4-Kar

2507 Words
Arabadan üzerlerinde üniforma ile inenler çok tanıdıktı. Şaşkınlıkla bakakaldım yüzlerine. Koskoca şehirde kafa tuttuğum adamların asker olduğunu öğrenmiştim. Buna sevinmeli miydim, yoksa üzülmeli miydim? Üzerimde çok belli olan bir şaşkınlık vardı, bir yandan da üşüdüğüm için tam olarak ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Kamuflajlarının içinde oldukça dokunulmaz ve karşı koyar duruyorlardı.  Kaşında dikiş izi olan kişi bana ters ters bakarken içlerinden birisi girdi göze. Bu kişi ona göre çok daha sıcakkanlı ve insancıl duruyordu.  ''İyi misiniz?'' Başımı salladım, ''Çok iyiyim.'' Her tarafım karlarla kaplıydı, deli gibi üşüyordum. Tir tir titriyordum. Saçlarımın üzerinde bile biriken karlar yüzümü kaplamak üzereydi. Gideceğim yeri bilmiyordum, muhtar gelmemişti. Hava kararmak üzereydi. Resmen kaybolmuştum. Çok iyiyim ama, bayağı iyiyim yani.  ''Emin misiniz?'' diye sordu tekrar yumuşak bir sesle.  Şu an yere düşüp bayılacak kadar halsiz hissediyordum kendimi, ama nedense garip bir inat vardı içimde. Daha önceki karşılaşmalarımız pek hoş olmadığı için onlardan yardım istemek şu an nedensizce bana doğru bir hareketmiş gibi gelmiyordu.  ''Gayet iyiyim,'' dedim yüzüne bakarak, ''Size iyi akşamlar.'' Bavuluma çıplak elimi dolayıp arkamı döndüm, tüm gücümle fire vermeden bavulu çekmeye çalışırken birkaç adım atmıştım ki yine kollarımda ve vücudumdaki o ağrı baş göstermişti. Şu an canım acıyordu. Gittiğim bu yolun nereye çıkacağını bilemiyordum. Kör karanlık bir mahzende çivilere basa basa yürüyordum sanki. Başımı bir sürü kötü şey gelebilirdi, gecenin bir vakti kesile de bilirdim. Mantığım içimdeki saçma gururu ezmeye oldukça niyetli olsa da aptal bir direniş içindeydim.  En sonunda mantığımı dinleyip durdurdum adımlarımı. Derin bir nefes alarak arkamı döndüğümde yerlerinden bir adım bile kıpırdamadıklarını gördüm. Sanırım geri döneceğimi biliyorlardı, o kadar mı pes edecek gibi duruyordum? Gözlerimi gezdirdim hepsinin üzerinde.  ''Benim acilen Viran köyüne gitmem gerekiyor.'' Hepsinin gözleri o sert mizaçlı adama döndüğünde ufak bir baş hareketi yapmıştı sadece. Ardından yanıma gelen yine içlerinde en insancıl olandı, isminin Batu olduğunu pastanede duymuştum. Bavulumu aldı yerden. ''Buyurun bizimle gelin.'' Bu teklifi reddetmek şu an için muhakkak aptallık olurdu ben de memnuniyetle de olmasa da canımı kurtarmak adına dediğini yapıp büyük zırhlı arabaya bindim. Arkadaki koltuklar birbirine bakıyordu. Daha önce askeri bir araca binmediğim için ufak bir şaşkınlık yaşamıştım.  Hemen ardımdan onlar da yerleşti. Tam karşımda o sert mizaçlı adam oturuyordu yanında isminin Batu olduğunu öğrendiğim asker ve hemen yanında da biber gazı sıktığım adam.  ''Montunuzu çıkarın isterseniz, ıslanmış bunun içinde ısınamazsınız.'' diye konuşan Batu'ydu.  Dediği çok doğruydu, sözüne itaat ederek montumu çıkartım. Üzerindeki karlar aracın içine yayılmıştı. Karlara boyanmış saçlarımı arkaya itip ısınmak için kollarımı birbirine doladım.  ''Klimanın derecesini artır İlhan.'' Bakışımı kaldırdığımda o adamla göz göze geldim. Gözlerimi çekip kollarımı daha çok sardım kollarıma. Dişlerim birbirine vurmasın diye mücadele veriyordum. Çok soğuktu, anormal soğuktu. Fazla çok ama çok fazla soğuktu.  Başka bir şey yaparsam üşümem diye düşünerek Batu'ya baktım.  ''Telefonunuzu kullanabilir miyim?'' ''Tabii buyur.'' diyerek telefonunu uzattığında yanıma koyduğum montun içinden muhtarın telefon numarasını çıkardım. Montumun içine kadar kar işlediği için numarada ıslanmış ve mürekkebi akmıştı.  ''Kahretsin.'' diye mırıldandım öfkeyle, ''Bir bu eksikti.'' Ellerimi yüzüme çıkarıp çaresizce alnımı ovalarken ne yapacağımı düşünüyordum.  ''Bir sorun var sanırım.'' Başımı salladım sadece.  ''Yardımcı olalım bize söyleyin, bunun için varız.'' ''Sorun yok,'' diye cevaplandırdım, köye gittiğimde zaten her şey yoluna girecekti. En azından ben öyle umuyordum.  Arabada sessizlik oluşurken bu sessizlik beni çok geriyordu. Başımı çevirip yağan karı izlemeye başladım. Gözlerim bembeyaz kara değdiğinde biraz acımıştı, kapayıp açtım birkaç kez.  Arabanın radyosu açıldığında en azından ses olması beni rahatlatmıştı. Müziklerin arasında verilen sevimsiz magazin haberlerinden bir kez daha nefret etmiştim.  ''Ünlü iş insanı Önder Saygun ve yeni işe imza atacağı konuşulan Tufan Karayel'in kavgası cemiyete ve magazine bomba gibi düştü. Bu kavganın sebebi ise henüz bilinmiyor. Tahminlerimizden biri de Tufan Karayel'in üvey kı-'' ''Radyoyu kapatabilir misiniz?'' Net bir sesle araya girdiğimde tüm bakışlar beni bulmuştu. Bu karambolde ismimin verilmemesi beni rahatlatırken onay bekler gibi bir halleri vardı. ''Kapat İlhan.'' diyen kişi o da sert mizaçlı adamdı. Neden her şeyde ona soruyorlardı?  Bunu düşünmeyi boş verdim şu an daha önemli konularım vardı. Çantamın derinlerine gömdüğüm telefonumu aldım elime. Açma düğmesine basarken usulca kapadım gözlerimi. Telefon saniyeler içinde açıldığında bildirim sesleri arabanın içinde yankılanmaya başladı. Bakışlar bana döndüğünde mahcubiyetle baktım onlara. ''Hemen kısıyorum.'' Hızlıca kıssam da seslerin çoğu duyulmuştu. ''Sorun yok hanımefendi.'' Hala ekrana bakmaya cesaretim yoktu, sesini kısıp gözlerimi kapamıştım. Şu an bu ekrana bakıp canımın acımasını istemiyordum. Çok kötü tepkiler alacaktım, korkuyordum. Başımı koltuğa yaslayıp cümleleri toparlamaya çalıştım. Ne kadar başarabiliyordum? Hiç başaramıyordum, tam olarak onlara ne söylemem gerektiğini hiç bilmiyordum.  Aslında haklıydım yaptığım şeyde, tamam kaçmak belki de oldukça zayıf ve güçsüz bir hareketti zavallıcaydı belki ama benim başka bir çarem yoktu. Sözlerimin esamesini okuyamıyordum karşımdaki insanların yüzlerinde. Bir ehemmiyet taşımıyordu dudaklarımın arasından çıkan sözler. Sanki kurulu bir kutu bebeğiydim ve onlar istediği zaman hayata karışıyordum. Üniversite tercihlerimi annemle beraber yapmıştık, hep istemediğim tercihler yapmış ve beni buna zorlamıştı. Gecenin yarısı  kalkıp tercihlerimi değiştirmek hayatımda kendim için yaptığım en güzel iyiliklerdendi.  Üniversiteye gitmeme ilk başta izin bile vermemişti annem, hiç beğenmemişti kazandığım bölümü. Oysa ben çok heyecanlanmışım bu meslek için. Sonuçlara bakarken yaşadığım korku hala yüreğime bir yerele kazılı. Annemin günlerce bağırıp çağırması ve kendi hayatım için önceden aldığı kararları uygulamadığım için kızışı öyle acıtmıştı ki canımı. Bu hep böyle devam etti ama. Annem isterdi, ben yapardım eğer yapmazsam da canımı acıtırdı.  Bu sefer diğerleri kadar kolay olmayacaktı, hissediyordum. Attığım büyük adımın karşılığı hiç de küçük olmayacaktı. Bunun çok farkındaydım. Bu farkındalık beni alacağım darbelere hazırlıklı hale getirse de yine de korkuyordum. Annemden korkuyordum ve bu başlı başına berbat bir histi.  ''Anneniz arıyor.'' Daldığım düşüncelerden kulağım dolan sesle sıyrıldım. Gözlerimi açtığımda Batu'yla göz göze geldik. Sessize aldığım ve gözlerimi kapadığım için aramayı görmediğimi düşünerek beni uyarıyordu. Hafifçe başımı sallayıp ekrana indirdim bakışlarımı. Annemin araması kapanmış hemen ardından da Önder aramaya başlamıştı. Ben bunlarla ne yapacaktım sahiden? Önder'i reddedip bildirimlere baktım. Yüzlerce bildirim vardı. Herkes tarafından mesaj almıştım. O mesajlara bakmaya, sesli mesajları dinlemeye şu an için gücüm yoktu. Bir şekilde yüzleşmem gerektiğini bilsem de şu an değildi sırası. Şu an için olmazdı. Erteleyebildiğim kadar ertelemek istesem de kaçacağım yer de kısıtlıydı.  Bu sefer de ablam arıyordu, annem Önder...Bu döngü dakikalarca devam etti. Biliyordum ki açmayıncaya kadar da hep böyle devam edecekti. Telefonu açtığımda duymaktan çekindiklerimi duyacaktım. Gücüm azalacaktı. Belki de acımasız bir pişmanlık yerleşecekti kalbime.  Hiç cevap vermesem ne olurdu? Bu böyle sürüp gitmezdi bunun da farkındaydım. Elbette beni bulurlardı zaten sonsuza kadar kaçmak gibi de bir isteğim yoktu ben sadece beni anlamalarını, benim de bir birey olduğumu artık bilsinler beni fark etsinler istiyordum.  ''Of!'' diye fısıltı çıktı dudaklarımdan. Bu of karşıki dağları yıkacak kadar güçlü olsa da şu an sadece beni yıkmıştı.  Gittikçe düşen omuzlarım benim gardımı da yerle bir etmişti. En sonunda bu aramalardan pes ederek bir kuvvetle belki de bir deli cesareti ile annemin aramasını cevaplandırdım. Kulağıma dolan sert sesini duyduğumda titredim.  ''NİHAN!''  Sesi çok katıydı, öyle katıydı ki içim bir kat daha üşümüştü. Sesini duymasınlar diye kısmaya başladım hemen. Çok bağırıyordu, hep çok bağırırdı zaten.  ''NİHAN SEN NEREDESİN! BU NE DEMEK OLUYOR? BİZİ REZİL ETTİN!'' Art arda konuşuyordu, araya girecek fırsat arıyor ama bulamıyordum.  ''Neredesin söyle hemen almaya geliyorum seni! Hemen!'' ''Hangi oteldesin, nerdesin Nihan nerdesin!'' Benim için o an konuşması o kadar zordu ki, yine de zoru yenerek açtım ağzımı.  ''İstanbul'da değilim.''  ''HANGİ CEHENNEMDESİN NİHAN! HANGİ?'' ''Anne bir dinle.'' ''NEYİNİ DİNLEYECEĞİM! EVDEN KAÇMAK NE SEN ÇILDIRDIN MI?!'' Telefona daha çok yaklaştım. Arabadakilerin duymasını istemiyordum.  ''Beni buna siz mecbur ettiniz.'' ''Ne mecburiyetinden bahsediyorsun sen? Ne bu yaptığın şımarıklık? Bizi ne hale düşürdüğünü biliyor musun?'' ''Şımarıklık değildi, sana söyledim. Ben yapamam dedim anne.'' Açık açık konuşamıyordum, ama öylesine dolup taşıyordu ki içimdeki deniz. Haykırmak istiyordum. Annemin hemen ardından Önder'in sesini duydum. Annemin sesine nazaran endişe doluydu sesi. ''Nihan iyi misin? Neredesin sevgilim söyle bak çok merak ediyorum seni.'' Derin bir nefes aldım, ''İyiyim.'' ''Adresini söyle yanına geleyim, hadi sevgilim.'' Annemin de sesini duyuyordum arada. O Önder gibi değildi bağırıp çağırmaya devam ediyordu.  ''Nihan çıldırtma bizi, hemen geri gel!'' Annemin ilk iyi misin diye sormaması bile her şeyi özetliyordu sanki. Bir anne nasıl olurda kızının sağlığından çok rezil olmasını düşünebilirdi ki? Hangi vicdana sığardı bu? Sığar mıydı bir şeylere, sığdırabilir miydik bir hissiyata? Önder merak ediyordu beni, o soruyordu. En azından sevgisi gerçekti. İçinde bir yerlerde gerçekten değer veriyor ve merak ediyordu beni. Ne demem neye inanmam ne için savunmam gerekirdi kendimi. Bilmiyordum. Hiç bilmiyordum hem de. ''Nihan...Yapma bunu. Geri dön her şey istediğin gibi olacak sana söz veriyorum. Çok endişe ediyorum senin için. Lütfen yapma bunu bana.'' ''Önder...Özür dilerim. Dün geceden sonra beni anlamanı istedim.'' ''Anlarım, bak anlarım seni. Lütfen geri gel söz, anlarım seni. Söz.'' ''Ben ilk defa kendim için bir şey yaptım. Geri dönmek istemiyorum.'' ''NİHAN SAÇMA SAPAN KONUŞMA! GERİ GEL! SENİ EVE ALMAM!'' Ablamın sesiydi hemen ardından duyduğum. ''Nihan bak canım yapma böyle, hadi  neredesin almaya geliyorum ben seni.'' ''Geç kaldın.'' diye fısıldadım. Bana ablalık yapmak için, hatırımı sormak için çok geç kaldın. Annem beni tehdit ederken hüngür hüngür ağlama istediğimi bir kenara atıp tüm soğukkanlılığımla konuştum. ''Yeni bir hayat kuruyorum kendime. Bu hayata girmek isterseniz kapım açık ama beni bu hayattan etmek isterseniz buna müsaadem yok. Kendinize iyi bakın, çünkü ben öyle yapacağım.'' Telefonu kulağımdan çekip kapatma düğmesine basılı tuttum. Telefon kapandığında gözlerimi de onunla birlikte kapayıp başımı koltuğa yasladım. Şu an kimseyle göz göze gelmek istemiyordum.  Ağlamak da istemesem de engel olamamıştım gözümden süzülen birkaç damla gözyaşına. Tüm bunlara değer miydi hakikaten? Oysa bu hayatta mutlu olmak çok basitti, biz neden bir şeyler mecbur kılınıyorduk? Bu çok saçmaydı. Ben artık mutlu olmak istiyordum, her şeyden sıyrılıp her şeyden vazgeçip sadece mutlu olmak istiyordum. Kimse veremiyorsa o mutluluğu kendim için söke söke alabilirdim. İnsanlara rezil olmayı benim canımdan bile çok umursayan bir annem vardı, bu ne acı bir durumdu, oysa ben annemin beni merak etmesini de isterdim. Benim için endişe duymasını, beni merak etmesini sadece  bunları sevdiği için hissetsin isterdim. El alemi düşünerek değil de gerçekten beni sevdiği için hissetsin isterdim. Ama olmadı. Yoktum ya ortada, ölmüş olabilirdim başıma binlerce şey gelmiş olabilirdi. Bunları mı soruyordu hala bana. Ben prangalarımı geçmişime kâr bırakıp gittim, bir daha o prangalara mahkum olmayacağım. Kendime söz verdim, bir daha asla bana zarar veren şeylerin kölesi olmayacaktım. Kendime haksızlık etmeyecektim. Artık bencillikse bu ben kendim için yaşayacak ve bencil olacaktım. En azından bir hayat yaşıyor olacaktım iyisiyle kötüsüyle beni mutlu edeceğine inandığım bir hayat. Mutsuz olacaksam da kendi kararlarımda mutsuz olacaktım, kendi kararımı verdiğimde mutsuzluk bile mutlu ederdi beni. Çünkü kendi kararımdı. Öylesine bir zorundalıkla yaşamıştım ki yaşam boyu şimdi garip geliyordu bu kadar özgür olma düşüncesi. Ne yiyeceğime, ne giyeceğime belki de kimi seveceğime bile kendim karar verebilecektim. Bunlar benim için çok lüks ve ulaşılamaz şeylerdi şimdi ise elimi uzattığımda dokunacak kadar yakındım tüm bu hislere. Bu kendimi iyi hissetmeme neden oluyordu. Yaşadığımı, kendim için yaşadığımı hissediyordum. En baştan olsa belki bu kadar cesur olamazdım, bir genç kadının yaşadığı hiçbir özgür kararı almamış olmam beni hayata karşı çok tecrübesiz yapıyordu, bu tecrübesizliğin başıma açacağı belalardan korksam da bir şekilde sıyrılacağımı biliyordum. Ben bunu başarabilirdim. Ben her şeyin üstesinden gelebilirdim. Yapabilirdim yahu, gerçekten yapabilirdim. Ben kendime inanıyordum, ben bu hayatta ayakta kalabileceğime güveniyordum. Ben kendimi gerçekleştirebileceğime...İnanıyordum.  Yanağıma süzülen gözyaşımı kabahat gibi görerek sildim hemen. Şimdi de yeni hayatıma giden bu yolda kendime gelmeye, kendimi güçlü hissetmeye ihtiyacım vardı. Arabanın içi ısınmışı şu an kendimi çok daha iyi hissetmeye zorlamam gerektiğine inanıyordum.  Bir köye girdiğimizde oturuşumu dikleştirip etrafı izlemeye başladım. İnsanlar dışarıdaydı, çocuklar kar topu oynuyordu. Araba geçerken de dikkatle bizi izlemişlerdi. Kalabalık bir köydü, merakla izlemeye devam ettim.  Yollar pek elverişli değildi, fazla tümsek vardı bir kere. Marketle hiç karşılaşmamıştım başka bir yerde olduğunu inandırmak istedim kendimi. Mutlaka vardı ama öyle değil mi? Vardır vardır, marketi olmayan köy mü var ki şimdi? Yoktur, yani bence olmamalıdır.  Araba durduğunda inmeden önce tabelayı okudum. ''Viran İlkokulu.'' yazıyordu.  Benim ilkokulumdu artık burası, benimdi. Benim.  Arabadan inecekken montumu uzatan kişiye baktım, alnında iz olan askerdi. Montumu alıp geçirdim üzerime sıcacıktı, giydiğimde içime kadar ısındığımı hissettim. Bu ısı bana iyi gelmişti birazdan sert bir soğuk tarafından çarpılacağımdan emindim çünkü.  Normal arabalardan daha yüksek olan arabadan indiğimde dizlerime kadar gelen kar beni şaşırtmıştı. Pantolonum su gibi olmuştu bile. Yollar açıktı ama burası bayağı bir kar doluydu. Okul sandığımda daha küçüktü, boyası ise solmuş sararmıştı. Yerlere yakın duvarlardaki boyalar sökülmüştü. Tabelada Allah'a emanet gibi görünüyordu. Özellikle karda yürümesi beni bile zorluyordu. Çocuklar nasıl okula gelecekti ki? Bir dakika benim okula geleceğimi nerede biliyorlardı? ''Nihat hanım?!'' Başımı çevirdiğimde 50'lerinde bıyıklı bir adamla rastlaştım, ses tonu bana muhtar olduğunu söylüyordu.  ''Geldiniz mi?'' Sinirle çattım kaşlarımı, ''Sizin yüzünüzden donuyordum yollarda, hani köy yoluna girdiğimde beni almaya gelecektiniz?'' ''İşim çıktı kusura kalmayın.'' Etrafımıza bir kalabalık toplanmıştı, kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu bu kalabalığı daha çok. Beni dikkatle izliyorlardı, bu durum garibime gitse de ses etmedim. Yanımda duran askerlere selam verdiler çocuklar. Sert mizaçlı olan askerin karşısında renkli gözlü bir çocuk durdu. ''Selvi Aydın Şanlıurfa emret komutanım!'' Suratsız komutan kızın sözleri üzerine gülümsemiş ve kızı kucağına almıştı.  ''Hoş geldiniz komutan.'' diye selam verdi köylüler. Askerlerden de sadece o konuşmuş selamlarını almıştı.  ''Bu hanım kız kim muhtar?'' ''Abla sen kimsin?'' ''Pek de iyi giyimli bir şeye benziyor.'' ''Güzel de kızmış ha.'' ''Kim ki bilemedim.'' Diye soruların ardı arkası kesilmezken tam olarak ne demem gerektiğini bilememiştim. Heyecanlanmıştım öncelikle, ilk defa kendi başıma böyle bir ortamda kalıyordum. Bu beni mutlu etmişti.  ''Yeni öğretmeniniz çocuklar.'' Bunu söyleyen o sert mizaçlı olan askerdi. Nereden biliyorlardı ki öğretmen olduğumu, ben söylememiştim ne ara araştırmışlardı. Arabada soru sormama nedenleri de buydu demek, zaten benim kim olduğumu biliyorlardı.  ''Beni mi araştırdınız siz?'' diye sordum o askerin karşısına geçerek. Bir süre inceledi yüzümü, sanki başka ne yapacaktır der gibi bir ifade vardı yüzünde.  ''Kimi arabamıza aldığımızı, kime yardım ettiğimizi bilmemiz icap eder hoca hanım.'' ''Öğretmen.'' diyerek uyardım onu. ''Ayrıca araştırmanıza gerek yoktu, sorsanız söylerdim.'' ''Herkesin yöntemi farklı hoca hanım.'' ''En insancıl olanı konuşmak oysa.'' diyerek omuz silktim, ''Ayrıca hoca değil, öğretmen.'' Bakışlarımı tekrar okula sabitledim. Şu an karşılarında onların öğretmeni olarak bulunmak beni çok heyecanlandırmıştı.  ''Hoş geldiniz köyümüze.'' diyerek karşılık verdiler bana.  Birden bana sarılan kadınların samimiyetine hiç alışık olmasam da hemen karşılık vermiştim.  ''Hoş buldum.'' dedim gülümseyerek. ''Öğretmenim ben okuma yazma biliyom.'' Başımı salladım hafifçe, ''Dersler başlasın göreceğiz.'' ''Öğretmenim ben okuma yazma bilmiyorum.'' ''Öğretmek için buradayım.'' ''Pek gençmişsiniz öğretmen hanım ben sizi 60'larında diye düşünmüştüm.'' ''Adınız ne öğretmenim?'' Muhtar benden önce konuştu, ''Nihat hanım oluyor kendisi.'' Askerlerin gülümsemesine daha çok sinirlenmiştim, ''Nihan ismim n ile, Nihan.'' ''Hah işte Nihant hanım.'' ''T yok N ile NİHAN.'' ''Tamam Nihatn hanım.'' Başımı iki yana salladım, sanırım bu saçma durumla bir süre daha mücadele etmek zorunda kalacaktım. Nihat ne ya, benim ismimin Nihat'a benzer bir yanı var mıydı? Yoktu, işte hiç yoktu hem de.  ''Lojmanda mı kalacak öğretmen hanım?'' ''Evet lojmanda kalacağım, nerede acaba?'' Hepsinin işaret parmaklarını uzattığı yere baktığımda koca bir hayal kırıklığına uğradım. Pencereleri kırık, boyadan bir haber kapısı bile açık olan bir ev karşıladı beni. Kutu gibiydi üstelik. Ben burada nasıl kalacaktım? ''Çok ani geldiniz, bilsek hazırlardık sizin için.'' ''Öyle olması gerekti,'' diye yanıtladım umutsuzca.  Eve doğru ilerleyip pencerelere bakındım, tek başıma burayı adam etmemin imkanı yoktu. İçine girdiğimde dışından daha beter olduğunu gördüm. Virane gibiydi, ben burada nasıl kalacaktım. Ben burayı nasıl adam edecektim? İçime kocaman bir umutsuzluk çökmüştü, içime yerleşen bir diğer duygu ise koskoca bir pişmanlıktı. Ben hiç böyle hayal etmemiştim. 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD