15. Bölüm

1058 Words
15. Bölüm: Aşkın ve Öfkenin Sarmalında Boran, Elif'in ardından öylece durdu, yüreğinin paramparça oluşunu izlerken. Ormanın derin sessizliği, onun içindeki fırtınayla tezat oluşturuyordu. Yumrukları sıkılı, çenesinde bir titreme vardı. Her şey bitmişti. Ama aşiret, bu bitişin gerçek nedenini asla öğrenemezdi. Berdel bozulursa, töre gereği kan dökülürdü. aile arasında uzun süren barış, bir anda son bulabilirdi. Elif'in güvenliği pahasına da olsa, onun ihanetini yutmak, onuruyla en ağır darbeyi yemek zorundaydı. Toplanma alanına döndüğünde, yüzünde kayıtsız, hatta biraz da rahatlamış bir ifade takındı. Siyamend Amca ve diğer ileri gelenlerin meraklı bakışlarıyla karşılaştı. "Elif Hanım nerede, Boran?" diye sordu Siyamend, kaşları çatık. Boran, içinde kopan fırtınayı bastırarak, önceden hazırladığı yalanı soğukkanlılıkla söyledi: "İstanbul'daki ailesini ziyarete gitti. Uzun zamandır özlemişti. Bir süre orada kalacak." Sessizlik oldu. Bu beklenmedik bir haberdi. Boran, devam etti, sesi kontrollü: "Biliyordum. Bana söyledi. Gitmesine izin verdim. Ailesini görmek her insanın hakkıdır. Burada, bizimle olduğu için minnettarız, ama kökleri de orada." İçlerinden biri, "Berdel..." diye mırıldandı. Boran'ın bakışları keskinleşti. "Berdel bozulmadı," diye gürledi. "Elif, sözümüzü verdiğimiz gibi benim karım. Sadece ailesini ziyaret ediyor. Dönecek. Bu süre zarfında kimse, duyduğu veya anladığı şeyleri yanlış yorumlamasın. Aşiretler arası barış, bir kişinin gelip gitmesinden daha önemlidir." Sözlerindeki son cümle, net bir uyarıydı. Siyamend Amca, Boran'ın gözlerine baktı. Orada, söylediğinden çok daha fazlasını gördü ama genç aşiret reisinin kararına saygı duydu. Başıyla onayladı. "Öyle olsun. Elif Hanım'ın güvenle dönüşünü bekleyeceğiz." Ancak Boran için beklemek, bir işkenceydi. Günler, gecelere dönüştü. Elif'siz geçen her an, onun yokluğunu daha da belirgin hale getiriyordu. Onun kahkahasını özlüyordu, bilgece sözlerini, ateşin başında anlattığı hikayeleri, en saf halinde ona güvenle bakan gözlerini. Yatağında, onun kokusunu arıyor, yastığının üzerinde bıraktığı izi bulmaya çalışıyordu. Bu özlem, onu zayıf düşürüyor, içindeki öfkeyi daha da körüklüyordu. Çünkü Boran, Elif'i asla affetmeyecekti. Onun seçimi, sadece bir kalp kırıklığı değil, bir güven ihlaliydi. Ona, aşiretine, buraya "evim" dediği topraklara ihanet etmişti. O broşu avucunda sımsıkı tutuşu, Boran'ın zihnine kazınmıştı. Onun için her şeyi göze aldığı, onu korumak için kendi canını bile hiçe saydığı anlar, bir anda anlamsızlaşmıştı. Bu ihaneti hazmetmek, onun gururuna yediremeyeceği bir zayıflıktı. Onu özlüyordu, evet, ama bu özlem, affedici bir sevgi değil, kaybedilmiş bir hazinenin yasını tutan acılı bir hırsız gibiydi yüreğinde. Bir akşam, yalnız başına, Elif'in ilk geldiğinde kaldığı odaya girdi. Odayı hiç değiştirmemişti. Eşyaları, sanki birazdan geri dönecekmiş gibi yerli yerindeydi. Masanın üzerinde, Elif'in okumaktan keyif aldığı bir kitap duruyordu. Sayfalarını çevirdi. Arasında, kurutulmuş bir kır çiçeği buldu. Ona, bu toprakların güzelliklerini ilk göstermeye başladığı günlerden kalma bir hatıraydı. Çiçeği avucunda ezmek geldi içinden, ama yapamadı. Sadece kitabı kapattı ve yerine bıraktı. Bu odada, onun varlığı çok güçlüydü ve Boran, bu acı verici sıcaklığa daha fazla dayanamayarak dışarı fırladı. Ormanda, deli gibi koşmaya başladı. Ayakları onu, Elif'i son gördüğü, kalbinin paramparça olduğu o açıklığa götürdü. Nefes nefese kaldı, yumruklarını sıkarak gökyüzüne doğru haykırdı: "Neden?!" Sorusunun cevabı yoktu. Sadece yankısı, ormanda çınlayıp durdu. İstanbul'da ise Elif, tam bir enkaz halindeydi. Ömer'in ihaneti, onu temelinden sarsmıştı. Kendi ailesinin yanına, annesi Zeynep Hanım'ın evine döndü. Ancak oradaki lüks ve rahatlık, ona artık bir anlam ifade etmiyordu. Odasının balkonundan İstanbul'un ışıklarına bakarken, gözünde hep Boran'ın köyündeki uçsuz bucaksız, yıldızlı gökyüzü canlanıyordu. Annesi, onun bu halinden endişeleniyordu. "Elif'im, ne oldu sana? Ömer'le bir sorun mu yaşadınız?" diye sordu bir akşam, usulca odasına girerek. Elif, annesine baktı. Gözyaşları, boşalırcasına akmaya başladı. Tüm hikayeyi, Ömer'in gerçek yüzünü, kendi aptallığını anlattı. Ama anlatırken, asıl özlemini, Doğu'daki hayatını, oradaki insanları ve Boran'ı anlattı. İçtenliği, gücü, orada bulduğu saygıyı... Zeynep Hanım, kızını hayretle dinledi. Onun, bu kısa sürede nasıl da değiştiğini, nasıl olgunlaştığını ve nasıl derinden yaralandığını görüyordu. "Demek orada... gerçekten evini buldun," diye fısıldadı, Elif'in saçlarını okşayarak. "Evet, anne," diye hıçkırdı Elif. "Ama onu kaybettim. Onu, böyle değersiz bir yalan uğruna terk ettim. Boran asla affetmez beni. Gururuna yediremez." "Bazen sevgi, gururdan daha ağır basar, kızım," dedi Zeynep Hanım bilgece. "Eğer bu adam, seni dediğin gibi bu kadar saf sevdiysa, belki de kalbi, aklından daha güçlüdür." Annesinin sözleri, Elif'in içinde küçük bir umut kıvılcımı yaktı. Belki de hakkını vermeliydi. Boran'ın yanına dönmeli, her şeyi anlatmalı, ondan özür dilemeliydi. Reddedilme riskini göze almalıydı. Çünkü onsuz, ne İstanbul ne de dünyanın başka bir yeri onun için bir anlam ifade etmiyordu. Bu arada, Boran'ın aşiretinde, söylentiler yayılmaya başlamıştı. Elif'in sadece ailesini ziyaret etmediği, dönmek niyetinde olmadığı fısıltıları dolaşıyordu aralarında. Berdelin bozulduğuna dair dedikodular, iki aşiret arasında gerginliğe neden oluyordu. Boran, bu söylentileri sertçe susturuyor, Elif'in geri döneceğini söylüyordu. Ama her geçen gün, onun bu iddiasını daha da inanılmaz kılıyordu. Bir gece, Siyamend Amca onu buldu. "Boran, evladım," dedi, sesi ciddi. "Gerçeği bana söyle. Elif Hanım geri dönüyor mu? Halk endişeli. Karşı aşiretin gençleri, seninle alay ediyor, 'karısı onu terk etti' diye." Boran'ın yüzü gerginleşti. İçindeki öfke, bir volkan gibi kabarıyordu. "O, benim karım," diye hırladı. "Dönecek. Ve eğer kimse buna inanmıyorsa, beklesin ve görsün." Ama Siyamend, Boran'ın gözlerindeki acıyı ve şüpheyi görebiliyordu. "Bazen, en güçlü adamı bile yıkan şey, yüreğindeki yaradır. Eğer o geri dönmezse, bunu kabul etmek zorunda kalacağız. Ve berdelin sonuçlarını gözden geçirmek zorunda kalacağız." Boran, Siyamend'in sözlerinin ağırlığını hissediyordu. Elif'in dönmemesi, sadece onun kalbinin kırılması değil, belki de bir savaşın başlaması anlamına gelecekti. Onurunun ve aşkının arasında sıkışmıştı. Onu özlüyordu, ona olan özlemi ciğerlerini yakıyordu, ama bir yandan da onun ihanetini asla bağışlayamayacağını biliyordu. Sonunda, bir karar verdi. Elif'i bulacak, onu geri getirecekti. Ama bunu aşiretin barışı, törelerin gerekliliği için yapacaktı. Ona olan sevgisi için değil. Onu geri getirip, karısı olarak yaşatacak, belki de hiç konuşmayacak, ona asla dokunmayacaktı. Bu, onun için Elif'ten daha ağır bir ceza olacaktı: Onu her gün görmek, ama asla sahip olamamak. Onun sevgisini istememek. Bu, hem gururunu koruyacak, hem de aşiretini kurtaracak bir yol gibi görünüyordu zalimce. O sırada Elif, bavulunu topluyordu. Annesiyle vedalaşmıştı. Artık İstanbul'da duracak gücü yoktu. Dönüş yolculuğu, gidişinden çok daha ağırdı. Giderken kaybettiği her şeyin farkındaydı. Dönerken ise sadece bir şans, affedilme umudu taşıyordu. Uçağa binerken, kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Boran'ın onu nasıl karşılayacağını, o gururlu, asil bakışlarında ne göreceğini düşünüyordu. Korku ve umut, iç içe geçmişti. Boran ise, atını hazırlıyor, birkaç adamıyla yola çıkmak üzereydi. Yüzü, taştan bir maskeydi. Amacı belliydi: Elif'i bulmak ve onu, bir mal, bir barış antlaşması gibi geri getirmek. Onun gözyaşlarına, açıklamalarına aldırmayacaktı. Kalbini tamamen kapatmıştı. Bu yolculuk, bir aşk hikayesi değil, bir görevdi. Ve bu görevin, onu içten içe yer bitireceğini biliyordu. İki kırık kalp, iki ayrı yoldan, kaçınılmaz bir çarpışmaya doğru ilerliyordu. Buluştuklarında, ortaya çıkacak yangında kimin yanacağını ise zaman gösterecekti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD