1. BÖLÜM PARANOYA 4/3

1709 Words
Bir anlık sessizlikten sonra, Kyra gözlerini hafifçe kısıp, dudaklarını sıkıca bastı. Ellerini masanın üzerine koymuş, parmak uçlarıyla ritmik bir şekilde masayı tıklatıyordu. “Kokunun wampir kokusu olduğuna eminim. İz bırakmıyor.” dedi sessiz bir sesle. “Ona en yaklaşabilen Evan’dı ama o salakta onu kaçırdı.” Evan, sandalyeden hafifçe doğrulup, başını yana eğdi. Gözleri keskin bir şekilde Kyra’ya bakış attı. “O şey bir hayaldi. Yaklaştığım anda ortadan kayboldu Kyra. Sende oradaydın.” Kyra ona ters bir bakış attı. “Evet. Sen hemen sonra o kayaya çarparken de oradaydım.” “Boş versene.” diyerek Evan konuyu kapattı. Vücudu gerilmişti, nefesi hafifçe düzensizdi. “Tek bildiğim Sara’dan sonra ikinci kayıp olan ve ardından işlenen Jane Davidson cinayetinden sonra o şeyin bir wampirden daha hızlı olmasıydı.” diye mırıldandı. Ama bakışları istemsizce bana kaydı; hala gergin olan bir ifade taşıyordu. “Sende daha hızlıydı. Bunu fark ettim çünkü varlığı bir rüzgâr gibi hissedilse de neredeyse görünmezdi. Hissedebiliyorduk ama göremiyorduk. Erkek mi, kadın mı olduğunu bile bilmiyoruz. Ben Elias ve babam o şeyi Pasifik sınırına kadar kovalamıştık... Hayaller yaratabilen bu şeyin aynı wampir olup olmadığı konusunda bile emin değildik.” Ben, hafifçe eğilip ellerimi masanın kenarına dayadım. “Bu bizim illüzyonlar yaratan wampirimiz olmayabilir. Bunu bende düşündüm.” dedim kabul ederek. Kuzey kıyı şeridine kadar kovaladığım wampir geldi aklıma. Tobias beni takip etmeseydi ve biz iki kişi olmasaydık belki o wampir bana saldıracaktı. Kovaladığımız iki yabancı wampirden biri olmalıydı. Bu başarısızlığı kendime saklasam iyi olacaktı. “Birden fazla wampir olabilir ama her seferinde neden sadece bir wampir olduğunu açıklamaz. Güçlerini o zaman sizi aldatmak içinde kullanabilirdi ama kaçmayı tercih etti. İllüzyonist wampir ise bizimle oynamayı tercih etti. Ve her wampirin bu özel güçler ortaya çıktı çıkalı tek bir yeteneği olur. Bu da demektir ki iki wampir var. Biri cinayetleri işleyen ve kaçarken görünmeyecek kadar hızlı koşan. Diğeri ise illüzyonlar yaratan. Oyuncu wampirimiz.” Kyra ve Tara, birbirlerine kısa bir bakış attılar. İçlerinde bir çekingenlik ve tereddüt vardı, ama aynı zamanda merak da. Masadaki hava tekrar yoğunlaştı; ışık parçacıkları yavaşça ellerimin üzerine düşerken, küçük bir gerilim kabarcığı etrafımızda yükseliyordu. Güneşin yakıp kavurmadığı bir wampir efsanelerden bile efsaneydi. Ellerimi yumruk yaparak yeniden kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Evet kokular farklıydı illüzyonlar yaratan wampirin kokusu cesetlere bulaşmış kokuyla aynı değildi.” diye Kyra beni destekledi. Ya da kokuda bir illüzyon. Evan, bir an durakladı ve nefesini derin aldı. “O kokular sana da ait değildi.” dedi, sesi biraz yumuşamıştı ama hala temkinliydi. “Ne yaparsak yapalım elimizden kaçıyorlar. Şimdi iki wampir oldu. Ya bir klansa. Kasabaya üşüşen kan emici sinekler gibi...” Kyra gözlerini devirdi, hafifçe dudak büktü ama sonunda başını salladı. “Senin türünün bu kadar güçlü olabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Doktor Fox abra kadavrasını kullanmaz mı? Bize yardım edecek bir büyü mesela.” “Büyü işleri öyle yürümüyor.” dedim somurtarak. “Annem başlarda denedi. İz takip büyüsünü, ölen gençlerin ruhuyla konuşmayı... Hiçbiri işe yaramadı.” Annem en başta denemişti. Morgun loş ışığında, paslı metal masaların üzerinde soğuk tenleriyle yatan gençlerin cansız bedenlerinden saç telleri, tırnak parçaları ya da en ufak bir vücut kalıntısını alarak çağırma ayinlerini gerçekleştirmişti. O anlarda morgun ağır formaldehit kokusu bile annemin kararlılığını bozamamıştı. İncecik parmakları titremeden büyü çemberleri çizmiş, eski dillerde fısıldayan sözleri kararlı bir yankıyla havada titreşmişti. Fakat her seferinde… hiçbir şey olmamıştı. Sara’nın tarağından aldığım saç telinden bile bir iz bulmayı hedeflemişti. Gözlerinde yanıp sönen o inatçı ışık, sonunda bir bariyerin önünde sönüp kalmıştı. Ne kadar denerse denesin, her büyüsü görünmez bir duvara çarpıyor ve işlevsiz hale geliyordu. Büyü gücü sanki bir boşluğa çekiliyor, duaları gökyüzünde yankılanmadan yutuluyordu. En azından cinayetler söz konusu olduğunda. Bunun sebebinin cadı ruhlarının bizi terk etmesi olduğunu düşünüyordum. O sessiz ve görünmez varlıklar, bizi kaderin ortasında yapayalnız bırakmışlardı. Belki de ben onları mezarlarından çıkardığım için lanetlenmiştik. Serena’ya yakarışım, öfkemi cadıların mezar taşlarını kırarak ortaya koymam, geri dönüşü olmayan bir hataydı. Annem, o mezarları talan ettiğimde bana en ufak bir kızgınlık göstermemişti. Ne bir bağırma, ne de sitem dolu bir bakış… Tam aksine, gözlerinin derinlerinde belli belirsiz bir tatmin parıltısı görmüştüm. Belki de içten içe o da, o kemiklerin sessizliğini bozmak istemişti. Onu en çok ürküten şey, inancı tarafından bırakılmaktı. Sara’yı ve beni koruması için ruhlara sürekli dualar etmişti. Yalvardıkça sesinin rengi değişmiş, dualar daha çok bir hesap sormaya, bir tehdit savurmaya dönüşmüştü. İnancı, annemi yarı yolda bırakmıştı. Ve inancın kırıldığı yerde yalnızca kin filizlenirdi. Belki de bu yüzden, benim yaptığım o büyük günaha karşı söylediği tek kelime soğuk ve kısa olmuştu. “Düzeltiriz.” Sanki her şey onarılabilir, kırılan bağlar yeniden örülebilirmiş gibi. Ama ben biliyordum ki, annemin büyülerinin cinayetler üzerinde bir sonuca varamamasının tek sebebi cadı ruhlarının öfkesi olmalıydı. Bu aklıma gelen tek mantıklı cevaptı. Ama neden? Serena’nın dediği gibi, iyi olanın yolundan gitmiştim. Bana bahşedilen yeteneği kötüye kullanmamıştım. Masumları kurban etmemiş, gücümü açgözlülüğe teslim etmemiştim. Bu yeterli değil miydi? Neden şimdi de bana rüyalarımda işkence etmeye başlamışlardı? Geceleri gözlerimi kapadığımda gördüğüm şeyler hep aynıydı. Yerle bir ettiğim mezarların içinden yükselen sağır edici sessizlik. Hiçbir cevap yoktu. Serena’ya yakardığım o an. Toprağı eşelediğim, taşları devirdiğim, heykelleri parçaladığım o anlar kabuslarda bana geri dönüyordu. Bana kendi cehennemimi yaşatıyorlardı. “Büyü her zaman çözüm değil. Öyle kolay olsaydı annemden Sara’yı getirmesini isterdim.” diye sözlerime devam ettim. İçten içe acıdan kıvranıyordum ama rahat davranıyordum. “Ya da katili çoktan yakalardık. Ama böyle bir ihtimal olmadığı için koşturmaya devam etmek zorundayız.” Sözlerim masanın üzerinde soğuk bir taş gibi kaldı. Sessizlik çöktü, sadece kafeteryanın arka tarafındaki gürültü hafif bir uğultu gibi kulağımıza ulaşıyordu. Evan kaşlarını çattı, kafasını iki yana salladı. “Yani elimizde hiçbir şey yok,” dedi öfkesini saklamadan. “Sürekli başa dönmekten bıktım usandım. Tüm yaz boyunca elimize hiçbir şey geçmedi. Cinayetleri önleyemedik. Katili yakalayamadık. Sara’yı bulmadık...” “Henüz yok,” diye düzelttim, sesime bilinçli bir sakinlik yükleyerek. “Annem ve Harry amca bizden bir şeyler sakladıkça asla bir çözüme kavuşmayacağız. Sen söyle Evan Harry amca senden de bir şeyler saklıyor değil mi? Sırf seni tehlikeye atmak istemediği için cinayet ya da kayıplar hakkında ayrıntıları senden saklıyor.” Evan derin bir nefes verdi. “Seninle aynı fikirde olmak istemesem de, bu konuda haklısın.” Hunter, omuzlarını kasıtlı bir yavaşlıkla silkti. “Peki bu soğuk ucubelerle ne yapacağız? Biri cinayetleri işliyor, diğeri illüzyonlarla eğleniyor. Neden? Bizim ailelerimiz de tehlike de ve artık bende bundan sıkıldım. Ne yapacağız?” Bana dönük tüm bakışların altında, dudaklarımı ıslatıp hafifçe gülümsedim. “Eğer birlikte çalışıyorlarsa teoride yani. Biri avı yakalıyor, diğeri izleri siliyorsa ki elimizde elle tutulur tek ortak nokta bu. Kurtların ve insanların kafasını karıştırmak için bundan daha iyi yöntem yok. Bizde aynısını yapmalıyız.” Kyra’nın parmak uçları, masaya vurduğu ritmi kesti. Gözleri büyümüştü. “Ne yapacağız?” “Onları ya da onu öldürmeliyiz elbette.” diye araya girdi Scott, sesi bu sefer daha ciddiydi, “Bir daha ki sefere şansları olmamalı.” Bu ihtimal masada soğuk bir dalga gibi yayıldı. Tara, sonunda ilk kez konuştu; sesi ince ama titrek değildi. “Bir klan olasılığını göz ardı edemeyiz. Sürüye yeni katılmış olsam da, elimden geleni yaparım.” Evan sandalyesinde öne eğildi, kollarını masaya dayadı. Bakışlarını benden ayırmadan, alçak bir sesle konuştu. “Bizi gaza getirdiğine göre bir planın olmalı değil mi Mary?” Gözlerimi kıstım, gülümsemem bu kez daha sert ve inceydi. “Siz veletler bir şeyleri kanıtlamaya heveslisiniz. Sizden tek ricam bir şey yakaladığınızda, birinin izi ya da ta kendisi bana haber vermeniz.” Brian sessizce mırıldandı. “Pek bir şey değişmeyecek piyon olacağız.” Başımı yana eğip, neredeyse keyifle fısıldar gibi konuştum. “Gece vardiyalarınıza katılacağım. Karşı çıkmak yok. Kyra sen Elias’ın kız kardeşisin ve Evan da sen Harry’nin oğlusun. Polislerle aynı evde kalıyorsunuz. Gizli tuttukları belgeler illa olmalı. O yüzden belgeleri fark ettirmeden biraz karıştırın. Bunun dışında en ufak bir bölge ihlalini ya da anormal bir durumu bana söylemenizi istiyorum. Harry’ye ya da Doktor Fox öğrenmeden ben öğrenmeliyim. En azından farklı bir yolla ilerlemeyi amaçlıyorum. Aylardır durduğumuz yerde saymaktan iyidir. Denemek zorundayız.” Masada gerginlik yeniden kabardı. İçlerinden kimse bana güvenmek istemiyordu, ama aynı zamanda söylediklerimin mantıklı olduğunu reddedemiyorlardı. Kyra dudaklarını birbirine bastırdı, sonra istemsizce sordu: “Ya annene sorsak? Belki yeniden deneyebilir. Daha farklı bir büyü—” Sözünü kestim. “Onu bulaştırmam. Zaten çok denedi, fazla yoruldu. İşe yaramayan bir büyü daha denerse sadece kendi enerjisini harcar.” Kaşlarımı çatmak istemesem de, çattım ve bakışlarımı sertleştirdim. “Azar işitmekten korkuyorsanız sizi zorlamam. Ancak annem hem işi, hem kurtlarla hem de annelikle uğraşırken yeterince yoruluyor. Fazlasına gerek yok.” Evan homurdandı. “Bizden önce ne yapmamızı istiyorsun?” Başımı dik tutup, gözlerimin içine tek tek bakmalarına izin verdim. Sessizlik, masanın üzerinde ağır bir sis gibi dolaşıyordu. Nefesler kısık, gözler gergin, her birinin bakışında ayrı bir direnç ve tereddüt gizliydi. “Geceleri size katılırsam,” dedim, sesimi bilinçli olarak alçaltarak, sanki sır verir gibi, “çenenizi kapalı tutun. Annem ve Harry amcadan önce öğrendiklerinizi bana söyleyin.” Parmaklarımı masanın kenarında yavaşça gezdirdim, metalin soğukluğu parmak uçlarımı uyuştururken bakışlarımı Evan ve Kyra’ya kilitledim. “Evan. Kyra. Evleriniz de polislerle yaşıyorsunuz. Cinayetlerle ilgili gizli, bilmediğim şeyler varsa öğrenin. Siz ikinizin ilk önceliği bu.” Sözlerim havada keskin bir kılıç gibi asılı kaldı. Dişlerimi göstererek gülümsedim, gülüşümün altındaki tehdit masanın gerilimini daha da artırdı. “Gece vardiyalarında size katıldığımda, size iz sürmeyi göstereceğim. Doğru kokuyu ayırt etmeyi öğreteceğim. Özellikle de bir wampirin nasıl düşünür onu göstereceğim.” Brian’ın omuzları gerildi, Colin istemsizce boğazını temizledi. Tara ise hâlâ nefesini tutuyordu; yanakları hafif kızarmıştı, gözlerinde belirsiz bir korku parlıyordu. Hunter bana dikkatle bakıyordu ama yüzünde okumak imkânsız bir ifade vardı—merak ile kuşkuyu aynı anda taşıyan bir perde. Scott’ın parmakları ise masanın kenarını sinirle tıklatıyordu. “Ebeveynlerimizden gizli birlikte hareket etmezsek,” diye devam ettim, sözlerimi ağır ağır ve vurgulayarak, “o vampirler her seferinde elimizden kaçacak. Elimdeki en iyi plan bu.” Gözlerimi tek tek hepsine gezdirdim, nefeslerindeki titremeyi hissederek. Sonra başımı hafifçe yana eğdim, dudaklarımda alaycı bir kıvrım belirdi. “Daha iyi bir planı olan varsa, seve seve dinlerim.” Masadaki sessizlik bu kez daha da yoğunlaştı. Çatal ve bıçakların tınısı, kafeteryadaki uğultu bile sanki bizden uzaklaşmıştı. Birbirlerinin gözlerine bakmadılar; hepsi sadece bana bakıyordu. Sessiz, ama anlaşılır bir kabul vardı yüzlerinde. İsteyerek ya da istemeyerek, sözlerime uyacaklardı. “Kimsenin diyecek bir şeyi yok anlaşılan.” Yine sırıttım ve ayağa kalktım. “O halde ben popüler üçlü kız grubuma dönsem güzel olacak.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD