6

2778 Words
1999, Ekim Yağmurların bir türlü dinmek bilmediği, erken gelen sonbahar yaşıyorduk. Sanki deprem sonrası sokakta kalanlar daha da perişan olsun diyeydi her şey ve arka arkaya yaşanıyordu. Biz halen o zamanlar ağabeyim olan Derman'ın evinde kalıyorduk. Oda kendi arkadaşlarından birinin evinde kalmaya devam ediyordu. Gene bizim bakımımız ona kalmış, sanki eski bir ahbabının emanetiymişiz gibi bize bakıyordu ama ben kendimi çok huzurlu hissetmiyordum. Adamın başına iyice bela olmuştuk ve adam istese bile artık bizden kurtulamıyordu. Kardeşime ya da bana bir şekilde acıyan vicdanının altında eziliyordu.  O gün şiddetli bir dolu yağmıştı. Dolular fazlasıyla şiddetli olduğundan, çatı olarak tepemize konumlandırılmış ızgaralar inliyordu. Öyle ki yeni bir afetle bu prefabrik evlerin de başımıza yıkılacağını düşünüp sokaklara kaçıştık. Askeri lojman gibi olan tepe başında ki prefabriklerden kaçışan deprem mağdurlarından bir kaçı doluya şemsiye açmışlar ama eve girmiyorlardı. Bizde gene Neşe ile birbirimize sığınmıştık ve her zaman ki gibi onun şemsiyesi bendim. Ta ki Derman'ın sesini duyana kadar. "Deli misiniz siz, girsenize eve," deyip ayaklarımın dibinde ki Neşe'yi kucağına alıp eve girince bende kayıtsız peşinden girdim ve korkuyla konuşmaya başladım. "Çatı yıkılacak gibi Derman abi, baksana paldur küldür duymuyor musun?" Derman, başını yukarı kaldırdı, sanki gökyüzüne bakıyor gibi gözlerini kısarak tavana bakıp, "Yok be kızım, bir şey olmaz çıkarmışsın çocuğu da," deyip Neşe'yi koltuklardan birinin üzerine oturttu, sonra ıslak saçları için benden bir havlu istedi, havluyu artık alıştığım evin düzeninden kolayca bulup ona uzattım. Kendi ıslak saçlarımı unutup Neşe'nin diğer tarafına oturup onunla beraber küçüğümün saçını kuruladım, Neşe saçlarını kurularken o halden sıkılıp, "Evcilik oynayacağım ben," deyip koltuktan indi. Derman, ardından gülümseyerek baktıktan sonra elinde ki havluyu bana çevirdi ve, "Gel seninkileri kurulayalım," dedi.  Önce neyi kastettiğini anlamadım ama sonra o koca elleriyle saçlarımın ucunda ki suları havluya sıktırdığı an fark ettim. Benim saçlarımı kurulamaktan bahsediyordu. Az evvel doluya maruz kalmaktan daha fena bir korkuyla ürperdi o an vücudum. Neye uğruyordum ben Derman'ın elleri ile, tokat mı atıyordu bana, saçlarımı mı çekiyordu, hakaret mi ediyordu? İlk kez bir adam hiç beklentisiz sadece merhamet ediyordu bana. Babamın bile ettiğinden daha çok. Kanım çekildi damarlarımdan, belki bilmiyordum ama yüzüm bile soldu o an. Başımı çevirip Derman'ın gözlerine baktığımda ben ilk kez onun o gün bir erkek olduğunu fark ettim. Ne komutandı ne de ağabeydi, o resmen benim dermanımdı. Bir anda ağlamaya başladığımda, duygularıma bu kadar hakim olamayacak acizlikte olduğum için kendime defalarca kızdım. Ama ben ağlayınca Derman ellerini üzerimden çekip korkuyla sordu. "Ne oldu?"  Burnumu çeke çeke, "Babamı özledim," diyebildim. O sandı ki babam beni onun gibi kuruladı, onun gibi sardı, onun gibi derman oldu. Bilmiyordu, bende söylemedim daha fazlasını. Sırtımı sıvazladı ve, "Görüş gününü öğrenelim de sizi götüreyim babanın yanına olur mu?" dedi. Korkuyla kapıldım telaşa: "Olmaz, biz sana daha ne kadar yük olacağız Derman Abi, olmaz götürseniz de gelmem," dedim. Bezgin bir ifadeyle, "Ah Aydan, böyle yapınca kızıyorum sana. Çok kızıyorum," dedi, sonra kalktı yanımdan mutfağa geçti. Uzunca bir süre orada kaldı, biz de Neşe ile içeride her zamanki gibi kendi kendimize kuruduk. Sonra geri döndü Derman, tekrar yanıma oturdu, bir süre Neşe'yi izledi sonra da, "Ben niye gelmiştim biliyor musun?" diye sordu. Bu defa umutla baktım ona, iyi haberlere ihtiyacım olduğu zamanlar yaşıyordum, çünkü. "Anneni buldum."  Annemi arıyor muydu bilemedim? Annemle ilgili hiç konuşmuş muyduk hatırlamadım? Annem de nereden çıkmıştı, anlayamadım.  "Başına gelenleri anlattım ona, üzüldü. Çok üzüldü..." Annemi yüz yüze görmüş onunla konuşmuş muydu? Gözlerim dehşetle açılırken, içimde kalmıştı bütün sözcükler.  "Eğer istersen seni ona götüreceğim, başımın üstünde yeri var dedi annen, hem bence o kadar da fena bir insan değil. Belki de başına gelenler tıpkı senin başına gelenler gibi kötü insanların uydurduğu şeyler. Ne dersin, hı, Aydan istersen götüreceğim? Kendi arabamla, seni de Neşe'yi de alıp götüreceğim. İster misin?" Başımı iki yana salladım... "Prefabrik buldum Aydan, defalarca buldum ama köylüler seni istemiyorlar. Bak ben sana bunları üzülme diye anlatmadım ama her seferinde gelirse kafasına yıkarız evini diyorlar, belli amcanlar dolduruyor herkesi, belki bir kaçı onlara kızıyor ama hepsi ağrısız başım deyip... Anlıyor musun beni, ben sana sonsuza kadar burada bakarım, vallahi, sana da kardeşine de, ama sen bir yerde gene Derman Abi diye sızlanmaya başlayacaksın. Eğer beni abi bildiysen, eğer ben dediğin gibi iyi bir adamsam beni dinle, Aydan. Annen sizin için en iyi yol. Gidelim annene, hem ben götüreceğim ellerimle seni." Nasıl karar vereceğimi bilmiyordum? Ben ona abi demiştim, kalbim onun hep çok iyi bir adam olduğunu söylüyordu, Derman da bunun aksini gösterecek tek bir şey yapmamıştı ama onu dinlemek uğruna hayatım boyunca kızgın olduğum anneme nasıl sığınırdım? Haricinde Derman'a ne kadar daha yük olabilirdim. Neşe'ye başka koşullarda nasıl ablalık yapabilirdim? Ona ilk kez çikolata almış, ona ilk kez şefkatli davranmış yabancı bir adama daha ne kadar baktırabilirdim ki.  "Nerede yaşıyormuş?" diyebildim sadece mecburiyete çıkan kapılarımla. "İstanbul'da... Benim ailem de orada yaşıyor, hem onları da bir ziyaret etmiş olurum sayende, sizin de rahat olduğunuzu iyi olduğunuzu görüp dönerim tekrar." Bu aslında şu demekti, abiliğim burada son bulur! Bir an onu bir daha göremeyecek olmayı düşündüm. Endişelendim! Hatta öylesine korktum ki, sakat ayağım ile Neşe'yi deprem başlamadan evden kurtardığım o günden bile daha büyüktü korkum. "Ne dersin Aydan?" diye tekrar sordu Derman o anda. Bakışlarımı ona çevirdim, çok güzel adamdı, bir daha hem kalbi hem yüzü güzel başka bir adam tanıyacak mıydım bilemedim? Yıllar sonra, biraz büyüyünce... Bilemedim işte...  "Öyle diyorsanız öyle olsun Derman Abi," dedim. Yeniden omzuma dokundu, tam bir abi edasıyla, "Öyle diyorum, hem ben seni sık sık ararım, sorarım nasılsınız diye? Sen de beni ararsın başın sıkışırsa," diye ekledi. Onu sadece başım sıkışınca arayabilirdim, iyilik savaşçılarının savaş nedenleri olmadıkça bir önemleri yoktu. Sessizce kabullenişe gitti bütün ifadelerim. "Öyleyse haber vereyim annene, en kısa zamanda ben de izin işlerimi hallederim gideriz," dedi.  Sadece üç gün sonra neyimiz var neyimiz yoksa, Derman'ın verdiği bir çantaya sığdırıp yola çıktık. İlk gittiğimiz yer hapishane oldu. Her zaman ki sessizliği kaplamıştı gene onu, anneme gidişimize; münasip olanın bu olduğu yorumunu yaptı, Neşe'ye şöyle bir sarıldı, sonra da onu merak etmememizi içeride devletin onlara iyi baktığını, sorumluluğun dışarıdan daha az olduğunu, çalışıp para bile kazandığını söyledi. Ben ağladım... Neşe ağladı... Ama babam ağlamadı...  Sonra çıktık yola, Derman önde biz Neşe ile arkamda sadece bir an sordu bana Neşe: "Nereye gidiyoruz?" diye. Ben de bir kez cevap verdim: "Birlikte göreceğiz Neşecim," diye. Birlikte gördük hiç bilmediğimiz o şehri... Birlikte gördük bize vereceklerini... Doğup büyüdüğüm köyümden ilk çıktığım gündü o gün, akşamüzeri çıktığımız yola akşam vakti varıp da, İstanbul'un o yıllara ait trafiğinde gözlerim fal taşı gibi açılıp da, açlıktan karnımız guruldarken yol üstü bir köfteciden köfte ekmek yediğimiz gün oldu. Derman, cep telefonu ile defalarca birini arayıp, gene de olumsuz bir şey yokmuş izlenimi verirken son çare arabasını bir kaldırım üstüne çekip, koltuğundan tutarak bize döndü ve: "Annene ulaşamıyorum, Aydan," dedi. O gün adama hadi bizi geri götür demek istedim ama diyemedim. Çaresizce adresi bilip bilmediğini sordum. Derman, ulaşamadan evine gitmeyi doğru bulmasa da çaresizce doğru olanın bu olduğunu savundum. O da beni dinleyip İstanbul'un arka sokakları dediğimiz bir semtte, daracık sokaklardan geçip o döneme göre iyi bir model sayılan Honda'sını park ettikten sonra: "Bu bina gelin hadi," dedi. Çantamızı almamamızı söyledi önce Derman, bir etraflıca yoklama aldıktan sonra kalıp kalmayacağımıza karar vereceğini, gerekirse başka yol bulacağını söyledi. Neşe'yi de benden evvel kucağına alıp onun halen ondan çekinmesine aldırış etmeden apartmanın açık kapısından içeri girdi. Köhne bir apartmandı orası ama o zaman ben bunu fark edememiştim. Daha apartman girişinde duvarlara koca koca harflerle yazılmış bir sürü anlamsız kelimeler vardı ve bakımsız apartmanın içinde küf kokusu ile karışık toz kokusu geliyordu insanın burnuna. Sokağı gibi dar apartman aralıklarından merdivenden çıkmaya başladık, Derman annemin üçüncü kat dediğini hatırladığını söylerken çok da emin olmadığı belli oluyordu. Sonra üçüncü katta bir kez daha şansını deneyip cep telefonu ile ararken, evlerden birinden arama sesi geldiğini fark edip: "Burası," deyince ben, o kapının ziline basıp beklemeye başladık. Beklememiz dakikalar sonra boşa çıkınca ne yapacağımızı bilmeden gerisin geri aşağı indik, ben Derman'a bizi burada bırakıp onun gitmesini, bizim anneme gelene kadar burada beklememizin daha uygun olduğunu söyledim. Annemi görsem tanımazdım ama başka da yol gelmiyordu aklıma, Derman sadece fena bir bakış attı bana sonra da: "Oldu kara kız, oldu! Yürüyün hadi bakalım sizi anneme götüreyim, sürprizi üçleyelim," dedi. Ben ne kadar ısrar ettiysem de o beni dinlemedi ve arabasına bindirip o sokaktan geri geri çıktı. Onun ailesinin evi geniş bahçeli, iki katlı eski ama bakımlı bir evdi. Benim anneminkine göre çok daha düzenli sıra sıra evler vardı mahallede ve sokaklar dahi bakımlıydı. En azından asfalt vardı yerlerde, çamurlar derya olmamıştı. Derman'ın peşinden bu defa çantamızla giderken, önde o arkasında kucağı çocuklu bir kadın olarak kapının önünde bekledim. Kapının açılması dakikayı bulmazken, orta yaşlı bir kadın: "Ah Derman'ım gelmiş," deyip ona sarılınca kadının şaşkınlıkla sevinci içimde bir yerlere işledi. Çünkü o sadece bana derman olmuyordu, onun ait olduğu bir sürü insan vardı. Ben sadece bir kişiydim. Ya da iki kişi... Her neyse?  Kadın oğlundan uzaklaşıp da bizi fark ettiği an önce irkildi, oğlu peşinde çocuklu bir kadınla geldiğine göre bu pek de hayra alamet değildi.  "Anne sana misafir getirdim, Aydan ile Neşe Gölcük'ten, çalıştığım ilçeden," diye açıklama yaptı. Kadın çok hoşnut değildi ama çok rahatsız edici bir tutumda da değildi. Bizi içeri aldı, kapı önünde hemen terliklerimizi verdi sonra da salona davet etti. Derman'ın bir de babası vardı. O gün öğrendiğime göre de zaten tek çocuktu. Babası da annesi gibi anlık şaşkınlık yaşasa da bizi kabul etti ve kısa süre sonra yoldan geldik diye kurulan sofraya buyur edildik. Neşe de en az benim kadar çekingendi ama Derman her zaman ki gibi rahattı. Deprem sonrası ilçede neler değiştiğini anlatırken, olayları sanki yaşayan bizler değilmişiz gibi seri konuşuyordu. Babası da annesi de bu hale üzülüyor, kendilerince yorumlar getirerek onu dinliyorlardı. Sonra bana döndü Derman, "İşte Aydan'la Neşe'de depremde evleri yıkılanlardan biri. Anneleri bu şehre yıllar önce gelmiş, onları emanet alıp buraya getirdim ama annelerini bulamadık maalesef. Hâlbuki daha dün kızını getireceğim için çok mutlu olduğunu söylediği bir konuşma yapmıştık," diye açıkladı ailesine. Sanki bu kızlara çok mana yüklemeyin der gibiydi, çünkü evdeki herkes derin bir nefes almıştı. Ben o nefes daha da büyüsün diye hiç çekinmeden, "Derman Abi, bir daha mı arasan annemi?" deyince, Derman'ın annesi sandalyesinde daha da rahat etti, çünkü ben oğluna abi diyen bir kız çocuğundan başkası değildim. Yorgun olmuş olacağımız düşünülüp, üst katlardan bir odada uyumamız için Derman'ın annesi tarafından bir oda gösterildi, sabun kokulu temiz nevresimler açılan bir koltuğa Neşe ile benim için serildi ve iyi geceler dilenip odadan çıkıldı. Odanın her yerinde çocukluğundan bu yana askeri üniforma giyen Derman'ın boy boy fotoğrafları vardı. Sonradan öğrenecektim, o liseden bu yana hep askeri okullarda okumuş, asker emeklisi bir adamın oğluydu. Hatta babası gaziydi. Ertesi gün göreceğim kesik parmağı ile almıştı bu unvanı adam ve kesilen parmağı ile gurur duyuyordu. Neşe'yi yatağına yatırıp duvara asılan fotoğraflara tek tek bakarken onun çocukluktan bu yana güzel olduğunu görerek gülümsedim. İyiliği miydi cezbedici gelen, yürek yakan öz güveni mi yoksa bebek yüzlü güzel yüzü mü? Emin olamadım! Yatağa yatmadan önce İstanbul'un gecesine bakıp sabahında bizi nelerin beklediğini bilmeden uyumanın zor olacağını bilmenin vahametinde sokağı izlerken, odanın kapısı tıklandı. Kapı dışında ki içeriden bir ses gelmeden gelecek biri değildi ve o an emin oldum gelen Derman'dı. Hemen kapıyı açtım ve adamın elinde ki sürahiyi uzattığını gördüm. Gülümsedi ve: "Annene ulaştım," dedi.  Bir an rahatlamak ile bilinmezlik arasında gidip geldim ve:  "Sağ ol," deyip sürahiyi aldım elinden: "Şimdi mi gidiyoruz?" diye sordum hemen arkasından. "Yok, sabah gideriz acelemiz ne? Evde değilmiş annen, ondan duyamamış, akşam geleceğimizi bilememiş, sabah mutlaka evde olacağını söyledi. Her şey yolunda yani merak etme," derken kapı aralığından şöyle bir baktı Neşe'ye sonra da iyi geceler dileyip gitti.  Onunla son gecemizdi. Bu yüzden buruktum! Ama daha büyük endişelerim vardı, oda annemdi...  Ertesi sabah, Derman'ın ailesinin o benzer muallakta kalmış muameleleri ile Neşe'yi doyurdum sonra nezaketen üç beş lokma alıp, gene Derman'ın peşinden çıktım. Gene onun aracına kız kardeşimle birlikte bindim, sonra da akşam ki dar sokakta onunla birlikte indim. Derman yol boyu eğer istemezsem, mutsuz olursam ona söyleyeceğime dair sözler alıyordu benden. Mutsuzluk gibi bir arayışta değildim mutluluğu bilmediğim için; ama gene de ona itaatkar bir şekilde, "Tamam, Abi," dedim!  Annemin kapısını çaldığımızda karşımızda daha önce fotoğraflardan bile görmediğim, çiğ sarı saçları ile aslında olduğundan çok daha genç görünen çıtı pıtı bir kadın çıktı. Gözlerimin renginden başka hiçbir yerimin ona benzemediğini zamanla anlayacaktım ama bana karşı ilk karşılaması direkt sarılıp hüngür hüngür ağlamak oldu. Sormak istedim ağlayacaktı da beni neden bıraktı diye soramadım. Zayıftım onun kollarının arasında, çaresizdim ve ona mecburdum. Bizi Derman ile birlikte içeri aldı, benim yanıma dizimin hemen dibine oturup göz yaşlarını silerken Neşe'nin de başını okşayıp: "Ah zavallı çocuk demek bu yaşta hem yetim hem de öksüz kaldı," deyip daha çok ağladı. Oysa beni öksüz bırakırken bunu bile isteye yapan da kendisiydi. Sonra defalarca tekrar sarıldı bana. Taşlaşmış gibiydim. Tıpkı Derman'ın bakışlarının rengi gibi olmuştu içim ve kaskatı bir halde tepkisiz kaldım karşısında. Hiç konuşmadım neredeyse, hiç söz etmedim, hiç adım atmadım... Sadece o konuştu, Derman'a sanırım on kez teşekkür etti. Aralarında bir tanışmışlık var gibiyse de mesafelilerdi ve Derman annemin yüzüne bakmadan rahatsız bir ifadeyle konuşuyordu.  Derman, bizi sık sık arayacağını, mutlu olmamız için buraya geldiğimizi, bize sahip çıkacak kişinin annem olduğunu,  anneme de ne beni ne de Neşe'yi üzmemesini söyledi. Bunu o kadar çok söyledi ve bütün bunları söylerken öyle derin baktı ki gözlerime, sanki bizi buraya bıraktığı için bir tarafı yarım kalmış gibiydi. Eksik gibiydi Derman, eksik ve pişman! Gitmeden evvel kapı önünde elimi tutup avucuma bir kart bıraktı ve ekledi: "Beni aramak için hiç düşünme, adres de açık açık yazıyor, ola ki unutursun kağıdı kaybetme. Bana mektup yaz, burada hayatın nasıl gittiğini anlat olur mu? Uzun uzun konuşma vaktimiz olmasa bile okurum yazdıklarını ben senin. Ve sakın beni al buradan demekten korkma, gelir alırım seni, yeni bir yol buluruz, yeni bir şans buluruz, tamam mı sakın?" diyerek öğütledi. Onun öğütlerini bir daha duymayacak olmaktan ötürü üzgün, ona ilk kez o gün sarıldım. Yaptığı her şey için bir teşekkürdü o sarılış ama göğsüne yaslandığımda, evine, kıyafetlerine hatta arabasına bile sinen o baskın tarçınlı kokuyu duyar duymaz ağlamaya başladım.  "Sen çok iyi bir adamsın, tanıdığım en mükemmel adamsın. Sana nasıl teşekkür etsem az, bizim için yaptıklarını ödeyemem ne yaparsam yapayım, sağ ol Derman Abi, Allah seni iyi ki bizim karşımıza çıkardı," dedim.  Derman ile o konuşmamızdan sonra o gitti, biz annemle ve kardeşimle baş başa kaldık. Önceleri hep Neşe'yi annemden korumak istedim, sanki onun hiçbir şeyi olmayan annem ona bir kötülük edecek sandım. Yapmadı! Ona kötülük etmedi! Bana da etmedi, aksine yaranabilmek için gözüme girebilmek için her şeyi yaptı.  Annemin evinde uyandığım ilk sabahta, annem mutfakta şen şarkılar söylüyordu. Hiç duymadığım bir şarkıyı bülbül gibi okuyordu. Onu bir süre odamda dinledikten sonra Neşe'yi tuvalete götürmek için odadan çıktım. Annem o arada bizi duyup yanımıza geldi, nasıl uyuduğumuzu sordu, üzerimizde ki eski model kıyafetler yerine bize yeni kıyafetler alacağını söyledi. Annemin evi benim bildiğim bir düzende dekore edilmemişti. Çok eşya vardı ve o eşyalar evin içine fazla gelmişti. Gene mutlu gibiydi annem. Duvarlar bir sürü tabloyla süslenmişti ve annemin süslü püslü kıyafetler içinde bir dolu fotoğrafı vardı. Onlara şaşkın şaşkın baktığım o sabah annem bana şarkıcı olduğunu söyledi. Sesi bu yüzden o kadar güzeldi. Ya da sesi bu kadar güzel olduğu için şarkıcı olmuştu. Anneme daha o gün sordum: "Jandarma'ya ne oldu?" diye. Babamdan değil ama köylüden duyduğuma göre annem bizi bir jandarma komutanı için terk edip gitmişti. Annem kırık bir tebessümle sadece, "Yandı bitti kül oldu," dedi. Üstelemedim! Zaten gerçek anlamda merak bile etmiyordum. Dakikalar sonra çalan ev telefonu ile konuşan annem, "Gel bakalım seni istiyor Derman," deyince heyecanla koştum. Onunla ilk telefonla konuşmam oldu bu. Ben son olacak sansam da olmadı. Derman gerçek anlamda beni hiç bırakmadı. Telefon ahizesini kulağıma götürürken Neşe de anneme sofraya koyduğu tabakların içinde ki yiyeceklerin isimlerini soruyordu. Annem sabah sabah yenmeyecek ne varsa sofraya koyuyordu. Titrek bir sesle ahizeye karşılık verdim: "Alo?" "Nasılsın Aydan?" "İyiyim Derman Abi, sağ ol iyiyim." "Sevindim, gece boyu seni, sizi düşünmekten gözüme uyku girmedi. Gerçekten her şey yolunda mı diye gelip bakmayı bile düşündüm ama abartmayayım diye? Gelmeme gerek var mı, biliyorsun bak istersen gelirim?" "Yo, hayır iyiyiz biz. Çok iyiyiz. Her şey için sağ ol." "Ben bugün dönüyorum." "Ya?" "Ama üzülme, dedim sana istediğin kadar ara beni, hiç çekinme olur mu, meşgul olur mu diye? Ben meşgul olursam söylerim zaten sana biliyorsun değil mi?" "Biliyorum..." "Neşe'ye de kendine de dikkat et kara kız, olur mu? İyi olduğunuzu bilmeye ihtiyacım var, sizi başımdan atmışım gibi hissediyorum çünkü. Vicdanım asılmış durumda bana." "Ah," gözümden akan bir küçük damlayı parmaklarımla yakalarken devam ettim: "Öyle düşünme, sen bizim iyiliğimiz için..." "İyiliğiniz için Aydan inan buna, aksini düşünme bile, olur mu? Biliyorsun, ben her ikinizin de gönüllü abisiyim, ne zaman isterseniz..." "Biliyorum, sağ ol." "Hoşça kal öyleyse, mutlu olmaya çalış. Çok görmedim ama eminim gülümsemek sana çok yakışır." ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD