Prolog
(Nisan 2023)
Zemini taş depoda yüz üstü halimden doğrulurken suratıma serpilen suyla nefesimi tuttum. Başımı tekrar yere gömüp bilincimin yerinde olmadığını düşündürmek istemiştim onlara. Fakat adamlardan biri çoktan yetiştirmişti patronuna.
-Uyandı Uraz Bey.
Saçlarım yüzümdeki kanla beraber alnıma yapışmış, halatla bağlı olan ellerim kurtulmak için çırpınarak toprağı tırmalıyordu. Beni ne ara bağlamış, ne ara darp etmişlerdi?
Adım sesleri kulağımda yankılanma oluştururken stresle atan kalbime koydum bağlı ellerimi.
-Neden bu kadar hırpaladınız? Hanginiz yaptı bunu?
Ellerimden güç alarak yattığım yerden oturur hale geldim. Canım yanıyordu. Yanağımda bir sızı ve ağzımda kan tadı vardı. Yirmilik dişim de kırılmış, dilimi yaralıyordu.
Eğilerek büyük eliyle çenemi kavradı Uraz. İnleyerek eline yapıştım.
-Kim dedi size vurun, diye?
Gözlerime dahi bakmadan savurdu beni yere doğru. Arkadaki adamlarının üstüne yürüyerek tekrar sordu.
-Hanginiz yaptı, diyorum?
İpe sıralanmış gibi dizilen adamlar iki büklüm el pençe başlarını eğdiler. En soldaki adamın karşısına geçip kolunu gerdirerek depoda yankılanacak kuvvette tokat attı.
-Hepiniz... Defolun. Sonra hesabınızı göreceğim sizin.
Arkalarından vurmaya devam ediyordu söylenirken. En ufak bir cevap veremeyen koca adamlar tek sıra halinde dışarıya çıkarken Uraz eliyle şakaklarını sıvazladı. Ağrıyan bedenimi geriye çekip dizlerimi kendime doğru toparladım. Hayatım boyunca hiçbir zaman böyle muamele görmemiştim. Annem ve babam beni en güzel şartlarda yetiştirmeye çabalamıştı. Onlara küsüp de kendi yolumu çizme kararı almasaydım şayet... Belki de tüm bunlar ne benim ne de Şirin'in başına gelmeyecekti.
Aheste aheste dönünce bana, nefesimi tuttum. Karşısında iki büklüm ve aciz görünmek istemiyordum. Oturuşumu dikleştirdiğimde gözleri yine öfke ve tiksintiyle süzdü beni. Acınası, ucuz bir varlıkmışım gibi tüm nefretini yöneltmekten çekinmiyordu.
-Sana gelince Eylül... Kimsin? Kimin köpeğisin, söyle!
Yutkundum.
Son kelimede sesini o kadar yükseltmişti ki, tatsız anılardan oluşan o silsileyi yüzüme çarpmıştı adeta. Dudaklarımı birbirine bastırdım titremesine engel olmak için.
-Kim-Kimsenin...
İki adımda yanıma ulaştı ve az önceki gibi kavradı çenemi yine. Acı içinde büzdüğüm dudaklarımla inledim.
-Beni öldürmek mi istiyorsun? Göreceğin bir hesap mı var? Ha Eylül?
Yutkundum tekrar. Çenemi sıktıkça dişimden sızan kanı içiyordu boğazım.
Eline rağmen iki yana salladım başımı.
Gözümden süzülen yaş eline düşmüştü.
-Kahveme kattığın uyku ilacı beni öldürmez. Bunu bilmeyecek kadar aptal olamazsın. Öyleyse amacın neydi, söyle?
Önümde çömelmiş emir yağdıran bu adamın pençesinden kurtulmak hiç de kolay değildi. Büyük eli tüm yüzümü kaplayacak kadar acımasızca tutuyordu beni. Açık açık söylersem alacağım cevaplardan korkuyordum. Gözlerime bakarak yapacağı açıklamalardan ürperiyordum.
Uraz... Beni öldürür müydü?
Bir otomotiv şirketinin CEO'sunun belinde silah ne arardı? Vardı işte! Orada öylece dururken konuşmamı zorlaştırıyordu gözüme battıkça. Geçmişini ardında bırakmamıştı. Hala Façalı'ydı.
Doğrusunu itiraf etmek gerekirse korkuyordum. Bir zamanlar ona hayranlıkla bakan gözlerim, ürpererek seyrediyordu hâlini.
-Canım yanıyor...
-Yanacak... Bu daha ne ki?
Uraz'a planımı söylersem, intikamımı gerçekleştiremezdim ki. Belki de o züppelerden biri de Uraz'dı. Aylar önce bu düşünceden vazgeçtiğim anlar olmuştu. O değilse bile... Arkadaşlarının suçunu gizlemek istemiş olamaz mıydı? Komodinin üzerindeki fotoğrafın çok anlamı vardı. İçimden bir ses Uraz'ın masum olduğunu fısıldasa da öte yandan vicdanım her ne olursa olsun Şirin için çabalamamı söylüyordu.
Yutkundum tekrar. Acı tat yakamı bırakmıyordu.
Çaresizce kasvetli gözlerine çevirdim dolu gözlerimi.
-Bırak beni... Bırak gideyim.
Öfkesinin ateşi sıktığı dişleri arasından çıkan kelimelerle tüm depoyu kavurmuştu.
-Seni bırakayım, öyle mi?
Çenemi iyice sıkarken acı içinde ağlamaya başladım. Tam gevşetip bıraktığını düşündüğümde; iki elimi sabitleyen halata basınca ayaklarına kadar eğildim. Alnım kim bilir kaç para olan postallarına değiyordu. Bu aşağılayıcı konumdan başımı kaldırıp yüzüne baktığımda, asla kaybetmeyeceğini haykıran ifadesiyle karşılaştım.
Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı küstahça. Öfkesinin de tesiriyle bana üstten bakarak ömrüm boyunca izi kalacak o cümleyi söyledi.
-Diz çöküp yalvar... Yalvar ki küçük aklınla kurduğun oyunu affedeyim Eylül.
*******
-Geçmişten Kesit-
"(Mart, 2015 Şirin'in Annesinin Cenazesi)
İnsan ömrünün geçişlerini, mevsim şartlarında değişim gösteren kiraz ağacına benzetirdim daima.
Diğer ağaçlardan hiçbir farkı olmadığı düşünülen kış ayları gibi tamamen çıplak ve savunmasız geçerdi ömrünün ilk yılları. Zeminine bastığı şu dünyaya geliş amacını idrak çabasıyla sürerdi.
Sonra bedeninde ve zihninde beliren, diğer ağaçlardan kendisini farklı kılan pembe ve beyaz çiçeklerle hayatının akışını büyük oranda değiştirecek vasıflarıyla tanışırdı ilkbahar misali.
Ve meyvelerini vermeye başladığında cayır cayır yazın ortasında; neden varım, sorusunun cevabına ulaşırdı: İşe yaramak. Bilgisinden, yeteneğinden olumlu anlamda faydalanılmasını sağlamak kirazlarını ortaya dökerken...
Fakat öyle bir an vardı ki. Ömrün son bulmaya yaklaştığı. Dallarındaki yaprakların güz renklerine bulandığı gibi son güzelliğini saçtığı dünyaya... Veda anının geldiğini öngörürdü insanoğlu. Dalındaki son yaprak da düştüğünde göz yumardı cefasını çektiği dünyaya. Ve kendisini unutan son insanla kaybolup giderdi. Sanki hiç yaşamamış gibi...
-Başınız sağolsun, elimizden gelecek bir şey var mı?
Başıma yerleştirdiğim cenaze için verilen şalın tek ucunu geriye atarak cevap verdim. Elbette bana değildi bu soru. Şirin'in konuşmaya mecali yoktu.
-Sağolun efendim...
-Eylül...
Diyerek omzuma koydu elini Şirin.
-Beni odama götürür müsün, dayanamıyorum.
Annesinin vefatı ağır bir darbe vurmuştu Şirin'e. Koluma girmesini sağlayıp odasına çıkardım. Uzanıp başını yastığa koyduğunda odasından ayrıldım.
Aşağı kata inerken evin arka bahçesinde, tek başına oturan bir adam fark ettim. Ailelerimiz dost olduğu ve birbirimizin çevresini ezbere bildiğimiz halde bu adamı daha önce hiç görmemiştim.
Uzun boylu, simsiyah bir takım elbisesinin içine beyaz yerine yine siyah bir gömlek tercih etmiş, siyah güneş gözlüklerini takarak pahalı bir izlenim veriyordu. Metrelerce öteden dahi bu adamın keskin yüz hatları ve soğuk ifadesinden dolayı seslenmekten çekinsem de bir cesaret arka bahçeye çıkar çıkmaz konuşuverdim.
-Merhaba...
Kapıyı açtığımda oluşan cereyandan ötürü rüzgar başımdaki şalı omuzlarımın üzerine düşürdü. Siyah saçlarım kadar kara şal, yüzümü yalayıp çimenlere attı kendini. Bense ilerlemeye devam ettim bu yabancı adamın yanına.
-Birini mi arıyordunuz?
Öyle bir ifadeyle bakmıştı ki bana, öfke ya da tiksinti duyduğunu düşünmüştüm. İnsan hiç tanımadığı birine karşı tiksinti duyar mıydı? Çatık kaşlarının altındaki delici ve ateşli bakışları, yüzümün her bir noktasını keşfe çıkarken, baskı altında hissettiğim o duygunun tesiriyle kulağıma götürdüm elimi. Küpemin etrafında dolaşan parmağıma gitti gözü bu defa.
Bakışları...
Beni okuyor gibiydi. Hece hece çözümlüyor gibi...
Yutkunarak sorumu değiştirdim. Belki de daha önce görüşmedikleri ve küs oldukları bir akrabalarıydı.
-Bir şeye ihtiyacınız varsa... Yani su falan... Getirebilirim. Bir şey isterseniz...
Diğer elindeki su şişesini göstererek kapağını açtı. Sözümü yarıda bıraktıran, bakışları kadar keskin ve tok sesiyle konuştu.
-Kafa dinlemek istiyorum.
Bu...
Bu adam dolaylı yoldan kovuyor muydu beni? Hayretle kaşlarımı kaldırdım. Gözlerimdeki yaş henüz yeni kurumuşken, cenaze evinde olay çıkaracak değildim ama bu kaba adam canımı hayli sıkmıştı.
-Peki ama burası kapalıydı. Girilmemesi için...
Yan profilden bakışla fazlasıyla gergin duruyordu. Boynunu baştan başa saran damarları dikkatimi çekmişti. Gür saçları kahverengi gözleriyle bir bütün halindeydi. O gözler bana yönelip bıkkınlıkla iç çekti.
-İstenmediğin yerde durmayı sever misin genelde?
Yutkundum.
Sakin ol Eylül... Avucun kaşınsa da hakim ol kendine...
Bu hadsiz adamın kışkırtmasına gelme...
-Anlaşıldı, gidiyorum. Fakat bilginiz olsun burada daha fazla durursanız güvenlikler tarafından tekmeyi yersiniz.
Hiç gülmeyecek sandığım adamın mimikleri alaycı ve küstah bir biçimde oynadı. Varlığımı umursamadan az önce baktığı ufka çevirdi gözlerini. Gidip Hikmet amcaya bildirsem iyi olur, diye düşünerek eve girdim tekrar.
Taziye için gelen misafirlerle annem ve babam ilgilenirken; Hikmet amca eşinin kaybını henüz kabullenebilmiş değildi. Mutfak masasına başını yatırarak soluklanışını seyrettim.
Ne demekti 'eş'?
Bir çift oluşturan iki şeyden biri.
Eşini kaybetmek ise...
-Hikmet amca, burada yatma boynun tutulacak.
Gözlerini açıp kaldırdı başını masadan. Elinin tersiyle şakaklarını ovuşturarak cevap verdi bana.
-Uyumuyordum Eylülcüğüm.
Elini alnına dayadı ve siper etti yüzüne. Görünmek mi istemiyordu, yoksa gitmemi mi umuyordu anlayamadım. Masanın diğer ucuna oturdum arka bahçedeki adamı unutarak.
-Diyorum ki, yarın gelecek misafirler için yemekleri dernek göndersin. Şirin de çok yoruluyor. Anlamıyorum cenazedeyiz ama iş yapıyoruz. Kız annesine mi yansın...
Aniden sözümü kestiğinde büsbütün afalladım.
-Eylül ben gidiyorum.
Başımı salladım anlamadığımı ifade ederek. Aynı anda göğsümün tam ortasında bir korku oturmuştu.
-Şirin... Sana emanet, tamam mı? Sultan ve Ümit'e haber vermedim henüz... Ama gideceğim. Kararlıyım.
Anneme ve babama haber vermeden bir iş yapması normal değildi. Zira iş ortağıydı onlar. Elimi göğsümün üzerine koydum. Yıllarca öz amcadan farksızdı bana. Yutkunarak sordum.
-Hikmet amca... Nereye gidiyorsun?
-Bununla baş edemiyorum. Bu evin her yerinde onun hatırası var. Şirin'e her bakışımda onu görüyorum. Dayanamıyorum.
Gözlerinden akan yaş masanın üzerine damlarken, aralanmış ağzımı elimle kapayabildim.
Elimden ne gelirdi ki?
Gidecek olan adamın önünde dağ bile duramazdı. İkna çabam boşa gitmiş, bahçedeki adamı soramadan günü geceye kavuşturmuştum. Anne babama yetiştirdiğim bu haber sonucunda, mücadele etmemize dahi izin vermeyen Hikmet amca, sabahın ilk ışıklarında, henüz eşinin vefatının dördüncü gününde hiç iz bırakmadan çekip gitmişti.
Özgür ve bağımsız ruhuma da bir sorumluluğu prangalamıştı. Şirin'i kollamak..."
Uyarı: Bu kitap; şiddet, tehdit ve alıkoyma, intihar, kan, aşağılama, psikolojik gerilim gibi anksiyete tetikleyici unsurlar barındırır. Uyarıyı dikkate alarak başlayınız.