Rasim’e bağırıp, kızmamın üzerinde bir gün geçmişti. Bu bir günde konuşmamıştım. Odamdan da çıkmamıştım. Korkaklarla işim olmazdı! Nazlıkanat ile sohbet etmek güzeldi. Beni yargılamadan dinliyordu ve çok bilmiş gibi akıl vermiyordu.
Kapım tıklatıldığında, ‘’Git başımdan Lokmabot.’’ dedim. Sürekli gelip depresyonda olup olmadığımı soruyordu. Bu evdeki bütün robotlardan Nazlıkanat hariç nefret ediyordum.
‘’Gelebilir miyim?’’ Rasim’in sesiydi.
‘’Korkaklarla arkadaşlık yapmıyorum.’’ diye geri bağırdım.
Kapıyı doğrudan açtı. ‘’Gideceğim.’’
Yattığım yerden doğruldum. ‘’Yerin yedi kat dibine mi?’’ Korkudan kaçıp saklanabilirdi sonuçta!
‘’Sunumu yapmaya ama bana yardım et.’’
Devamında kendimi çatı katında bir tabure üzerine tünemiş halde buldum. Yerde o kadar kablo vardıki çok sevdiği makinelerine zarar veririm diye basmaya korkuyordum.
Büyük ekranın önünde durduğunda moda girebilmek için tişörtünün üzerine kravat takmıştı. Parmağına yüzük gibi takılı üzerinde tek düğme olan kumandaya bastığında arkasındaki ekranda bir görüntü belirdi. ‘’Japonca mı Çinçe mi?’’ dedim yazıya bakarken.
‘’Japonca.’’ diye cevapladı. ‘’Şirket onların ülkesine ait.’’
‘’Sen bir sunum için Japonya’ya mı gideceksin?’’
‘’Evet.’’ dedi sanki şehir değiştirecekmiş gibi.
‘’Dillerini biliyor musun?’’
‘’Yedi farklı dil biliyorum.’’
Gözlerim kocaman açılmıştı. ‘’Oha!’’ deyişim gözlerimin büyüklüğünden daha şaşkındı. ‘’Anlat ama anlattığından anlamam.’’
‘’Unuttum.’’ dediğinde çekmeceden aldığı kulaklığı verdi. ‘’Kulağına tak söylediklerimi Türkçe’ye çevirecektir.’’
Kulaklığı taktığımda boğazını temizleyip konuşmaya başladı. Söyledikleri Türkçe’ye çevrilse de tek kelime anlamıyordum. Çok fazla bilmediğim kelime vardı.
‘’Ekranı kapatıyorsun.’’ diyerek anlatmasını böldüm. ‘’Elinle gösterdiğin hiçbir yeri göremiyorum yanda durmalısın.’’
‘’Heyecandan, tamam, sakinim.’’ diyerek pozisyonunu değiştirdi. Tekrar anlatmaya başladığında bir dakika sonra bir kez daha durdurdum.
‘’Ellerin titriyor, sesin paniklemiş bir tonda senden bağımsız kaçmak istiyor. Rasim bu senin buluşun, senin icadın, senin aklının bir yansıması neden kendine güvenmiyorsun? Seni seçecek kurulun arasında olsaydım dünyanın en zeki insanı da olsan istemezdim. Kendine güvenmeyen yaptığı işe de güvenmez. Kazananlar cesurlardan çıkar bunu unutma.’’
Gözlerini kapatıp birkaç derin nefes aldı. Gözlerini geri açtığında omuzlarını da dikleştirdi. En baştan anlatmaya başladığında bir önceki anlatışından daha iyiydi ama yine de gerginliğini tam atamamıştı.
‘’Dik dur!’’ diye bağırdım.
Kambur duruşa geçen omuzlarını bir kez daha dikleştirdi. Dik durduğunda sesi biraz daha kendinden emin çıkıyordu ama sonra yavaş yavaş omuzları düşüyor omuzlarıyla beraber sesi içine kaçıyordu.
‘’Bir daha dik dur demeyeceğim basacağım tekmeyi.’’ En fazla iki dakika dik durmayı başardı. Omzumdaki Nazlıkanat’a baktım. ‘’Git omzuna kon dik durmayı bıraktığı an ensesinden gagala.’’
‘’Bu ona zarar verir.’’
‘’Hayır bu ona yapması gerekeni öğretecek beni dinle.’’ Neyseki diğer robotlar gibi değildi ben ne öğretiyorsam onu öğreniyordu. Uçarak Rasim’in omzuna kondu.
Rasim söylediklerimi duymuştu ama karşı çıkmadı. Başarılı olmak istiyordu, çabalıyordu. ‘’Baştan başla ama ellerini etkili kullan çok fazla sağa sola sallıyorsun.’’
Bir kez daha baştan başladı. Omzu gittikçe alçalıyordu ki Nazlıkanat’ın demirden gagası ensesine indi. Acısını yok sayıp omuzlarını geri dikleştirdi.
Tam beş saat aynı şeyleri dinlemiştim. Rasim’in ensesi Nazlıkanat’ın gagalarından yaralanmış kanamıştı ama en sonunda bütün sunumu tek defada kendinden emin sunmayı başarmıştı.
Islık çalarak sesli bir şekilde alkışladım. ‘’İşte bu! İş senindir!’’
‘’Oldu mu?’’ deyişi beklenti doluydu.
‘’Oldu.’’ dedim gülümseyerek. Oturduğum yerden yerdeki kablolara dikkat ederek kalktım. ‘’Bugünlük bu kadar yeter şimdi giyeceğin kıyafeti seçelim.’’
Koluna girdiğimde odasına indik. Giyinme odasındaki kıyafetleri karıştırırken gülerek konuştu. ‘’O kıyafetlerin hepsini sen seçtin şimdi de kendi seçtiklerini beğenmeyip o olmaz, bu olmaz deyip duruyorsun.’’
‘’Her kıyafetin bir yeri var, karışma işime.’’ En sonunda siyah takımlardan birini çıkardım. Birkaç farklı renk almıştım ama kilosundan dolayı yine en mantıklı olan siyah klasik takımdı. ‘’Bunu dene.’’ diyerek giyinme odasından çıktım.
Yatağının üzerine bağdaş kurup oturduğumda beklerken sigaramı yaktım.
‘’Kendine zarar veriyorsun, sakıncalı.’’ diyen Nazlıkanat ile güldüm.
‘’Genç öleceğim cesedim güzel kalacak.’’
‘’Cesetler çürür güzel kalamaz yani düşüncenin doğruluğu yok bu yüzden sigarayı bırakmalısın.’’
‘’Karışma.’’ dedim en sonunda. ‘’Çokbilmiş değilsin diye seviniyordum gittikçe beynin açılıyor.’’
Havalanıp tekrar omzuma kondu. ‘’Geliştirilebilir zekaya sahibim konuştukça öğreniyorum.’’
‘’Fark ettim arada kendi kendine kararlar da alıyorsun.’’ Sigaramdan bir nefes daha çektim. O zekası ne kadar geliştirilebilirdi, sınırı var mıydı bilgim yoktu ama dün odamda sigara içecekken parmaklarımın arasından kapıp pencereden atmış kendine zarar vermeni istemiyorum demişti. Normalde bunu yapmaması gerekirdi. Bağımsız hareket etmemeliydi. Bir ara normal olup olmadığını Rasim’e sorsam güzel olurdu.
Giyinme odasından çıkana baktım. Takım elbisesi kendi bedenine güzelce oturmuştu. Sigaramı tutsun diye Nazlıkanat’ın gagasına tutuşturdum ama yine pencereye uçup dışarı attı. ‘’Bu kuş kafasına göre hareket ediyor.’’
‘’O kuş senin arkadaşın olmaya programlı. Seninle vakit geçirip, seni gözlemliyor ve hareketlerini öğreniyor. Zekası geliştikçe senin karakterine göre hareket etmeye başlayacak. Birine zarar veremez buna engel olan yazılımı var ama senin iyiliğin için sigaralarını atıp içkilerini dökebilir ya da aç kalma diye yiyecekleri ağzına tepebilir.’’
‘’Aman ne güzel!’’ diyerek gözlerimi devirdim. Boynundaki kravatı düzeltip, gömleğin yakalarını eşitledim.
‘’Kıyafet güzel oldu. Sunumda bunu giy.’’
‘’Sen tamam diyorsan tamamdır.’’ Tekrar üzerini değişmek için giyinme odasına geri girdi.
~~~~
Gitme vakti geldiğinde havaalanına kadar Serap teyze ile birlikte yolcu etmeye geldik. ‘’Tek gitmeseydin keşke.’’ dedi Serap teyze. ‘’Yabancı ülkede tek başına nasıl yolunu bulacaksın?’’
‘’Çocuk mu kaybolsun?’’ diyerek karşı çıktım. ‘’Kaç yaşına gelmiş, prestijli bir işi var biraz rahat bırak hayatı da öğrensin her yere elinden tutup götüremezsin.’’
‘’Yine de senin gelmeni isterdim.’’ dedi Rasim bana bakarak.
‘’Hayır tek gideceksin.’’ Bunu tek başına yapmalıydı. Serap teyze büyütürken o kadar koruyup kollamıştı ki annesinin eteklerinden çıkamamıştı. Özgürlüğü tatması lazımdı.
‘’Olmadığım günler bir aydan düşecek mi?’’
‘’Evet düşecek ama merak etme yanlış bir karar vermeme sebep olmaz.’’ Yanağından öptüm. Son kontrol noktasına ilerlerken arkasından el salladım.
Bir ay da kalsam bir yılda düşüncem değişmezdi. Rasim, babamın mirasına uygun değildi. Patron olabilecek cesareti yoktu. Babamın işlerini yürütebilmek için korkusuz olmak gerekliydi ve yeri geldiğinde kendini, işlerini, sevdiklerini koruması elini kana bulaması gerekirdi ama o bunu yapamazdı. O yüreğe sahip değildi.
Eve geri döndüğümüzde babamın evine geçtim. ‘’Selam.’’ dedim içeri girdiğimde.
Ayşin abla beni gördüğünde, ‘’Kocan mı kovdu?’’ dedi.
‘’Tabi kocam kovdu.’’ diyerek güldüm. ‘’Anlaşamadık boşandık.’’
Evin havuzunda biraz vakit geçirdim, birazda odamda. Normalde olsa dışarı çıkar barlarda takılırdım ama içinde olduğum sürede yapmak istemiyordum. Akşam babam geldiğinde beni görünce kaşları havalandı. ‘’Bir ay dolmadı neden geldin?’’
‘’Rasim iş için japonya’ya gitti. Birkaç gün yok bende seni görmek için geldim.’’
Havalanan kaşları geri indi. Yemeğimiz genel olarak sessiz geçmişti. Yemekten sonra da bahçede içkilerimizi yudumluyorduk ama Nazlıkanat bardağımın kenarını gagasıyla tutup çekmeye çalışıyordu. ‘’Yeter ama.’’ diyerek başını ittim. ‘’İçeri git, beni rahat bırak.’’
Ses tonumla karşı çıkmak yerine uçarak eve girdi. ‘’Rasim’in işinden haberdar mıydın?’’ diye sordum babama.
‘’Nerede çalıştığını biliyorum. Serap ballandıra ballandıra anlatırken bilmemek aptallık olur.’’
‘’Aşırı zeki.’’ diyerek güldüm. ‘’Evin içi robot dolu hepsine de farklı bir özellik tanımlamış. Serap teyzenin şoförü dışında çalışanları yok.’’
‘’Turnanı senin gibi yapmış.’’ derken babamda gülmüştü.
‘’Onu özellikle öyle yaptığını söyledi. Benim karakterimi kendine kopyalıyor.’’
‘’İnadından belli. Genel olarak nasılsınız?’’
Sorusuyla tebessüm ettim. ‘’Rasim iyi bir arkadaş, iyi bir dert ortağı ama işlerine uygun değil. Bir ay dolmadı biliyorum ama düşüncem değişmeyecek. Sendeki cesaret onda yok gireceği karanlık dünyada yutulur.’’
Babam karşılık vermedi ama sessizliğinde aynı düşüncede olduğumuzu anlamıştım. Oğullarını tanıyordu yine de kavga çıkmaması için bu seçimi bana bırakıyordu.
Bir süre daha sohbet ettikten sonra babam yatmak için odasına çekilmişti. Bende birkaç kadeh daha içip yatmak için odama gittim.
Babamın yüzüme büyük gelen elinin tokadıyla yere düştüğümde acıdan ağlamaya başlamıştım. Annem, ‘’Yapma!’’ diyerek beni korumak için üzerime kapandı ama babam onu da tutup bir köşeye fırlattı devamında karnıma sert tekmesi indi.
Darbeyle midemdeki yumurtayı geri kustum. ‘’Komşunun yumurtasını çalarsın demek.’’ dediğinde bir tekme daha attı ve ben biraz daha kustum.
Acıma rağmen yüzüne baktım. ‘’Sende adam olsaydın içkiye para verip bizi aç bırakacağına ekmek alsaydın. Çaldım ama günahı sana bana değil.’’ Diklenmemin karşılığında bir tekme daha yedim.
Bu defa küçük bedenim acıya dayanamadı bayıldım.
Gözlerimi açtığımda yatağın içinde terden sırılsıklamdım. Ağladığım için yanaklarım ıslaktı. Nazlıkanat beni uyandırmak için omzumun üzerinde zıplayıp duruyordu. ‘’Rahat bırak!’’ diye tersleyince yanımdan uzaklaştı.
Ayaklarımı sürüye sürüye babamın odasına gittim. Evimdeydim, güvendeydim. Büyük yatağa yaklaşıp heybetli bedene sokularak yattım. Babamın kolları beni sardığında kendimi bu eve ilk geldiğimdeki kaybolmuş küçük çocuk gibi hissettim. O zamanlar kabuslarım daha çoktu ve her defasında babam sakinleştiriyordu.
Konuşmadı çünkü bu konuda konuşmayı sevmediğimi bilirdi. Sadece varlığıyla ben buradayım dedi, seni korurum dedi ben de aldığım o güvenle yeniden kabussuz bir uykuya dalabildim.