11.Bölüm

1287 Words
11. Bölüm: Taht Oyunları Koridorun loş ışığında ilerlerken, Elif'in adımları yankılanıyordu. Her bir çatlak taş, kalbinin atışına eşlik ediyor, zihninde bir yanda Boran'ın savunmasız bakışları, diğer yanda Ömer'in puslu hatırası dövüşüyordu. Kapısını açıp odaya girdiğinde, sırtını ahşap kapıya dayadı, gözlerini kapattı. Nefes alışverişi derin ve düzensizdi. İçeri taşıdığı yük, fiziksel bir ağırlık gibi omuzlarına çökmüştü. Boran'ın yanağındaki sıcaklık hâlâ parmak uçlarında hissediliyordu. Bu, bir oyuncunun hamlesi değil, bir adamın samimi teslimiyetiydi. İçini kemiren o sızı, bir an için öyle yoğunlaştı ki, dizlerinin bağı çözüldü. Kendini toparlamak için derin bir nefes aldı. "Ömer," diye fısıldadı karanlığa, "sadece sen, sadece senin için." Ertesi sabah, güneş henüz dağların ardından yükselirken Elif uyanmıştı bile. Zihni, bir satranç ustasının tahtaya bakışı gibi, köydeki gününün hamlelerini hesaplıyordu. Pencereden, aşiretin yavaş yavaş uyanan köyünü izledi. Kadınlar testilerle suya gidiyor, çocuklar koşturuyor, yaşlılar güneşin altında oturmuş sohbet ediyordu. Bu sıradan manzara, onun için bir bilgi hazinesiydi. Kaçış rotası, zayıf noktalar, potansiyel müttefikler ya da engeller... Her detay kritikti. Aşağı indiğinde, konaktaki hareketlilik dikkat çekiciydi. Adamlar ciddi ifadelerle girip çıkıyor, Boran'ın odasının kapısı sürekli açılıp kapanıyordu. Onu görenler, saygıyla başlarını eğiyor, hatta bazı yaşlı kadınlar dualar okuyarak ellerini göğüslerine götürüyordu. Barışı getiren, Boran'ı "iyileştiren" kadındı o. Bu, beklediğinden bile güçlü bir konumdu. Boran, toplantı odasında aşiretin ileri gelenleriyle bir araya gelmişti. Elif içeri girdiğinde, odadaki tüm bakışlar üzerinde toplandı. Boran, başını kaldırıp onu gördüğünde, yorgun gözlerinde sıcak bir ışıltı belirdi. Yanındaki boş koltuğu işaret etti. "Gel, Elif. Sözlerin bu tartışmaya ışık tutacaktır," dedi. Bu, sadece bir nezaket değil, aleni bir güven ve statü beyanıydı. Odadaki bazı yaşlılar, özellikle de Siyamend Amca aşiretin en yaşlı ve muhafazakar üyelerinden biri kaşlarını çattı. Bir kadının, hem de 'dışarıdan' bir kadının bu denli merkezde olması onun geleneksel dünyasını zorluyordu. Toplantı, batıdaki bir başka aşiretle yaşanan sınır anlaşmazlığıyla ilgiliydi. Çözüm önerileri genellikle sert ve şiddet eğilimliydi. Boran, daha temkinli davranıyor ama aşiretin genç ve ateşli üyelerinin baskısı altındaydı. Tartışmalar kızıştığı bir sırada, Elif söz aldı. Herkes şaşkınlıkla ona döndü. "Kan dökülmeden önce, toprağın verimliliğini konuşmak daha akıllıca olmaz mı?" diye başladı, sesi sakin ama nettir. "Bu anlaşmazlık çözülse bile, ekinler susuz kalırsa, kazanan kim olacak? Belki de önce, sınır boyunca akan dereden her iki tarafın da nasıl faydalanacağını konuşmalıyız. Paylaşımı adil bir anlaşma, sınır taşlarının yerinden oynamasından daha kalıcı bir çözüm sunar." Odası ölümle yaşam arasında gidip gelen Boran'a söylediği gibi, yine kalelerin kapılarını aralıyordu. Odada bir sessizlik oldu. Bu, alışılagelmişin dışında, pratik ve uzlaşmacı bir bakış açısıydı. Boran, ona baktı, gözlerinde bir hayranlık ve derin bir onay vardı. "Elif haklı," diye onayladı, sesi toplantıya hâkim olacak kadar güçlü. "Önce suyu, toprağı konuşalım. Silahları en son çare olarak masada tutarız." Bu, bir dönüm noktasıydı. Boran sadece onun fikrini onaylamıyor, onu aşiretin karar mekanizmasının merkezine yerleştiriyordu. Siyamend Amca'nın yüzü kızardı, ama itiraz edecek bir şey bulamadı. Elif'in önerisi mantıklı, hatta bilgeceydi. Öğleden sonra, Elif köyde dolaşmaya çıktı. Görünürdeki amacı, yeni 'yuvasını' tanımaktı. Ama gözleri, yolları, patikaları, köyün çevresindeki doğal korunakları ve en önemlisi, atların bağlı olduğu ahırları kaydediyordu. Bir grup kadın, kilim dokurken onu görüp yanlarına çağırdı. Başlangıçtaki çekingenlik, Elif'in onların dilinden birkaç samimi kelime söylemesi ve dokumayla ilgili bilgisi ortaya çıkınca hızla dağıldı. Onlara İstanbul'daki hayatı değil, oradaki kadınların gücünden, bir şekilde hayatta kalma mücadelelerinden bahsetti. Bu, aradaki mesafeyi kapatmıştı. Bir diğer kritik karşılaşma, köyün silah ustası Delil ile oldu. Yaşlı, bir bacağı aksayan ama gözleri hâlâ çakmak çakmak olan Delil, Boran'ın en sadık adamlarından biriydi. Elif, atölyesine gidip, Boran'ın yaralarını iyileştirirken kullandığı bıçağın işçiliğini övdü. Delil'in gururunu okşamakla kalmadı, Boran'a duyduğu minneti de ustaca dile getirdi. Delil, başta ketum davransa da, Elif'in samimiyetinden ve Boran'a duyduğu saygıdan etkilendi. Ona köyün etrafındaki en güvenli av patikalarını, hatta kimseye bahsetmediği, dağlardaki birkaç gizli mağarayı anlattı. Bu bilgiler, Elif için altın değerindeydi. Akşam, Boran ve Elif yemeklerini yalnız yediler. Boran, gün boyu yaşadığı rahatlamayı üzerinden atmış değildi. "Bugün odada söylediklerin..." diye başladı, çorbasını karıştırarak. "Yıllardır kimse böyle bir şey önermedi. Hep savaş, hep güç... Sen farklı bir denge getirdin." "Bazen en güçlü silah, savaşmamayı bilmektir," diye karşılık verdi Elif, içinden kendi sözlerinin ikiyüzlülüğünden iğrenerek. Boran, elini masanın üzerinden uzatıp, onun eline dokundu. "Sen buradayken... her şey daha farklı görünüyor. Daha... yönetilebilir." Elif, elini çekmek istedi, ama yapamadı. Bu dokunuş artık bir stratejiden fazlasıydı; bir yük, bir vicdan azabı taşıyordu. Sadece hafifçe gülümsedi. O gece, Boran ona köyün tarihini, aşiretler arası ittifakları ve düşmanlıkları anlattı. Elif, can kulağıyla dinliyor, her kelimeyi hafızasına kazıyordu. Kaçışı sırasında karşılaşabileceği potansiyel tehlikeleri anlamak için bu bilgiler hayati önem taşıyordu. Boran ise bu paylaşımı, onu hayatının ve liderliğinin daha da içine aldığının bir işareti olarak görüyordu. Ertesi sabah, Elif'in sınavı daha da zorlaştı. Siyamend Amca, yanında iki genç adamla çıkageldi. Yüzünde zoraki bir nezaket vardı. "Hanımefendi," diye seslendi, Elif bahçede oturmuş, görünüşte etrafı seyrederken. "Boran Bey, senin bilgeliğine o kadar güveniyor ki. Biz de gençlerimizin senin gibi birinden öğreneceği çok şey var. Belki onlara... İstanbul'u anlatırsın? Oradaki yaşamı?" Bu bir sınamaydı. Elif'in yüreği bir an için durdu. İstanbul'u ne kadar çok anlatırsa, özlemini o kadar belli edebilir ya da yanlış bir şey söyleyip şüphe uyandırabilirdi. Ama geri çeviremezdi. "İstanbul büyük bir şehir," diye başladı dikkatle. "İnsanlar orada güneşin doğuşundan değil, işlerinin başlama vaktinden haberdar olur. Ama orada bile, insanın en çok ihtiyaç duyduğu şey, burada olduğu gibi, güvenilir bir topluluk ve bir 'yuva'dır." Sözlerini Boran'a dönerek bitirdi. "Her yer yuva olabilir, yeter ki insan kendini oraya ait hissedebilsin." Boran'ın yüzündeki ifade, onun cevabından duyduğu derin memnuniyeti anlatmaya yetiyordu. Siyamend Amca ise beklediği açığı bulamamanın verdiği bir huzursuzlukla mırıldanıp uzaklaştı. İlerleyen günlerde, Elif'in köydeki konumu giderek sağlamlaştı. Kadınlar ona danışmaya, Boran ise neredeyse her önemli kararda onun fikrini almaya başladı. Her gün, onun güvenini daha da sağlamlaştırıyor, ama aynı zamanda kaçış planının detaylarını da zihninde olgunlaştırıyordu. Delil'den öğrendiği patikalar, kadınlardan duyduğu köy dışına seyahat eden tüccar gruplarının geliş gidiş tarihleri, ahırdaki en hızlı atlar... Hepsi zihnindeki puzzle'ın parçalarını oluşturuyordu. Bir akşam, köyde bir kutlama vardı. Boran, Elif'i dansa kaldırdı. Ateşin etrafında dönerken, Elif kendini bir anlığına kaptırdı. Boran'ın kollarındaki güç, ona bakan gözlerindeki saf inanç... Sonra, müziğin ritminde, Ömer'in ona uzanan elini hayal etti. İçi burkuldu. Bu ikilem, onu yavaş yavaş kemiriyordu. O gece, odasına döndüğünde, yatağının kenarına çöktü. Artık her şey hazırdı. Bir sonraki hafta köye gelecek olan tüccar kervanı, kaçışı için mükemmel bir fırsattı. Onlarla birlikte köyden ayrılabilir, sonra izini kaybettirip batıya, İstanbul'a doğru yol alabilirdi. Ama aynanın karşısına geçip kendi yansımasına baktığında, gördüğü kadın, İstanbul'dan geldiği günkü korkulu genç kız değildi. Daha güçlü, daha kararlı, daha... farklı görünüyordu. Boran'ın ona duyduğu güven, istemeden de olsa ona bir güç, bir özgüven aşılamıştı. Bu, planını tehlikeye atabilecek bir zayıflıktı. Kendine sertçe çeki düzen verdi. "O bir araç," diye fısıldadı aynadaki yansımasına. "Sen bir araçsın. Amaç Ömer. Amaç özgürlük." Ancak, Boran odasında, uyuyamıyordu. Penceresinden, köyün ay ışığıyla aydınlanan sokaklarını izliyordu. Elif'in gelişiyle birlikte hayatına giren bu yeni umut, onu hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu. Ona duyduğu hisler giderek karmaşıklaşıyor, saygı ve minnetin ötesine geçiyordu. Zilan'ın hatırası ise artık bir yük değil, sadece bir anıydı. Elif, o boşluğu doldurmuştu. Ama içinde, derinlerde bir yerde, bir şeylerin yanlış olduğuna dair ufacık, ama inatçı bir ses vardı. Belki de Elif'in gözlerinde gördüğü o anlık uzaklık, ya da İstanbul'a dair sorduğunda verdiği ölçülü cevaplar... Bunlar, onun henüz tam anlamıyla 'ait olmadığının' işaretleri miydi? Bu düşünceyi zihninden kovdu. Zayıflıktı bu. O, Boran'dı. Ve Elif, onun hayatına güneş gibi doğmuştu. Onu kaybetmek, Zilan'ı kaybetmekten farksız olurdu. Bu sefer, başaramazsa, bu onu tamamen yıkardı. İki zihin, iki kalp, aynı çatı altında ama tamamen zıt gerçekliklerde atıyordu. Biri, giderek güçlenen bir bağın sıcaklığına sarılırken, diğeri, o bağı en beklenmedik anda koparmanın soğuk hesaplarını yapıyordu. Taht oyunları devam ediyordu, ama taht sadece aşiretin liderlik koltuğu değil, Boran'ın savunmasız bıraktığı kalbiydi. Ve Elif, farkında olmadan, o kalbin tahtında oturuyordu. Kaçış günü yaklaştıkça, geride bırakacağı enkazın boyutlarını henüz tam olarak kavrayamıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD