19. Bölüm

1048 Words
19. Bölüm: Ateşle Yoğrulmuş Adımlar Sabah güneşi henüz dağların arkasından tam doğmamıştı ki, konakta hafif bir hareketlilik başlamıştı. Avlunun taşları gece boyunca soğumuş, havaya hafif bir sis çökmüştü. Elif, erken kalktığı için bu sessizliği en derinden hisseden tek kişiydi. Yatağından yavaşça doğrulup pencereye yürüdü. Griye çalan gökyüzüne baktı. Bu sabah, dün gece alınan kararın ağırlığını taşıyacak bir sabahtı. Boran’ın, “Yarın benimle geliyorsun,” sözleri hâlâ taze bir iz gibi zihnindeydi. Bu söz, bir davet değildi; bir sınavdı. Elif bunu çok iyi biliyordu. Ama ilk kez, bu sınavdan kaçmayı düşünmüyordu. Hazırlanırken saçlarını ördü, üstüne sade bir kıyafet seçti. Bu evin kadınları hep sadelikle güçlü dururdu; o da öyle yapacaktı. Aynaya son kez baktığında, gözlerinin altındaki hafif şişlik dışında, dünün ağırlığından arınmış bir yüz gördü. Mutfaktan gelen hafif çatal-kaşık sesleri, konaktakilerin yavaş yavaş güne başladığını gösteriyordu. Elif avluya inerken, Meyrem Ana onu fark edip hafifçe başını salladı. Bugün, Elif’in yanında yürümesi gereken bir gün olduğunu biliyormuş gibi bakıyordu. Boran kapının önünde, iki atın hazırlanmasını bekliyordu. Sabahın soğuğu adamın yüzünü alev gibi parlatmış, çene çizgilerini daha belirgin kılmıştı. Elif’i fark edince bakışlarında kısa bir hareketlenme oldu, ama hemen kayboldu. Boran duygularını göstermekte, özellikle Elif’e karşı, artık oldukça ketumdu. “Hazırsan çıkıyoruz,” dedi, ne sert ne yumuşak bir tonla. Elif başını salladı, atın yanına yaklaştı. Atın eyerine tırmanmak için elini uzattığında Boran bir an durdu, sonra istemsizce elini uzatıp ona destek oldu. Bu, belki de günün en beklenmedik hareketiydi. Elif’in parmakları onun eline değdiğinde, kısa bir sıcaklık geçti aralarından. Ama Boran hızlıca geri çekildi. Yola koyuldular. Köyün taş yollarında ilerlerken, sabah rüzgârı ikisinin de yüzünü okşuyor, sessizlik arasında egzama gibi patlayan bir gerilim taşıyordu. Elif konuşmak istedi, fakat Boran’ın yüzündeki sert ifadenin ardında dalgalanan fırtınayı gördükçe sustu. Köye vardıklarında, Nine Zeynep’in evi hemen belli oluyordu. Eski taş bir duvar, bahçesinde birkaç saksı ve kapı önünde bir sedir… Burası, yılların yorgunluğunu taşıyordu ama bir o kadar da huzurluydu. Boran atından indi. Elif de yavaşça inip kapıya doğru yürüdü. Boran kapıyı hafifçe tıklattı. İçeriden ince, titrek bir ses geldi. “Gelin evladım… gelin.” İkisi de içeri girdiler. Küçük odanın duvarlarında eski fotoğraflar, duvar halıları ve köyün yıllardır değişmeyen kokusu vardı. Nine Zeynep, yorganın altına yarı gömülmüş, zayıf yüzüyle onlara bakıyordu. Gözleri hâlâ keskin, hâlâ her şeyi gören cinsten. “Boran Ağa,” dedi yaşlı kadın, sesi yorgun ama saygıyla doluydu. “Hayırdır, bu sabah benim kapımın önüne düşmüşsünüz.” Boran, yaşlı kadının yanına oturdu. “Halini hatırını sorayım dedim, Nine. Sık sık şikâyet edermişsin, duydum.” Elif ise başını eğip Nine Zeynep’in elini tuttu. Parmakları buz gibiydi. “Geçmiş olsun,” dedi Elif nazikçe. “İsterseniz sıcak çay koyayım.” Nine Zeynep, Elif’in ellerini sıktı. “Demek o sensin ha… Aşiretin kara yazısını döndürmeye çalışan gelin…” Elif bir an afalladı. Böyle bir karşılamayı beklemiyordu. Boran ise hafifçe kaşlarını çattı. “Zeynep Nine, saçma konuşma. Elif’in bir suçu yok.” Kadın, Boran’ın bu sözündeki koruyucu tona dikkat kesildi. Gözleri bir an parladı. “Hah… Demek ki hâlâ bir yerlerde seviyorsun gelini,” diye mırıldandı. “Ama erkek milleti sever de söylemez. Hele senin baban… onun suskunluğu hâlâ kulağımda.” Boran’ın yüzünde sert bir çizgi belirdi. Babasıyla arasındaki soğuk duvar, böyle anlarda daha da belirgin oluyordu. Elif hemen araya girdi, konuyu yumuşatarak: “Ben çayı koyayım.” Mutfakla oda arasındaki mesafe kısaydı. Elif çayı hazırlarken, Boran ile Nine Zeynep’in konuşmalarını kısık sesle duydu. “Evladım,” dedi yaşlı kadın, “sen çatıyı taşla kurarsın ama yuva gönülle kuruluyor. O gönlü sen kırarsan, taş da tutmaz, çatı da.” Boran’ın sesi daha sertti. “Nine… herkes gönlüyle yaşamıyor bu hayatta. Bazen mecburiyetler var.” “Eh,” dedi Nine, derin bir iç çekerek. “Mecburiyetle kurulan evler de en çok ev sahiplerini yakar, Boran. Senin anan da çok mecburiyet çekti. Sonu ne oldu?.” Elif’in elindeki bardak hafifçe titredi. demek ki acılar köyün yaşlılarının hafızalarında hâlâ tazeydi. Elif odaya döndüğünde Boran’ın yüzü bulanıktı; öfke, acı ve gurur birbirine karışmıştı. Çayı sessizce uzattı. Boran bardağı tuttu, ama parmakları Elif’in eline dokunurken geri çekilmedi. Elif bir an şaşırdı ama belli etmedi. Çaydan bir yudum aldıktan sonra, Boran yaşlı kadının elini öptü. “İhtiyacın olursa söyle. Elif de ben de gelirim.” Cümlesi yarım kaldı. İlk kez, Elif ile kendini aynı cümlenin içinde anmıştı. Üstelik doğal, yumuşak bir tonla. Elif’in kalbi hafifçe kımıldadı. Eve dönerlerken hava açmıştı. Rüzgâr ılıman esiyor, güneş çatıların üstüne parlak bir tül gibi seriliyordu. Boran atını biraz daha hızlı sürdü, ama Elif aradaki mesafeyi korudu. İkisi de konuşmuyordu ama sessizlik artık bir duvar değil, ince bir köprü gibiydi. Konak avlusuna girdiklerinde, Hüseyin Ağa kapıda onları bekliyordu. Bakışları, Boran’a değil Elif’e odaklıydı. “Nereye gittiniz?” diye sordu sertçe. Boran hiç tereddüt etmeden cevapladı: “Nine Zeynep’i görmeye. Gelin de benimle geldi.” Hüseyin Ağa’nın kaşları gerildi. “Demek gelin köy köy gezmeye başladı ha? Daha dün söz verdi diye… bu kadar mı hemen kabarır insanın cüreti?” Elif nefesini tuttu. Boran’ın susacağını düşündü. Ama bu kez, adam beklenmedik bir şekilde karşılık verdi: “Gelin benim eşimdir. Gittiğim yere gelir. Buna laf edilmesin artık.” Elif’in içi bir an sıcak bir dalgayla kaplandı. Bu sesleniş, sahiplenme değil; bir gerçeği kabul ettirme tonuydu. Üstelik bunu babasının karşısında söylemişti. Hüseyin Ağa bir süre oğlunun yüzüne baktı. Sonra hiç konuşmadan içeri döndü. Konakta sessizlik yeniden ağırlaştı. Elif tam odasına geçecekken Boran’ın sesi onu durdurdu. “Elif.” Çok uzun zamandır adını böyle, net bir şekilde söylemiyordu. Elif yavaşça döndü. Boran yaklaştı, ama fazla değil. Mesafeyi doğru yerde tuttu. “Bugün… iyi yaptın,” dedi. Sesi kaba değildi, ama alıştığı sertlik de yoktu. Sanki kelimeleri alışık olmadığı bir yerden çıkarıyordu. “Nine’yle konuşman… çay yapman… iyiydi.” Elif hafifçe başını eğdi. “Yardım etmek istedim.” Boran bakışlarını kaçırmadan devam etti: “Bu evde kimse seni kolay kolay kabul etmez. Ama bugün… bir adım attın. Bunu bil.” Elif’in içindeki sıkı düğüm biraz gevşedi. Ancak yine de onu tamamen çözmek için çok erkendi. “Ben… elimden geleni yapıyorum,” dedi Elif. “Sadece… bu evin bir misafiri olmak istemiyorum artık.” Boran’ın yüzünde bir an gölge gibi bir şey belirdi. Belki pişmanlık, belki özlem, belki de o gece dut ağacının altında içine çöken sessiz bir yorgunluk. Konaktaki herkes Elif’in aslında ailesini görmeye gitmediğini sevgilisi Öner’i gittiğimi öğrenmişti hizmetçilerden biri onları konuşurken duymuş ve Hüseyin ağaya anlatmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD