13. Bölüm

1062 Words
13. Bölüm: Ayrılış Boran'ın odasından çıkıp kendi sığınağına döndüğünde, Elif'in içinde bir fırtına kopuyordu. Yaşlar kurumuş, yerini sarsıcı bir sükunete bırakmıştı. Boran'ın ona uzattığı harita, avuçlarında yanıyor gibiydi. Onun kaçış planından haberdar olduğuna dair en ufak bir ipucu yoktu yüzünde; sadece, derinlerde gizlenmiş bir hüzün ve sarsılmaz bir güven vardı. Bu güven, yalanlarından daha ağır geliyordu omuzlarına. O gece uyuyamadı. Boran'ın "Sen benim yeniden doğuşumsun," sözü, zihninde bir nara gibi yankılanıyordu. Bu sözlerin ağırlığı altında eziliyordu. Bir yanda, bu sözleri hak etmek, burada kalıp gerçekten Boran'ın yanında, bu insanların "Hanım'ı" olarak yeni bir hayat inşa etmek dürtüsü vardı. Diğer yanda ise Ömer'e verdiği söz, geçmişine duyduğu aidiyet ve belki de en önemlisi, bu hayatın bir yalan üzerine kurulu olduğu gerçeği. Sabah, tüccar kervanının köye varacağı gündü. Gün ışığı odasına sızdığında, kararını vermişti. Vermek zorundaydı. Bu ikilem onu parçalayacaktı. Çantasını sessizce hazırladı. Birkaç ufak tefek eşya, biraz yiyecek ve Ömer'in broşu. Boran'ın verdiği haritaya uzun uzun baktı, sonra onu da çantasının en dibine, bir anı, belki de bir pişmanlık nesnesi olarak yerleştirdi. Köy meydanına indiğinde, kervanın geldiğini gördü. Develerin çan sesleri, tüccarların bağrışmaları, köyde her zamanki heyecanı yaratmıştı. Boran onu meydanda gördüğünde yanına geldi, yüzünde geniş bir gülümsemeyle. "Görüyor musun?" dedi, coşkuyla. "Barışın ilk meyveleri. Bu kervan, artık batıdaki aşiretin topraklarından da geçebilecek. Ticaret yolları açıldı. Hepsi senin sayende, Elif." Her kelime, kalbine saplanan bir bıçak gibiydi. "Hepsi bir yalan sayende," diye düşündü içinden acıyla. Ama yüzünde, hafif, zoraki bir tebessüm oluşturmayı başardı. "Bu harika bir haber, Boran." Boran, onun koluna girdi. "Gel, onları karşılayalım. Senin de görmeni istiyorum." Elif, mecburen onunla birlikte kervanın başına doğru yürüdü. Tüccar başı, Boran'ı saygıyla selamladı ve Elif'i görünce eğilerek, "Hanımefendi," diye hitap etti. Haber her yere yayılmıştı. Bu, planını uygulamak için mükemmel bir fırsattı. Tüccar başıyla kısa bir sohbeti bahane edip, kervanla birlikte bir sonraki köye kadar gitmek, oradaki kadınlarla bir diyalog kurmak istediğini söyledi. Boran'ın yüzündeki gurur daha da arttı. "Bak," dedi, gözleri parlayarak. "Sadece bizim aşiretimize değil, tüm bölgeye barış getiriyorsun. Git, onlara da bilgeliğini göster. Ama çabuk dön. Seni özlerim." Bu son cümle, Elif'in yüreğini burktu. Ona sarıldı, belki de son kez, o güvenli kolların sıcaklığını hissedebilmek için. Boran, bu sarılmanın yoğunluğunu aşkın bir tezahürü sanıp, onun saçlarını okşadı. "Birkaç gün," diye fısıldadı Elif, yüzü göğsüne gömülü. "Hemen döneceğim." Yalan söylemek, nefes almak kadar doğal gelmişti artık. Biraz sonra, kervan hareket etmeye hazırlanırken, Elif de hazırdı. Son bir kez köye, konakta Boran'ın baktığı pencereye baktı. Orada değildi. Belki de iyi olan buydu. Son bir görüntü, onu bu delice planından vazgeçirebilirdi. Kervan yola koyuldu. Köy, arkada giderek küçülürken, Elif'in içinde tarifsiz bir boşluk hissediyordu. Her adım, onu Boran'dan uzaklaştırıyor ama Ömer'e yaklaştırmıyor, sadece daha derin bir belirsizliğe sürüklüyordu. Tüccarların sohbetleri, develerin çan sesleri, hepsi bir uğultuya dönüşmüştü kulağında. Zihni, Boran'ın gülümsemesi, Siyamend Amca'nın gözlerindeki hürmet, köydeki çocukların sevgi dolu bakışlarıyla doluydu. İlk mola yerine vardıklarında, güneş tepedeydi. Elif, Delil'in haritasında işaretlediği gizli patikayı gözüne kestirmişti. Tüccar başına, biraz temiz hava almak ve etrafı keşfetmek için kısa bir yürüyüşe çıkacağını söyledi. Kimse şüphelenmedi. "Hanımefendi"ydi sonuçta. Patikanın girişine doğru ilerlerken, kalbi göğsünde çırpınıyordu. Her adımda, geri dönmek için için bir istek duyuyor, sonra Ömer'in yüzünü hatırlayıp kendini zorluyordu. Ormanın derinliklerine daldı. Ağaçların gölgesi serin, kuş sesleri huzur vericiydi. Burası, onu İstanbul'a götürecek yolun başlangıcıydı. Bir saat kadar yürüdükten sonra, bir ırmak kenarında durdu. Haritada bu nokta, bir geçiş yeri olarak işaretlenmişti. Suyun serinletici sesi, ona bir miktar huzur verdi. Çantasından Ömer'in broşunu çıkardı. Soğuk metale baktı. Artık ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu. Broşu yakasına taktı. Bu, geçmişe olan bağlılığının bir nişanesi, kendine verdiği sözün bir hatırlatıcısı olmalıydı. Ancak tam o sırada, arkasından bir ses geldi. "Takmadığın zamanlarda da yanında olduğunu söylemişti, değil mi?" Elif donakaldı. O sesi tanıyordu. Yavaşça döndü. Ağaçların gölgesinde, sırtını bir çınar ağacına dayamış, yüzünde karmaşık bir ifadeyle Boran duruyordu. Ne öfke vardı ne de şaşkınlık. Sadece derin, kemirici bir keder ve anlayış. Elif'in nefesi kesildi. Konuşamadı, hareket edemedi. Broş, parmağının ucunda, yakasına takılı kalmıştı. "O broşu," diye devam etti Boran, sesi sakin ama gölgelerle dolu. "Geçen gece, odanda düştüğünü gördüm. Uyurken... 'Ömer' diye fısıldadın." Elif'in yüreği ağzına geldi. Demek biliyordu. Her şeyi biliyordu. "Neden?" diye sordu Boran, sesi ilk kez hafif bir çatlakla. "Neden bana söylemedin? Neden bu... bu oyunu oynadın?" "Oyun değildi," diye zorlukla cevap verdi Elif, sesi titreyerek. "Başlangıçta... bir zorunluluktu. Sonra... sonra her şey karmaşıklaştı." Boran, ağaçtan uzaklaştı ve birkaç adım yaklaştı. Gözleri, Elif'in gözlerinin derinliklerine bakıyordu. "Beni sevdiğin anlar da mı bir zorunluluktu? Barışı sağlaman da mı? Siyamend Amca'ya beni emanet etmen de mi?" Her soru, bir yük gibi iniyordu Elif'in omuzlarına. "Hayır!" diye haykırdı Elif, artık dayanamayarak. "O anlar... o anlar gerçekti, Boran. Ama ben... ben başka bir hayatın insanıyım. Ömer... ona bir söz verdim. Ona dönmem lazım." "Peki ya bana verdiğin sözler?" diye sordu Boran, sesi artık daha yüksek, daha incinmişti. "Aşiretime, bana olan bağlılığın? Onlar bir hiç miydi?" "Onlar hiç değildi!" diye ağladı Elif, gözyaşları artık kontrolsüzce akarken. "Seni, aşireti, oradaki hayatı... hepsini sevdim. O yüzden bu kadar zor. O yüzden kaçmam gerekiyordu. Çünkü kalırsam, kendimi, sana olan her şeyi gerçek sanacağım ve asıl ben, Ömer'e verdiği sözü unutacaktı!" Boran, onun bu itirafı karşısında sarsıldı. Bir an için gözlerindeki keder, yerini şaşkın bir umuda bıraktı gibi oldu. "Öyleyse kal," diye fısıldadı, sesi yalvarır gibiydi. "Unut gitsin o geçmişi. Burada, benimle, yeni bir hayat kur. Gerçek olan bu. Gerçek olan, aramızdaki bu." Elif, başını iki yana salladı, acı içinde. "Yapamam, Boran. Bir yalan üzerine inşa edilmiş bir hayat, eninde sonunda çöker. Ve sen, bir yalanı sevmiş olmanın acısını asla unutamazsın. Beni... beni olduğum gibi sevmedin. 'Elif' olarak değil, 'Hanım' olarak sevdin." "Yanılıyorsun," dedi Boran kesin bir dille. "Seni, ateşin karşısında ilk kez konuştuğun o günden beri, içindeki ateşi, zekayı, gücü sevdim. İsmin Elif'miş, başka bir geçmişin varmış, bunlar neyi değiştirir? Sen, sen olduğun için sevdim." Bu sözler, Elif'in tüm savunmalarını yıkmaya yetecek kadar güçlüydü. İki seçenek arasında parçalanmıştı. Boran'ın kollarına atılmak ve her şeyi unutmak ya da verdiği söze sadık kalıp, bu aşkı arkada bırakmak. Gözleri, yakasındaki broşa kaydı. Ömer'in yüzü zihninde canlandı. Ona verdiği söz. İstanbul'daki hayat. O hayat, artık soluk bir fotoğraf gibiydi. Oysa Boran, buradaydı, gerçek, sıcak ve ona tüm kalbiyle yalvarıyordu. Karar anı gelmişti. Elif, yavaşça broşu çıkardı. Soğuk metale baktı. Sonra, Boran'ın gözlerine baktı. Gözlerinde, kaybetmekten duyduğu derin korkunun yanı sıra, ona duyduğu sarsılmaz sevgi de okunuyordu. Bir an için her şey sustu. Orman, onların kararını bekliyor gibiydi. Ve Elif, tercihini yaptı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD