1. Bölüm
Kucağımdaki kaseden bir avuç daha mısır alıp ağzıma atarken bir süredir ısrarla cebimde titreşen telefonumu yok saymaya devam ediyordum. Sonuçta haftanın bir gününü tamamen kendime adamış biriydim ben. Annemle yaptığımız anlaşmaya göre de ekranda benim sevgili dizim "Kara Sevda" varken hiçbir şekilde iş güç dinlemezdim. Bildiğin o saatlerde hayattan tümüyle soyutlanıyordum.
"Şu telefonunu açmayı düşünmüyor musun Naz? Vızıldayıp durması gıcık etti beni de."
Bugün tutkunu olduğumuz diziyi arkadaşlarla birlikte izlemeyi kararlaştırmıştık. Bu nedenle Filiz'in haklı sitemini duymazdan gelemezdim.
"Of, anne! Bugünün önemini bilmiyor musun?" diyerek cebimden telefonu çıkardım. Beni bu kadar ısrarla arayan kişi sadece annem olabilirdi.
"Anneye of denmez," diyerek kıkırdadı Demet.
Telefonu açarken göz devirmekten kendimi alamamıştım.
"Efendim anneciğim?"
"Naz, hemen eve gelmelisin!"
"Ne?" dedim şaşkınca. "Anne bugünün benim için anlam ve önemini biliyorsun. Daha dizim bitmedi ki!"
"Kızım sana görücü geldi, görücü! Elaleme 'kızım dizisini bırakıpta el öpmeye gelemez' mi diyeyim?"
"Ne görücüsü yine ya!" diye cıyakladığımda arkadaşlarım koro halinde gülmeye başladılar.
"Çok konuşma da eve gel!"
Annem son sözünü söyleyip telefonu yüzüme kapattığında oturduğum yerde şaşkınlıkla kalakaldım.
Sonra aklıma gelen ihtimalle elimi alnıma vurdum. "Kızlar, bugün günlerden ne?"
Filiz duvarda asılı olan takvime bakıp, "Şubat'ın ikisi," dedi.
Demet ise kıkırdayarak, "Ve ayın ilk Cuma'sı," dedi.
Dişlerimin arasından sinirle tısladım. "Sezer!"
***
Evimizin kapısını anahtarımla açarken içimden kendi kendime sakin olmam gerektiğini öğütlüyordum. Bu her ay yaşadığımız bir durumdu sonuçta. Ne Sezer inadından vazgeçiyordu ne de ben. Onun gibi biriyle evlenmektense 7 katlı bir apartmanın çatısından aşağı atlamayı tercih ederdim. İşte o kadar nefret ediyordum kendisinden. Ama adamın bunu umursadığı yoktu ki!
Eve adım atar atmaz odama geçtim. Kapıyı arkamdan kapatmama bile gerek kalmadan annem daldı içeriye ve bana kızgın gözlerle bakmaya başladı.
"Ne oldu Hanım Sultan? Niye öyle bakıyorsun bana?" diye sordum anlamazlıktan gelerek. Halbuki annemin de en az benim kadar bu durumdan hoşnutsuz olduğunun farkındaydım. Üstelik her ay en yakın arkadaşını geri çevirmek zorunda kalması ona bir takım psikolojik travmalar yaşatıyordu, bunu da çok iyi biliyordum.
Evet, kısaca açıklamak gerekirse, biz Sezer'le birlikte büyümüştük. Aramızda sadece 1 yaş vardı. İlk, orta okul ve liseye bile aynı okullara gitmiştik. Başımı çevirdiğim her yerde onu görüyordum. Onu görmek istemememin bile bir anlamı yoktu onun gözünde. Çünkü o hep bir yolunu bulup, benim karşımda bitiveriyordu.
"Artık he de de kurtulalım kızım bu işkenceden!" dedi annem bıkkın bir şekilde.
"İstemiyorum anne! Evlenmem ben Sezer'le!"
"Niye ama? Eli yüzü düzgün, mahallemizin saygılı bir genci Sezer. Bugüne kadar bir terbiyesizliğini görmedik. Hem eskiden çok iyi anlaşırdınız. Hem ailesiyle de çok iyi anlaşıyoruz. Herkes aşk evliliği yapacak diye bir kural mı var sanki?!"
"O size karşı efendi! Gerçekte çapkının, ahlaksızın teki!" diye kendi kendime mırıldandım.
Annem bu tavrıma daha da sinirlenmiş gibi, "Git çabuk kahveleri yapta gel. Herkesin nasıl içtiğini ezberledin artık zaten!" diye çıkıştı bana. Ardından aynı girdiği gibi bir hışımla odadan dışarı çıktı.
Ben de önce derin nefesler alıp vererek sakinleşmeye çalıştım. Yoksa her an evde bir katliam çıkabilirdi ve yarınki gazeteler cinnet geçirip Sezer'i katleden Naz'ı yazardı.
Saçımı gelişigüzel topladıktan sonra mutfağa doğru ilerledim. Kahveleri hazırlarken babamın Sezer'in babası Hüseyin amcayla yaptıkları futbol muhabbetini duyabiliyordum. Demiştim ya, bizim ailelerimiz çok iyi dostlardı. Sezer'in bu inadı olmasaydı eğer, gül gibi geçinip giderdik hepimiz.
Kahveler hazır olduktan sonra bir an için Sezer'e vereceğim kahvenin içine tükürmeyi aklımdan geçirmedim değil. Ama yapamazdım. Sonuçta nimetin ne suçu vardı. Sezer daha çok yüzüne tükürülmeyi hak eden biriydi.
Salona doğru yürürken ayaklarım aslında geri geri gidiyordu. O pişkini görmekten dolayı hiçbir zaman mutlu olmazdım. Ama ne yazık ki yapacak hiçbir şeyim yoktu. Özellikle de bir alt katımızda oturduklarını düşünürsek, Sezer bana verilmiş en büyük ceza gibi bir şeydi. Kesinlikle Allah'ın gücüne gidecek bir şey yapmıştım ki, bana Sezer'i başıma bela olarak vermişti. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Salondan içeri girdiğimde bütün sesler kesildi. Herkesin gözü şimdi benim üzerimdeydi. Özellikle de Sezer'in. Beni görür görmez yine yüzüne o yamuk sırıtışını takınmıştı gıcık! Annem ise kılık kıyafetime kafasını sallıyordu. Görücünün karşısına bir kot pantolon ve eskimiş bir bluzla çıkan tek ben vardım sanırım. Ama umruma bile değildi! İki senedir sürekli her ayın ilk Cuması beni istemeye gelirken düşüneceklerdi bunu. İstemediğimi kaç aydır dile getiriyordum ama nedense umursayan yoktu. Gerçi Hüseyin amcayla Fadik teyzeyi suçlayamazdım. Onlar da oğullarının gönlü olsun diye uğraşıyorlardı.
Büyüklere kahvelerini dağıttıktan sonra sıra Sezer'e gelmişti. Kahvesini uzatırken yüzüne bile bakmadım. O ise benim bu halimi umursamadan, "Eline sağlık Nazende," dedi. Bu isimden nasıl nefret ettiğimi bildiği halde üstelik!
Dişlerimi sıkarak boştaki tekli koltuklardan birine geçip oturdum. Nazende rahmetli babaannemin ismiydi. İsimde bir problem yoktu ama babaannemi hiç sevmezdim. Sürekli beni azarlayıp döven biriydi.
Hüseyin amca kahvesinden son bir yudum aldıktan sonra, "Şimdi gelelim sebebi ziyaretimize," dedi. O an gözlerimi devirmemek için kendimi çok güç tuttum. "Adnan, bizim oğlan sizin kıza yıllardır sevdalı. Bunu bu mahallede bilmeyen yoktur artık." O arada herkesin bakışları benim üstüme çevrilmişti. Oturduğum yerde rahatsızca kıpırdandım. "Allah'ın emri peygamberin kavli ile, Naz kızımızı oğlumuz Sezer'e istiyoruz."
Babamın bakışları hemen beni buldu. O da tıpkı annem gibi Sezer'le evlenmemi istiyordu. Bunu çok iyi biliyordum ama yapamazdım. Sezer'le olmazdı. Bu nedenle babamın gözlerinin içine bakarak kaşlarımı yukarı doğru kaldırıp indirdim. Fikrimin hâlâ değişmediğini anlasın istiyordum.
İçini çekip bana doğru kaşlarını çattı. Annem de öldürücü bakışlarını yolluyordu benden tarafa, ama hiçbiri umrumda değildi. Sonuçta evlenecek olan bendim. İstediğim kişiyle evlenmek hakkımdı.
"Hüseyin, seni de oğlunu da biliyoruz biz. Sezer oğlumdan daha iyi bir damat hayal edemem lâkin..." Babam derince bir iç çekti. "Kızımızın gönlü yok bu işte. Beni bilirsin, kızım istemiyorsa onu zorlayamam. Bu yüzden kusura bakma ama bu iş olmaz."
Hüseyin amca gülerek, "Gelecek ay yine bekleriz diyorsun yani," dedi. Onun bu sözü üzerine benim dışımda herkes gülüşmeye başladı.
"Estağfurullah, her zaman bekleriz," diye karşılık verdi babam. Bir isteme faciasının sonuna daha gelinmiş oldu böylelikle.
***
Gece yatağıma uzanmışken bizim kızlarla yazışıyordum. Onlara olan biteni anlatırken, ekranda kahkaha atan emojiler uçuşuyordu resmen.
"Kızım, fazla naz aşık usandırır ha, demedi deme!" diye yazdı Filiz.
"Naz yapan kim! Sezer'le evlenmeyi gerçekten istemiyorum ben!"
"Niye ama? Sezer çok yakışıklı bir adam. Ah ah, mahallede ona bakıp iç çekmeyen yok ki!" diye yazan kişi Demet'ti. Oldu olası Sezer'e hayrandı garibim.
"Çapkının önde gideni o ya! Ne yapayım sadakatsiz birini koca olarak."
"Lisede yaşanan olayı amma büyüttün Naz! Hem yanlış hatırlamıyorsam, orada suçsuz olduğunu sana kanıtlamak için elinden geleni yapmıştı çocuk." Filiz yine geçmiş meseleleri açarak çoktan küllendiğini düşündüğüm öfkemi alevlendirmeyi başarmıştı.
"Kızla dudak dudağa yakaladım! Hem de benimle çıkarken yaptı bu şerefsizliği! Ne suçsuzluğundan bahsediyorsun sen?!"
"Belki hiçbir şey göründüğü gibi değildir, onu demeye çalışıyor Filiz."
"Demet'ciğim, ben ne gördüğümü çok iyi biliyorum. Hem geçmişte kaldı her şey. Sezer gerçekten artık hiç ilgimi çekmiyor. Keşke ilgisi başka bir kıza kaysada ben de rahat etsem."
"O zaman üzülmezsin yani?" diye sordu Demet.
"Ne üzüleceğim! Valla beni ondan kurtaran kızı altınla bile ödüllendirebilirim."
Kızlar beni hiç ciddiye almasa da, bu söylediğimde çok ama çok ciddiydim.
***
Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra annem elime bir alışveriş listesi tutuşturdu.
"Bunları al da gel bakkaldan."
Bir süredir işsizdim. En son çalıştığım mağazadan Sezer yüzünden kovulmuştum. Bir an olsun beni orada kendi halime bırakmamıştı uyuz. Günde en az 3 kere uğrayıp beni rahatsız etmeye bayılıyordu. Yemekler getiriyordu, gelen giden erkek müşterilere ters bakışlar atıyordu, hatta laf dalaşına bile giriyordu. En sonunda benimle ilgilendiğini çaktığı birini fena dövünce, çok sevdiğim işimden kovuluvermiştim. Sezer'i hiç sevmemekte çok haklıydım işte ama bunu kimse anlamak istemiyordu.
Üstüme ceketimi geçirdikten sonra, annemin uzattığı parayı alıp dışarı çıktım. Bugün çok soğuk bir hava vardı İstanbul'da. Bu nedenle atkımı daha da sıkı doladım boynuma.
"Merhaba Naz."
Birdenbire yanımda biten Ufuk'a bakakaldım. Ufuk bizim Demet'in kuzeniydi. Üniversiteyi bitirdikten sonra kısa dönem askerlik yapmıştı. Döneli daha bir ay bile olmamıştı.
"Merhaba Ufuk, nasılsın?" Aynı yaşta olduğumuz için sadece adıyla sesleniyordum.
"Ben iyiyim, sen nasılsın asıl?"
Yürümeyi bırakıp, biraz Ufuk'la laflamanın bir sakıncası olmaz diye düşündüm. "Ben de iyiyim."
"Çalışmıyor musun?"
"İki aydır evdeyim ve iş arıyorum," dedim sıkıntılı bir nefes alırken.
"Anladım." Ufuk birden utanmış gibi elini ensesine götürüp saçlarını okşadı. Bakışları da sürekli etrafta dolanıyordu. Yani kısacası benim dışımda her yere bakıyordu. "Şey... Naz, sana bir şey soracaktım ben."
"Buyur sor," dedim şaşkın bir şekilde.
"Ya şey... müsait olduğun bir gün kahve içer misin benimle?"
Bunu duymayı hiç beklemediğim için kalakalmıştım. Ufuk'un bana karşı bir ilgisi olduğunu hiç fark etmemiştim daha önce. O bu zamana kadar benim gözümde sadece en yakın arkadaşımın kuzeniydi. Şimdiyse ne düşüneceğimi şaşırmıştım.
Aslında 1.80 boyu, mavi gözleri ve kumral saçlarıyla çok yakışıklı biriydi. Sezer ise onun aksine 1.85 boyunda, yeşil gözlere ve siyah saçlara sahipti. Ufuk'un yüzü daha bebeksi dururken, Sezer'in ki sert hatlıydı.
Birdenbire Ufuk'u Sezer'le kıyasladığımın farkına varınca duraksadım. Bu yüzden içten içe kendime kızdım. Sezer'in hayatımın her yerinde bana huzur vermemesi sanırım biraz da benim suçumdu.
"Ufuk..." diye lafa başladığım anda, birden yanımda beliren gövdeyle neye uğradığımı şaşırmıştım.
"İçemez koçum!" dedi Sezer. Onun birdenbire nerden çıktığını anlamamıştım.
"Anlamadım," dedi Ufuk.
"Nazende seninle kahve içemez dedim, nesini anlamadın?"
"Pardon da sen kim oluyorsun?" diye sinirle sordu Ufuk. Ben ise donup kalmış bir şekilde iki erkeğin benim için birbirlerine diklenmesini izliyordum. Bu olanlara inanamıyordum.
"Ben onun müstakbel nişanlısıyım," dediğinde ağzım açık kalmıştı. Sezer gerçekten de manyaktı!
"Ne?" Ufuk bir bana bir Sezer'e bakıyordu.
"Hadi yoluna git ve bir daha da bu kızın yanında seni görmeyeyim!"
Ufuk benden bir tepki gelmeyince bozulmuş bir şekilde yanımızdan uzaklaştı. Halbuki tepki vermemem tamamen öfkeden ve şaşkınlıktandı.
Birdenbire öfkeyle Sezer'e döndüm. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"
"Nişanlıma sahip çıkıyorum," dedi pişkince.
"Ben senin nişanlın değilim!" dedim üstüne basa basa.
Sezer umursamazca omzunu silkip, "Ama çok yakında olacaksn," dedi.
"Yeter artık! Vazgeç şu saçma inadından!" diye haykırdım. Bu adamla artık baş etmekte zorlanıyordum.
"Inat değil bu, aşk!" diye karşılık verdi yüzüne kondurduğu çapkın bir sırıtışın eşliğinde.
"Hah, aşkmış!" Gözlerimi sıkı sıkıya kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Sonra tane tane konuştum. "Ne yaparsan yap, seninle evlenmem ben! Bu nedenle taliplerimi katletme çabalarına bir son ver artık! Ayrıca annenle babanı da her ay bizim eve görücü olarak göndermekten vazgeç! Istemiyorum seni! Anla artık bunu!"
Sezer'in yüzündeki sırıtış birden yok oldu. Bir adım atarak bana doğru iyice yaklaştı. Ancak omzuna gelebiliyordum. Şimdi bana tepeden bakarken oldukça tehlikeli görünüyordu.
"Nazende..." dedi dişlerinin arasından. "Iyi güzel konuşuyorsun da, sen hâlâ bir gerçeği kavrayamamışsın anladığım kadarıyla."
"Ne gerçeğiymiş o?" dedim bıkkınlıkla.
Sezer bu sefer eğilerek dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Sen. benimsin! Bunu istediğin kadar inkâr edebilirsin ama çok yakında asıl sen bu inadından vazgeçip koşa koşa bana geleceksin."
"Asla!" dedim bir adım geri atarak. Sinirden ellerim yumruk olmuştu. "Bin tane gönlüm olsa birini bile senin gibi bir öküze vermem, anladın mı beni? Hem de sakadatsiz bir öküze ölsem de vermem!"
"Ben seni aldatmadım! Neden inanmıyorsun bana!" diye haykırdı Sezer.
"Sana mı inanayım, gözlerimle gördüğüme mi?" dedim sinirle gülerken.
"Ne dersen de ben yalan söylemiyorum, seni aldatmadım!"
Çantamı tekrar omzuma takarak yürümeye başladım. "Beni rahat bırak artık!"
"Asla!" dedi arkamdan seslenirken. "Bir gün yine bana gülümsediğini göreceğim ve o güzel dudaklarından beni sevdiğini duyacağım. O gün gelene kadar da asla vazgeçmeyeceğim!"
"Çok beklersin!" diye söylendim. Her şey eskide kalmıştı artık. Bu saatten sonra Sezer ve ben diye bir şey olamazdı. Asla olmazdı! Olacağı olsa da, oldurmamak için her şeyi yapardım!