bc

3X5 Serisi 3-Cinnet

book_age18+
5.4K
FOLLOW
25.8K
READ
adventure
escape while being pregnant
kickass heroine
twisted
bxg
serious
scary
crime
discipline
punishment
like
intro-logo
Blurb

"Belki birgün," dedi aynada kendi gözlerine bakarak. "Biliyorum, sevilmeyen misafirdim ben. Ama belki birgün çatkapı gelir, bu sefer kalıcı olarak yerleşirim gönlüne. Gerçi ne faydası var, cennetim. Ölsek bile aynı yerde buluşamayacak kadar farklıyız seninle..."

Kaburgası sızladığında, gözlerini kapatarak güçlükle yutkundu ve başını geriye, koltuğa yasladı.

"Öldürmek için nefes kesmeye gerek yoktur, ben seni çoktan öldürmüşüm. Nasıl ki, gerçekten ölene çare yoktur," diye fısıldadı acı içinde kıvranarak. "Kalben ölene de deva yoktur..."

chap-preview
Free preview
1.Bölüm
 lll kitap "Cinnet" Renat; onun adının anlamı yeniden doğmak ama yeniden doğan ben olacağım...  15 Aralık Derinliklere dalan bedenim, karanlığa sığındı. Korktuğum şeyin dibi görünmez sular değil, O olduğunu fark ettim. Fark ettirdi. Son anda ciğerlerime çektiğim nefes beni en fazla otuz saniye idare edebilirdi. Karnımda Eftelya'nın olduğunu bilmesem, çırpınmaya bile çalışmaz, ona tutunmazdım. Bir insan bir insana ancak bu kadar büyük bir darbe vurabilirdi. Biliyordum. O, beni çocuğum olmuyor diye değil, Açelya gibi ona ihanet ettiğim için öldürmeye kalkmıştı. Daha doğrusu, öyle sandığı için. Zaten anlatsam da anlamayacaktı. Böylece iç yüzünü gördüm. O, beni hiç sevmemiş. Ya da kurallarına, bana olan sevgisinden daha sadık. Çocuk bahane idi. Çocuk Renat için kurallarını yıkacak, büyük bir bahane idi. Ama o bilmiyordu, beni Deniz Kızı'na dönüştüren kendisiydi ve ben artık yüzme biliyordum. Göz yaşlarım damla damla sulara karışıyor, öfke beynimin içine, kırılmışlık hissi kalbime hançerler saplıyordu. Nefesim kesiliyordu ama sadece benim değil, karnımdaki küçük kız çocuğunun da öyle. Kollarımın yardımıyla kendimi yukarıya çekerken, ayaklarımı kurbağa gibi kıpırdatarak onun yanına değil, iskelenin kenarına doğru yüzdüm. Artık nefesim tükenmek, kalbim durmak üzereyken suyun yüzeyine çıkmayı başardım.  Beni boğmaya çalışan da, yüzme öğreten de kendisiydi... Etrafa baktım, yoktu. Çoktan gitmişti. Beni ölümüme terk edip, hiç acımadan çekip gitmişti. Derin bir nefes alıp tekrar suya daldım.  Daldım ve ağaçlık bölgeye doğru yüzmeye başladım. Su fazla bulanıktı. Gözümün önünü görmüyordum ama ellerim sert bir kayaya çarptığında sudan çıktım ve yukarıya tırmandım. Hiç vakit kaybetmeden ağaçların arasına dalıp koşmaya başladım. Islak bedenim ve kıyafetlerim soğuktan donmama neden olsa da, korku ve endişe hissi beni ayakta tutuyordu. Teslim olmak, fıtratımda yoktu. Kaderime boyun eğip, onun pençelerinin arasında ölmekten daha farklı şeyler bekliyorum hayattan. Umutlarım, hayallerim vardı ve artık bu hayallerime dahil edeceğim bir bebeğim de vardı. Nefes nefese koşarken gür bir ses duydum. Ne olduğunu anlamadım. Erkek sesiydi ve az sonra kesilmişti.  "Peşimde," diye fısıldayarak önüme döndüm ve ayaklarıma batan dikenleri umursamadan tüm gücümle koşmaya devam ettim. Ciğerlerim soğuk hava basıncı ile acımaya başladığında, sırtımı iri bir ağacın gövdesine yaslayıp elimi göğüs kafesimin üzerine koydum ve dudaklarımı birbirine bastırıp, burnumdan nefes alıp vermeye çalıştım. Gözlerimi sıkıca kapattığım anda sol gözümden süzülen damla, bir yağmur damlası hızıyla çeneme doğru kaydı. Diğer elim karnıma kaydı ve içimdeki derin öfke tekrar su yüzeyine çıktı. Gözlerimi araladım ve daha fazla vakit kaybetmemek adına koşmaya devam ettim. Durduğum anda soğuktan donacağımı, hastalanacağımı biliyordum. Böylesi soğuk bir havada, beni buz gibi suların içine atmaktan bir saniye olsun çekinmemişti. Nefret etmekte hiç de haksız değilmişim, hak ediyor. O, benim nefretimi son damlasına kadar hak ediyor. Çalıların ve iri ağaç köklerinin üzerinden atlarken, kollarım budaklara takılıyor, her yerim çiziliyordu. Fakat ölüm kokusu, bu acıyı hafifletip, uyuşmamı sağlıyordu. Nefesim daraldı. Durmadım ve koşmaya devam ettim. Artık geri dönüşü yoktu; en azından şimdilik. Attığım her adımda ayağımın altına batan her diken, sanki yüreğimin orta yerine batıyormuş gibi hissediyordum. Karnımda tıpkı babası gibi beni her an bırakıp gidecekmiş gibi hissettiren bir çocuk vardı. Ormanın içindeki bir açıklığa çıktığımda, adımlarımı durdurup geriye ve tekrar önüme döndüm. Bu an burun ucuma dokunan bir kar tanesi içimi ürpertirken, başımı yukarıya kaldırıp gökyüzüne baktım. Tıpkı benim gibi dolu olan bulutlar, ince kar tanelerini yavaş yavaş insanların üzerine yolluyorlardı. Sonuçta onlara neydi ki, birisi üşüyor mu, aç mı, gidecek yeri var mı? Gidecek, güvenecek ve sığınacak hiçbir yerim, hiç kimsem yoktu. Daha fazla olduğum yerde durursam buz keseceğimi bildiğim için olduğum yerden çıktım ve hızla koşmaya devam ettim. Arkama bakmıyordum. Geriye bakmak, takılıp düşmek demekti. Her iki anlamda da. "Senin için güzelim, senin için anne hiç durmayacak..." ☁️ 27 Aralık 07:00   Zümrüt gözleri örten simsiyah kirpikler usulca aralandı. Sırt üstü, tıpkı bir ölü gibi uyumuştu sabaha karşı dört sularında. Lakin, alarm sesine her zamanki gibi kayıtsız kalmadı. Uyandı ve yüz ifadesi her zamanki soğukluğuna büründü. Kış bile onun yanında bahar kalıyordu.   Bir sebebi vardı. Doğrulup oturdu ve yavaşça ayaklarını yataktan sarkıtarak yere bastı. Yerdeki cam kırıklıklarına baktı, baktı ama basmadı. Ayağa kalktı ve havuzun kenarında kalan kıyafetlerini üzerine giydi. Doğrudan gardırobuna doğru yürüdü ve gardırobun kenarından iterek duvardan uzaklaştırdı. Gardırobun arkasında kalan gizli kapıya şifreyi girerek açtı ve içeriye girip, kapıyı kapattı. Renat Saruhan kimsenin bilmediği odasına doğru yürüdü. Evin altında bir ev, saklı bir dünyası daha vardı. Bu soğuk bölgede bazen dakikalar, bazen de saatler geçiriyordu. Dünya ne kadar sıcak olursa olsun, onun saklı dünyası buzlarla kaplıydı.   Karanlık tünelin merdivenlerinden inerek büyük bir salona geçti ve oradan iri demir kapıya doğru yürüdü. Demir kapının üzerine şifreyi girip, kapıyı sertçe çekerek kendine doğru açtı ve kapının kendiliğinden kapanmaması için, tamamen açarak kilidini taktı.   Büyük bir buz dolabını andıran odaya girdi. İlerledi ve odanın tam ortasında durup, tam karşısındaki yatağa baktı. Yatakta ilk günkü gibi yatan ve uyuyan prensesi andıran kadına baktı. Yüzünde tek bir mimik bile oynamadı ancak göz bebekleri titredi.   Yavaşça adımladı. Demir başlıklı yatağın yan tarafına geçip, ellerini kadının iki yanından yatağa koydu ve eğilerek dudaklarını kadının alnına bastırdı. Geri çekilip güzelliğiyle baş döndüren o kadına baktı. Hâlâ güzeldi. Onun için hâlâ yaşıyordu, sadece derin, sonsuz bir uykuya dalmıştı.   Onunla yarım saat boyunca konuştu. Yarım saat boyunca bedeni buzlarla kaplı olan Rana'ya gerçek duygularını anlattı. Renat'ın herkesten sakladıklarını, sadece o kadın biliyordu ama sorun şu ki, o da kimseye söyleyemeyecek durumdaydı.   Renat içini bir tek ona döküyordu. Kimse bilmiyordu Rana'nın bildiklerini ve bilselerdi, kim bilir daha neler yaparlardı ona... Nice ihanetler, ne yalanlar gördü zümrüt gözleri ve kaybolurken güveni, ölmüştü merhameti.   Tekrar odadan çıktı ve kapıyı kapattı. Odasına çıktıktan sonra banyoya geçip içlerini halletti ve çıkıp üzerini değişerek tıpkı babası gibi takımını üzerine giyip, işe gitmek için üst kata çıktı.   Ne kadar kabul etmese de, o da babası gibi davranıyordu.   Cennet'in bilmediği çok şey vardı ve bunlardan biri de, Renat'ın psikoloğa bile yalan söyleyecek kadar zeki bir adam oluşu. Cennet'in edindiği bilgiler yanlıştı. Renat Cennet'i denemişti, bunu defalarca yapmıştı ve Cennet kötü anlamda kendini her defasında kanıtlamıştı.   Beyaz gömleğinin yakalarını düzeltti ve zümrüt taşlı kol düğmelerini kontrol ettikten sonra Güliz hanımın hazırladığı sofrada kendi yerini aldı. Şöyle bir sofraya baktı. Kimse yoktu. Koskocaman masada yapayalnızdı. Belli ki, acıyı seviyordu; kendi canı kadar başkalarının canını yakmayı da.   Onu ürkütücü yapan şey diğerleri gibi bağırıp çağırması değildi, o sakindi ve bu sakinlik çok az kişide bulunuyordu. Adam sinsiydi ancak duruşundan, kendinden ve kurallarından asla ödün vermiyordu. Cennet'e yalan söylememişti. Onu öldüreceğini zaten belirtmişti ve çocuk olursa, o çocuk onu affetmek için bahanesi olacaktı. Çocuk olmayınca, bahane de olmadı... İşaret parmağını kahve fincanının kulpuna doladı ve yavaşça yukarıya kaldırıp birkaç yudum aldı. Tam kahvaltıya başlamıştı ki, dış kapının açılması ve ardından çarpılması sesi kulaklarında yankılandı. Elindeki çatal bıçağı tabağın yanına geri bırakıp, tam karşıya baktı. Gelen kişi tam arkasında durdu. "Abi..." dedi nefes nefese. "Abi bir dışarıya gelmen lazım. Acil!" Renat tabağın yanındaki peçeteyi alıp dudaklarını kibarca sildikten sonra ayağa kalktı ve arkasını dönerek karşısındaki genç adama baktı. "Ne oldu?" diye sordu. "Çok garip bir şey oldu, görmen lazım..." dedi adam ve hiç beklemeden hızlı adımlarla salondan çıkarken, Renat'a peşinden gelmesi için başıyla işaret etti. Renat ellerini cebine koydu ve rahat adımlarla salondan çıkarak, açık bırakılan dış kapıya doğru yürüdü. Sabah ayazı tenine dokunur dokunmaz derin bir nefes aldı ve bahçeye adım atarak, adamların toplandığı yere doğru ilerledi.   Adamların yanına ulaştığında kenara çekilerek yer açtılar. Renat yerdeki çantaları görür görmez saydı ve kaşlarını derinden çattı. Adamlardan biri eğilerek çantanın ağzını araladı ve içindeki paraları gösterdi. "On beş çanta, elli milyon lira!" dedi genç adam, Renat Saruhan'ın gözlerinin içine bakarak. Renat bakışlarını çantadan ayırmadan düşündü ve bu an Mert ona yaklaşarak elindeki küçük kutuyu uzattı. Renat'ın bakışları Mert'in gözlerine kaydı. Mert fazlasıyla üzgün görünüyordu. Kapkara göz bebekleri titriyordu, sanki yutkunamıyordu.   Renat Mert'in elindeki kutuyu açarken, Mert vermemekte direndi ve Renat ona anlamaz şekilde bakarken, "Abi yalnız açsan daha iyi olur." dedi. Renat onu başıyla onayladı ve Mert'in ona uzattığı, bir sandığı andıran kutuyu aldıktan sonra içeriye girdi. Salona geçip beyaz L koltuğun üzerine yerleşti ve kutuyu önündeki sehpanın üzerine bıraktı. Kutuyu açıp açmamakta kararsızdı. İçinden çıkacak olan şey, Mert'in üzüntüsüne sebep olmuşsa, onu mahvedeceğini biliyordu. Yine de sağ eliyle kutunun kapağını kaldırıp arkaya doğru bıraktı ve içinde gördüğü eşyayla birlikte dona kaldı. Dingin olan solukları hız kazandı, kalp atışları bağımsızlığını ilan etti ve göz bebekleri endişe hissiyle titredi. Bir anda ayaklandı. Zümrüt gözlerini kutunun içindeki hamilelik testinden bir an olsun ayırmamıştı. Eğilip parmaklarını teste dokundurmadan altındaki mektuba uzandı ve mektubu çekip aldığında, test kutunun içine düştü. Mektubu açtı ve içinden okumaya başladı.   "Merhaba Renat, merhaba dünyanın en iyi eşi..." Yutkundu. "Ben bugün çok güzel bir şey öğrendim ama onu sana  doğum gününde söylemeye karar verdim. Bu senin için bir hediye olacak bir tanem. Sen doğum gününde, adının anlamı gibi yeniden doğacaksın..." Yavaşça koltuğa oturdu.   "Şu an gülüyorum. Yüzümde öyle saçma bir gülümseme var ki, anlatamam... Gerçi son zamanlarda duygularımı kontrol edemediğim için anlamalıydım. Ama sonuçta geç olsun, güç olmasın demişler öyle değil mi?"   Soluğu kesildi. İçi burkuldu.   "Doğum günün kutlu olsun bir tanem. Baba oluyorsun..." Göz bebekleri titredi ve içini bir yandan büyük bir heyecan kaplarken, diğer yandan gerçekliğin vermiş olduğu derin bir acı yüreğine saplandı. Kalbinin sıkıştığını hissetti ve kapattığı gözlerini tekrar açarak okumaya devam etti.   " Sana ikinci bir sürprizim var; daha doğrusu bu bir itiraf..." "O günü merak ediyorum, o gün beni gerçekten öldürecek misin? İşte bunu bilmiyorum ve ben bunu deneyeceğim... Umarım şüphelerim doğru çıkmaz, umarım yanılan ben olurum ve umarım bana olan sevgin gerçektir... Bunları yarın öğreneceğim, yarın beni öldürmez  yaşatırsan, sana ihanet etmediğimi söyleyeceğim... Ben Açelya'yla senin için anlaşma yaptım. Senin ve biraz da kendi intikamımı almak için... Elindeki hisseleri kandırıp imza attırarak aldım. O, senin hisselerine sahip olduğunu düşünürken, aslında kendi hisselerinden oluyordu... Ve sen bunları bilmeden, sadece suçsuz olduğuma inandığın için beni yanında tutarsan, sevdiğine inanacağım..." "Tam tersi olursa bu mektubu alacaksın. Beni sevmiyorsan okuyacaksın..."   "Ama bu mektubu okuyorsan, beni ve minik Eftelya'mızı kendi ellerinle öldürmüşsün demektir..." Parmakları titredi ve mektup tam ellerinden kayıp gidecekken tekrar yakalayıp, mektubu defalarca baştan sona okudu. Bir şeye dikkat etti ve sonra arkasında yaklaşan adım seslerine kulak verdi. "Abi iyi misin?" Gözlerini mektuptaki satırlardan bir an bile ayırmadan, yüzünde ürkütücü bir ifadeyle cevapladı. "Kızım'ı istiyorum Davut," dedi ve ayağa kalkarak arkasını döndü. "Abi ama..." diye mırıldanan Davut'un lafını, Renat elini kibarca kaldırarak kesti. Renat'ın yüzündeki tarifsiz mutluluk Davut'u şaşkına uğrattı. "Öldürmedim, kaçtı. İzin verdim. Yaşıyor. İkisi de yaşıyor..." dedi, yüzündeki gülümsemesiyle. "Abi ama öldürmüştün..." dedi Davut. "Sen söyledin..." Başını iki yana salladı ve arkasını dönerek kutunun içindeki testi eline adlı. "Göle atladım, onu çıkaracaktım ama yoktu. Cesedini görsem inanırdım ama yoktu Davut. Öldüğüne değil, gittiğine bittim ben..."

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

TYLER (Cherry 2)

read
5.9K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.3K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.1K
bc

Yasak Sevda

read
84.7K
bc

Çobanaldatan

read
2.1K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
13.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook