3. BÖLÜM İYİ KIZ 4/3

1464 Words
Riley başını bana çevirmedi, sadece kısa bir iç çekişle karşılık verdi. “Mesleğim gereği cinayetleri çözmek de uzmanım, arabalar konusunda değil. Tamirci değilim sonuçta.” Bu cevap istemsizce beni güldürdü, kısa, kuru bir kahkaha çıkardım. “Haftalar oldu. Bir gelişme yok gibi,” dedim. “Pek de uzman olduğun söylenemez.” O anda Riley bana döndü. Dudakları ince bir çizgi hâline geldi. “Kanıtlar özel bilgidir. Siviller ile paylaşılmaz. Bu da uzmanlık yani profesyonellik ile ilgilidir.” dedi alçak bir sesle. “Beni kovsan da, defolmamı söylesen de Frost'da olacağım. İstesen de istemesen de. Sancta Custos bu dava ile ilgileniyor.” Bir anlığına ellerim direksiyon üzerinde sıkılaştı. Jeep yolda ilerlerken, kalbim göğsümde tek bir ağır vuruşla yankılandı. Bakışlarımı yoldan ayırmadan fısıldadım. “Sancta Custos, tamda bu yüzden seni burada istemiyorum ya. Beni avlayacaksın... Bilmediğimi mi sanıyorsun?” Bir sessizlik daha çöktü. Bu kez onun nefesi ağırlaştı, çenesindeki kaslar gerildi. “Bayan Fox ile Sancta Custos bir anlaşmaya vardı. Son iki yüz yıldır hiçbir suç işlemediğin söyleniyor. Kanıtlayabilirseniz hakkında af kararı ya da kefaret anlaşması yapılabilir.” Sessizliğimi koruyarak onu dinlemeye devam ediyordum. “Bu şansı kaybetmeni önermem. Benimle iş birliği yapma konusunu bir daha düşün.” Jeep ile başka bir rastgele sokağa döndüm. Yol daha sessizdi. İçimdeki gülümseme küçülüp ince bir çizgiye dönüştü. Çünkü bir an için Riley Sinclair’in, düşündüğüm kadar basit biri olmadığını fark ediyordum. Belki sadece Vatika’nın Köpeği değildi. Manipüle ustası da sayılmazdı. Direksiyonun üzerindeki parmaklarım, içimdeki huzursuzlukla aynı ritimde kasılıp gevşiyordu. Riley sessizliğini koruyordu; yalnızca ceketinin cebinde parmaklarıyla oynadığı anahtarların metal şıngırtısı duyuluyordu. “İş birliği mi?” diye tekrarladım, sesimde ince bir alay titreşiyordu. “Yoluna taş koymadığıma ya da seni bulup işini bitirmediğime sevinmelisin. Neyse ki öldürmek istediklerim arasında ilk beşte olsan da listenin başında değilsin.” Riley’nin yüzü yan profilden gölgelenmişti ama gözlerinin kenarında belli belirsiz bir kıpırtı yakaladım. Bir gülüş mü, yoksa öfkesini bastırış mı seçemiyordum. Dudaklarını hafif araladı. Sanırım dediğimi komik bulmuştu. “Yeniden öldürmeye başlayacağına dair bir itiraf değilse bunu ciddiye almayacağım.” Aynı bir polis gibi konuşmaya başlamıştı. O kesinlikle kötü polisti. “Benim yerime Sancta Custos’tan bir başkası olsa seni suçlu ilan edip, davayı kapardı. Ancak ben senin kasaba da ki cinayetlerden sorumlu olmadığını ümit ediyorum. Yoksa haksız mıyım Mary Fox?” Dudaklarımı ısırdım. Dişlerim alt dudağıma sertçe gömüldü. Jeep’in motorunun uğultusu, kulaklarıma doldu. “Elbette hayır!” Başımı bir saniyeliğine ona çevirdim. Öfkeli gözlerimi görmeliydi. “Bana sürekli kurallar, anlaşmalar, kefaretler diyorsun. Kendimi kurtarmam gerektiğinden bahsediyorsun! Ama hiç kimse bana Sara’yı geri getirmiyor. Katili yakalamama da yardımcı olmuyor! Affedilmek ya da yargılanmak umurumda değil!” Direksiyonun üzerinde parmaklarım daha da sıkılaştı. “Annemin bile sizi son çare görmesi beni deli ediyor... Sana ya da söylediklerine asla güvenemem.” Bir süre cevap vermedi. Camdan dışarı baktı; kasabanın yavaş yavaş karanlığa bürünen sokakları, sanki konuşmalarımıza kulak kabartıyormuş gibi sessizleşmişti. Sonra Riley Sinclair derin bir nefes aldı, sesi alçak ama keskin çıktı. “Diyebileceğim tek şey Sancta Custos, Bayan Fox gibi güçlü bir cadıyı karşısına almayacak kadar temkinli.” Kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. “Bir kaç yıl öncesine kadar biyolojik annenin güçlü bir cadı olduğuna dair bilgileri söylentiden ibaret sanıyorduk. Ancak eriştiğimiz şahitler bunu doğruladı ve gelen mektupla birlikte kabul gören bir gerçek oldu. Sancta Custos suç işleyen wampirler, kurt adamlar, sirenler ve diğer şekil değiştirenler gibi varlıklara karşı acımasız olsa da güçlü cadılara karşı saygılılardır. Bu geleneğimizde var. Bu yüzden kendini şanslı sayabilirsin.” Gözlerim istemsizce ona kaydı. Alacalı hava da parlayan gözleri, bana meydan okuyan bir aynaydı. Dudaklarımda ince, buz gibi bir gülümseme belirdi. “Annemin soyunuzu kurutacak kadar büyü gücüne sahip olması kıçınızı tutuşturmuş olmalı. Beni korumak için her şeyi yapar. Bende öyle... Sizin fayda sağlayacağınıza karşı umudu var. O umudu ne kadar istesem de, yok etmek istemiyorum. Annem olmasaydı siz beni ya da ben seni ve sizin gibileri öldürmekten geri durmazdım. Asıl sen kendini şanslı say dedektif. İyi kız olmaya devam edeceğim.” Onu göz ucuyla süzdüm. Çenesindeki kaslar hâlâ gergindi, fakat bakışları benden kaçıyordu. Sanki söylediğim son sözün ağırlığı boğazına oturmuştu. Küçük bir zafer hissi dudaklarımı kıvrıttı. Benim aksime başını bana çevirmeden, soğuk bir alayla konuştu. “Dediğim gibi Bayan Fox şimdilik sadece dava ile ilgileniyoruz.” “Dava.” diye tekrar ettim. “Katili yakalamaya en az bizim kadar uzaksın. Ha?” “Gizli bilgi.’ dedi Riley, bu kez gözlerini bana çevirerek. “Sorularınızı kendinize saklayın. Hiçbirinin cevabını alamayacaksınız.” Sırıttım. “Elinde hiçbir şey yok. Bundan artık eminim.” Riley dudaklarının kenarını belli belirsiz kıpırdadı, sanki nefesinin yarısı dudaklarına varamadan boğazında sıkışmıştı. “Hiçbir şey bilmiyorsun.” dedi alçak bir sesle. “Bildiğini sanıyorsun ama bilmiyorsun Elizabeth Maryinn Cassian.” Kaşlarım çatıldı, parmaklarım direksiyonun üzerinde ritmik olarak kıpırdandı. “Bana bu dünya da tam adımla seslenebilecek tek bir kişi var ve o kesinlikle sen değilsin dedektif. Ve o kişi olmasaydı, Sancta Custos’a bir paketle başını göndermeyi bile bir ara düşündüm.” dedim, sesimdeki öfke ve inat birbirine karıştı. “Damarıma basma.” Riley başını hafifçe eğdi, gözlerini yeniden camdan dışarıya çevirdi. Ama yüzündeki duygusuz ifadenin altında, halimden eğlendiği belliydi. “Üzgünüm Bayan Fox. Haddimi aştım sanırım.” Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi ve alnına düşen o birkaç tel saçıda yüzünden çekiverdi. “Ancak sizin kadar haddimi aştığımı düşünmüyorum.” Jeep başka bir sokağa döndüğünde, önümüzde uzanan yol kasabanın merkezine doğru çıkıyordu. Onu nereye bırakacağı mı bile bilmiyordum. Bana nereye gitmek istediğini söylememişti. Yanmaya başlayan sokak lambaları yol kenarındaki çatlak taşlara vuruyor, evlerin gölgeleri yolun üzerine ağır bir perde gibi seriliyordu. Sessizlik uzadıkça, motorun tekdüze uğultusu bile kulaklarımda yankılanır hâle geldi. Kendi kalp atışlarımı duyuyordum artık; hızlanan, düzensizleşen, göğsümde yankılanan her darbe sinirlerimi daha da geriyordu. Dedektifin de kalbi atıyordu. Ama onunki benimkinin aksine yavaş, ölçülü ve düzenliydi. Sanki hiçbir şeyden etkilenmeyen bir ritim, soğukkanlı bir metronom gibi. O sakinlik beni öfkelendiriyordu; sanki varlığımı, öfkemi ve acımı hiçe sayıyor gibiydi. “Benden de bir özür bekliyorsan, çok beklersin dedektif.” dedim, ilk kez sesimi alçaltarak. İçimde kabaran hiddeti bastırmaya çalışıyordum, ama her kelime ince bir bıçak gibi çıkıyordu dudaklarımdan. “Yaptığım tek yanlış, eski Mary olsam seni hayatta bırakmak olurdu. Ancak şimdiki tek yanlışım, benim de senin bir şeyler bulacağını ummaktı. Haftalar oldu. Sende yerel polis kadar başarısızsın.” Gözlerim istemsizce Riley’ye kaydı. Bana bakıyordu. Kaşları çatılmış, en başından beri gergin olan çenesi dişlerini sıkmasıyla daha da belirginleşmişti. Çizgileri keskinleşmiş yüzü, buz gibi bir maskeden çıkıp taş kesilmiş bir ifadeye dönüşmüştü. Damarına mı basmıştım? Büyük ihtimalle. O an, sinirli bir Yunan heykeli gibi görünüyordu: dimdik, kırılmaz, ama içinde biriken öfke yüzeyin hemen altında kaynıyordu. Onu tanıştığımız kısa zamanda hiç neşeli görmemiştim. Ama böylesine öfkeli? Hiç. İlk kez gerçekten kızgın görünüyordu. Birilerinin ona inancı kırıldığında mı öfkelendiriyordu? Tanrı egosuna sahip olabileceğini düşünmeye başlamıştım. Profesyonel egosunu mu sarmıştım? “Umudunu korumak ya da korumamak sana kalmış,” dedi. Yüzündeki sertliğe rağmen sesi garip şekilde sakindi. Kelimeler ağır ağır döküldü, adeta taş gibi yere çarpıp yankılandı. “Buna karışamam.” Elimi direksiyonun üzerindeki deriye daha da bastırdım. Tırnaklarım avuçlarıma gömülüyordu. Derimi eşeliyordum resmen. “Evet. Karışamazsın,” dedim sonunda, sessizliği keskin bir bıçak gibi yırtarak. “Belli ki sende yardım almak için Harry’yi ziyaret etmişsin. Üzerine salacağım diye seni tehdit ettiğim sürünün alfasının yanına gitmek... Canına mı susadın?” Riley yan koltukta hiç kıpırdamadı. Ama göz ucuyla fark ettim: Yumruğu dizinde sıkılıp açılıyordu. Onu rahatsız etmeyi başarmıştım. “Sadece soruşturma üzerinde tartıştık. Kim olduğumu bilmiyor, bilse de bir şey değişmezdi.” dedi, sesi karanlıkta yankılanan tok bir nota gibi ağır çıktı. Bu ses, taş bir duvarın yankısında kaybolup tekrar kulağıma çarpıyormuş gibi, ağır ve keskin bir kesinlik taşıyordu. “Gördüğüm kurtlara kıyasla daha medeni bir topluluk. İnsanlarla iç içeler. Dahası gerekirse Doktor Fox gibi benimle iş birliği yapabilirler.” “Şansını denemeni görmek isterim.” dedim, fısıltıya yakın bir tonla. Dudaklarımdan çıkan her kelime, sessizliği yaran soğuk bir hançer gibiydi. “Onlara kimliğini açıkla. Gerçekte kim olduğunu... Sancta Custos’un köpeği olduğunu söyle. Senin gibi şeyleri, varlıkları bölgelerinde misafir etmeyi eminim ki severler.” Riley, bana bakıyordu; gözlerindeki koyu parıltı, yüzüne vuran ışık ve gölge oyunlarıyla birleşince, onu insan olmaktan çıkarıyordu. Elmacık kemiklerinin sert çizgileri ışıkta keskinleşiyor, gölgeler ise yüzünü bir taş maskeye dönüştürüyordu. Dudaklarını birbirine bastırmasa, gerçekten de soğuk bir mermerden oyulmuş heykel olduğunu söyleyebilirdim. Onunla her saygısızca konuştuğumda gözlerinde beliren küçücük öfke kıvılcımlarını fark ediyordum. Ama o buzdan maskesini, çatlamaması için inatla koruyordu. Yine de bu oyunu görmek, onu hafifçe kışkırtmak bana tuhaf bir zevk veriyordu. Derin, uzun bir nefes verdi; sanki içindeki taş duvarı havayla örüyormuş gibiydi. “Saygı çerçevesinde ben sana Bayan Fox, sen de bana Dedektif Sinclair ya da Bay Sinclair de. Bu konuşmamızı daha da kolaylaştırır.” Dudaklarım ince bir çizgiyle gerildi. “Sana saygı duymuyorum.” dedim, tatsız bir gülümsemeyle. “Öyleymiş gibi de davranmayacağım.” O anda tek kaşını kaldırdı. Bu küçücük hareket, donuk yüzünde bir çatlak gibiydi. “Seninle anlaşmanın bir yolu yok mu?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD