TANITIM
"Hüküm bellidir, madem sakat bıraktı yeğenimi... Öyleyse yeğenimin ahvaline karşılık Gülsima'nın canını isterim."
Bir uğultu yükselirken konağın avlusunda, hükmün uygulanacağı kişi bendim ama çenemi meydan okurcasına dikleştirip karşı çıktım.
"Ben yapmadım! Yapmadım, diyorum. Çok isterdim kendi ellerimle canını almayı... Yapmadım, yapamadım."
"Bir de konuşuyor or*spu! Kocamı ayartmaya çalıştın belli ki! Bakmayınca da böyle kıymak istedin canına, namussuz maraba!"
Korkmuyordum ölümden. Bu işin faili ben değildim amma olsaydım da ettiğimden pişmanlık duymazdım. Namusuma leke sürmeye çalışan ağa oğlunun başını yarmak ziyade miydi? Dahasını yapıp gırtlağından ruhunu almalıydım. Bana kalmamıştı fırsat ya, ona yanardım!
"Sakatlığa karşılık canın alındığı nerede görülmüş? Hangi vasıfla veriyorsun bu hükmü amca?" herkesin başı geriye döndü avludan gelen sesi işitince. Gelmeyeceğine o kadar emindim ki... Elimi göğsüme dayayarak gözlerimi yumdum. Kulağıma tanıdık gelen bu nazik tonu bilmeyen mi kalmıştı? Gelen, vefat eden Turan Ağa'nın istenmeyen oğlu Sinan'dı.
Gözlerimiz birbirini bulduğu vakit, ettiğim aşk itirafından utanıp başımı önüme eğdim. Sonumun bu konakta verilecek bir hükme bağlı kalacağını biliyordum. Paçamı kurtarmak için Sinan'a giderek kendimi sunuyor olmak onuruma dokunmuyordu. Üvey annem beni salıverirken ortaya, onurum da gururum da yeterince ayaklar altına alınmıştı.
"Ne vakittir amca dersin bana Sinan! Bu çiftliğe girmen yasak, bilmez misin? Vaktiyle ananla birlikte sürülmedin mi çiftlik sınırlarından! Haydi şimdi çık git buradan, def ol! Kaçıp gittiğin cehenneme geri dön!"
Eli boş değildi Sinan'ın. Heybetli bedeniyle birkaç adım atıp avlunun ortasına değin geldi. Üzerinde beyazca bir gömlek, yakası böğrüne kadar açık... Sırtında bir siyah yelek, iri bedeninden düğmeleri kavuşmamış... Bütün ahalinin hayranlıkla baktığı Uzun Sinan... Açtığı kağıtla beraber, yazanı ezberinden okudu.
"Turan Paktürk'ün Vasiyeti! Çukurova çiftlik evi, bahçesi ve bütün gelirleriyle beraber, imam nikahlı karım Huriye Tercan'dan doğma, Sinan Paktürk'e aittir."
Bir uğultu yükseldi evin yaşlı hanımı Memnune'den. "Cennet yüzü görmesin... Elaleme malamat etti bizi! Elalame malamat etti de öyle gitti!" ağıtlarla ölmüş kocasına isyan ederken, Sinan birkaç adımda yanıma ulaştı. Getirilirken üvey annem tarafından hırpalanmanın tesiriyle saçım kılığım dağılmıştı. Utanmamak elde miydi Uzun Sinan'ın bakışlarından?
Kara gözlerinde okumuşluğun verdiği bir mana, iri cüssesine ağır işlerin altına girmenin kazandırdığı ihtişamla, beni boyda boya süzmüştü. Tüm bedenimden utanç duymuştum. Yüzümden ellerime, her bir yanımı gizlemek istemiştim.
"Bu çiftlik benim hakkımdır. Konağın sahibi de işte tapusuyla, benim! Bir hüküm verilecekse buna ben muktedirim!"
Konağın avlusu Sinan'ın sesiyle inlemişti. Dili böyle kelamları ederken de pek maharetliydi. O sivri dilinin beni yıkıp savurduğuna da şahitlik etmiştim, şimdi gelip savunmasına da. Her bir kelimenin ağzından çıkışını izliyordu beşiksiz konağın sakinleri. İstanbullu Ağa da derlerdi Sinan'a. Okul görmüş, şehir bilmiş insandı. Her açıdan denk değildik.
"Biz ne edeceğiz! Kovacak mısın otuz yıldır kaldığımız çiftlikten?"
Kaderlerini kolayca sindiren çiftlik ahalisi, vefat eden Turan Ağa'nın vasiyetine boyun eğerek Sinan'ın eli belgeli hakimiyetini kabul etmişlerdi. Vaktiyle okumuş annesinin değirmenin oradaki evi hukukla alması bu insanların gözlerini korkutmuştu. Biliyorlardı ki Sinan da istediğini alacaktı.
Fakat anlamadığım bir şey vardı: Bunca zaman susup hakkını aramamışken, ne değişmişti şimdi? Gariban bir marabanın yalvarışı mı tesir etmişti koskoca Sinan'a? Benim için mi gelmişti?
"Kimsenin ayrılmasına hacet yok çiftlikten. Hepinize burada yaşama müsaadesi veriyorum. Amma bir şartla!"
Beni baştan ayağa süzerek titreyen soğuk elimden tuttu. Hayrete uğrayan yüzümle ona baktığımda, başımdaki yazma uçuşuyordu oyalarını tenime çarptırarak. Kurak bir esinti olmasına rağmen tenim korkudan buz kesilmişti. Çarptıkça da yanaklarıma besbelli bir kan oturacaktı.
Yönünü amcasına çevirdi ve ağzından konağı karıştıracak o sözleri çıkardı:
"Gülsima bu konakta, benim karım olarak yaşayacak!"
*
Mevsimlik işçi olarak civar köyden Çukurova'ya üvey abisinin yanına gelen Gülsima; ilçedeki en meşhur toprak ağasının hovarda oğlu Halil tarafından göz hapsine alınır. Bir gün dereye indiği vakit genç kıza yanaşmaya çalışan Halil, namusunu korumak için debelenen Gülsima tarafından başından yaralanır.
Apar topar evine; felçli babası ve üvey annesinin yanına dönen Gülsima, başından bir taşla yaraladığı ağa oğlu Halil'in sakat kaldığını işitir. Her yerde kendisini aradıklarını bildiği için, soluğu ağanın imam nikahlı karısından olma, istenmeyen oğul Sinan'ın yanında alır Gülsima.
Onun kendisini kurtarabileceğini düşünerek, yalancı bir aşk ilanıyla Sinan'dan yardım talep eder. Fakat Sinan, bu köylü kızını küçümseyerek yollar başından.
Kimsenin pakça temiz olmadığı bu hikâyede,
rahmetli Turan ağanın istenmeyen oğlu Sinan'ın da kendi hesapları vardır. Beşiksiz konağın tek veliahtını dünyaya getirmek amacıyla, Gülsima'ya o teklifte bulunup, nikahlandıkları geceyi genç kıza kâbus eder.
"Benden yardım istedin. Ben de sana şart koştum. Şimdi ne istersem onu yapacaksın Gülsima. İsteklerimi sorgulamadan, ağzımdan ne çıkarsa yerine getireceksin vazife edinip. Beni erin göreceksin! Bu konakta aldığın her nefesi bana borçlusun. Amma sevgiye gelince... Benden sana gelecek tek bir sevgi kırıntısı olmayacak, bunu da bilesin."