekleyince; "Az yavaş ol. Bana böyle davranacağın hiçbir şey yapmadım!" "Senin dilin çok uzun. Biliyor musun? Bunun yüzünden her an canından bile olabilirsin. Kapa çeneni de yürü." Kendini ne sanıyordu bu herif? Beni yine öne doğru itekleyince onu durdurdum. "Pislik herif bırak kolumu." Kolumu geri çekmeye çalıştım ama gücüm yetmediği için yerinden bile kıpırdatamadım. Tuttuğu kolumu aniden bıraktığında geriye doğru sendeledim. Daha kendime gelememiştim ki suratıma inen tokatla dizlerimin üzerinde yere kapaklandım. Canım hem çok yanıyor hem de tükenmiş bir vaziyetteydim. Patronumun öldürüldüğünü gördüğüm yetmezmiş gibi kimseden görmediğim şiddeti lanet bir heriften görüyordum. Bu çok fazlaydı. dayanacak gücüm kalmamış, Ne olacaksa olsun istiyordum. Ellerim yere düştüğüm de sürtündüğü için küçük sıyırıklar oluşmuş, acıyordu. Adi herif kolumdan tuttuğu gibi beni tekrardan ayağa kaldırıp eve doğru yürüttü. Kapıya geldiğimiz de bir kaç defa kapıyı çaldı. Çok geçmeden siyah giyinimli bir adam kapıyı açmıştı. "Patron, odasında mı?" "Odasın da." Bir baş hareketi yaptı ve beni merdivenlere doğru ilerletip yukarı çıkarmaya başladı. Çok hızlı tırmandığından takılmamak için büyuk bir uğraş veriyordum. Hiç gücüm kalmamış, yürümeye bile mecalim yokken azıcık insan gibi davransa nolurdu sanki? Siyah boyalı olan dar bir koridora girdiğimiz de beni az ileride ki kapıya doğru daha sertçe çekiştirdi. Etrafın komple siyah olması endişelerimin artmasına neden oluyordu. Kapıyı yumruk yaptığı eliyle 2 defa vurdu. İçerden gelen "gel" sesiyle kapıdan önce kendisi girdi. Ardından beni de arkasından içeriye soktu. Odaya kısa bir bakış attığımda odanın duvarları ve çalışma masasının da koridordaki gibi siyahla kaplı olduğu hemen gözüme çarptı. Koltuğun arkasında ki duvarda 2 büyük beyaz lamba, ortasında altın rengi ve siyah karışımında yuvarlak bir demir vardı. Tavanda ki altın rengi lamba etrafa ürkünç bir ışık saçıyordu. Aniden bir kapı kapanma sesi duyduğum da yanımda ki adamla dikkatimiz oda da yeni farkettiğim, banyodan çıkan adama kaydı. patronumu sokak ortasın da öldüren adamın ta kendisiydi. Beni gördüğü anda yüz kasları gerildi. Bakışlarını yanımda ki adama çevirdi. "Yavuz! naptın lan kıza!" diye bağırınca irkilip bir adım geri gittim. "Abi çok zorladı, söz dinlemiyordu. Vurmak zorunda kaldım." "Kes! Dudağını patlatmışsın kızın. Kardeşim demem dalacağım şimdi sana. Çık dışarı gözüm görmesin seni!" Kardeşim mi! Bu herif onun kardeşi miydi? Adam bir baş eğip gitmek için hemen arkasını döndüğünde göz göze geldik. Bende olan sinirli bakışlarıyla kapıyı açıp odadan çıktı. Dudağım mı patlamıştı? Elimi kaldırıp dudağıma sürdüğüm de acıdan hemen geri çektim. Gözlerim parmaklarımı bulduğunda bir kaç damla kan parmağıma bulaşmıştı. Vurduğun da yara olduğunu farketmemişim bile. Şimdi dokunduğum da acısının yavaş yavaş artığını hissediyordum. Dudağımın patlamış olmasına mı? ya da uyuz herifin onun kardeşi olduğuna mı şaşırsam bilemedim. Karşımda ki adam banyoya tekrar girdi. Kısa süre içerisin de geri döndüğünde elinde peçeteyle yanıma yaklaşıyordu. Gözlerim onu süzerek vücudunda ve yakışıklı yüzün de keşfe çıkmıştı. Koyu siyah saçlarından bir kaç tel gözlerinin üzerin de yer edinmiş, açık mavi gözleri tıpkı bir gökyüzünü andırıyor pürüsüz yüzü ve kaslı vücuduyla endamını gözlerimin önüne seriyordu. Geniş omuzları, onu iri ve güçlü gösteriyordu. Gözlerim mavi gözlerin de takılı kalmıştı. Öyle güzeldi ki saatlerce durup bakabilirdim. Yanıma gelip peçeteyi dudaklarıma yaklaştırdığın da durdu. Gözleri gözlerimdeydi. O gözlerden bakışlarımı bir türlü çekemiyordum. Utangaçlığımı tam olarak nerde kaybetmiş olabilirim? Ben kimsenin gözlerine bu kadar uzun bakamazken neden bu adamın gözlerinden alamıyordum gözlerimi? Nefes alış verişlerimin hızı artıyordu. Peçeteyi hafifçe alt dudağıma değdirdiğinde acısından yüzümü ekşittim. Alt dudağıma hafiçe baskı uygulayıp silerken bile gözlerimiz ayrılmıyordu. Daha fazla dayanamayıp elimi elinde ki peçeteye atarak elinden aldım. Gözlerim tekrar o derin mavilikleri bulmasın diye bakışlarımı peçeteye diktim. "İyi misin?" Kalın, erkeksi sesi kalbimin hızının daha fazla artmasına neden olurken başımı sallayarak onay verdim. Elimde ki peçeteyle dudağıma hafif baskılar yaparak temizlerken adam çalışma masasına ilerleyip, koltuğuna oturdu. Ve gökyüzü renginde ki maviliklerini bana dikti. Elimde ki peçeteyi kanı temizlediğimi düşünerek dudaklarımdan çekip avucumda buruşturup sıktım. Bana ne yapacağını öğrenmem lazımdı. Ona onu polise ihbar etmeyeceğimi söyleyip beni bırakmalarını söylemek için harekete geçmiştim ki; "Tek kelime bile etme" dediğinde açtığım ağzımı geri kapatmak zorunda kaldım. "Benden seni özgür bırakıp gitmeni isteyeceksin ama bu mümkün değil" "Neden? Polise ihbar etmeyeceğim. Benden ne istiyorsunuz?" "Seni bırakamam. Bu zaman kadar işlerim de bir pürüz çıktığın da hemen hallederdim ama ben kararımı sana bir şans vermekte kıldım." "Bana şans verip vermemeniz umurumda bile değil. Buradan hemen gitmek istiyorum. Neden zorluyo..." "Kapa çeneni! Beni anlamıyor musun sen! Sana şans verdiğimi söyledim. Vermeseydim şuan yaşıyor olmazdın!" 'Bu adam ne diyordu böyle? Ne şansı, ne istiyordu benden?' "Benden ne istiyorsun ki şans verdin?" Oturduğu koltuktan kalkıp karşıma geçerken masasına yaslanıp kollarını göğsün de bağladı. "Şu andan itibaren özgürlüğünü elinden almış bulunmaktayım." 'Ne diyordu bu herif?' Yaslandığı yerden kalkıp aramızda az bir mesafe bıraktı. Öyle ki nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Bununla birlikte zihnim de kuracağım cümlelerde karışıp beni terk etti. "Ölene kadar benim emrim altında, senin için bir hapishane görevini üstlenen evim de; Benim, Ali Altınsoy'un yanında Tutsak olarak yaşayacaksın!" Ben Estella
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD