Ben elbette ki onun yüzüne baktım, bana göre ulaşılmaz görünen o keskin bütün hatlarına, iri gözlerinin koyu bebeklerine, uzun uzun kirpiklerinin sanki hiç kimse ulaşmasın diye konumlandırılmış dizilişine, hepsine.
"Şimdi bana açık açık anlat mesele neydi?"
Nasıl anlatılırdı ki; üniformalı, ciddi duruşlu bir adama böyle deli saçması meseleler. Gene de şansımı denedim.
"Neşe ile gün içinde vakit harcıyorum diye yevmiyemi kesti çavuş."
"Kim bu çavuş?"
"İşte bu bahçeleri olanlar onu bizim başımıza denetlesin diye dikiyorlar, adı çavuş değil de lakabı bu."
"Bu yüzden mi çalışmıyorsun artık?"
"Yok ben eksik yevmiye ile de çalışırım ama hakkımı yedirtmemek için bir iki çıkıştım kavga ettik. Sonra gidip özür diledim ama..."
"Seni işe bir daha almadı."
"Yok aldı da olmaz laflar etti bana."
"Olmaz laflar nedir Aydan?"
"Ahlaksız laflar... Beni annemden dolayı yargılıyor bütün köylüler komutanım, herkes onun gibisin diyor. Benim annem gibi olduğum yok, ona benzeyeceğime ölürüm daha iyi. "
"Ne yapmış ki annen?"
Hayatımın utancıydı benim için bunu söylemek. Söylesem olur mu olmaz mı derken komutan meselenin üzerinde durmadan yeniden sordu.
"Köylüler sana eziyet mi ediyor Aydan?"
"Hayır komutanım, bir kaçı; hepsi değil. İşte çavuş da onlardan biri, gidip muhtara olur olmaz anlatmış. Meğer ben Tufan Abimle de..."
Sonra söyleyeceğim ayıptan utanıp sözümü kestim. Ben sözümü kesince oda hiç uzatmadı. Onun en çok bu tarafını sevdim o gün, lafı çok uzatmadan anlıyor oluşunu.
"Annene gitmemekte kararlı mısın?"
"Kararlıyım komutanım, açlıktan ölsem de gitmem anneme. Ben Neşe'yi düşünüyorum, onun benden başka kimsesi yok! Yalnız zavallıcık, ne annesi ne de babası kaldı."
"Senin de kimsen kalmadı."
"Ben onun gibi miyim komutanım, yirmi yaşındayım ben?"
Hafifçe gülümsedi komutan, sanki benim kendimi büyük gösterme çabamı alaya alır gibi.
"Baya büyümüşsün desene," dediğinde böyle düşündüğünü anlamam zor olmadı. Onu o yüzden hiç başka biri gibi görmedim o gün de önceki günlerde de. Onu ne zaman yaşıma denk bir erkek olarak gördüğüm sorusunun cevabı ise zamanla verilecekti.
"Köyden başka yer bilsem, başka yerde yaşayacak bir ev bulsam giderim komutanım, buraya beni bağlayan bir babam var; oda ilçe de zaten. Görmeye gelecek bir araba bile bulamıyorum. Neşe'yi bırakacak kimsem yok, gördünüz işte bıraktığımda ne oldu? Amcam da ailesi de bana düşman. Oğulları benim yüzümden ölmüş öyle diyorlar. Ben böyle kötülükler olsun, babam katil olsun, onların oğulları ölsün ister miydim? Gücüm olsa zamanı geri alır babamı o çardağa bağlardım yeminle. Ne yapacağız biz bilmiyorum komutanım, kardeşimi kucağıma alıp buraya kadar yürüdüm, siz olmasanız karakola da girip yardım isteyemem. Bilmem ki çünkü ben bu hayatta insana kim yardım eder? Kim yardım eder sahiden komutanım?"
Öyle dinliyordu ki beni, sanki ben bir masal anlatıyordum. Dudakları öylece kıvrıldı sonra da başını öne doğru sallayıp, "Ben ederim," dedi. O öyle söyleyince ne düşüneceğimi bilmeden gülümsedim. Belki de günler sonra ilk tebessümümdü. Komutanın eli omzuma değdi; hiç yanlış anlamadım, hiç o el bir erkeğe aitmiş gibi hissetmedim; sadece güç aldım, yalnız olmadığımı hissettim. Belki yaş olarak büyük olsa o eli alır öper bir de alnıma koyardım. Gene de bunu düşündüm ama yapmadım.
"Sana kuru kıyafetler getireyim Aydan, sen burada kardeşinin yanında bekle, ona da giyecek bir şeyler bulayım, gelirim gene. Korkma hadi, sana yardım edecek birilerini bulmak o kadar da zor değil, kalbini ferah tut," dedi sonra da yanımdan kalkıp koridorda uzaklaştı ama sonra geri döndü.
"Kaç yaşında kardeşin?"
Ne için sorduğunu düşünmeden, "Beş," dedim.
Sadece yarım saat kadar zaman sonra elinde iki torba ile odadan içeri girdi. Hem Neşe'ye hem de bana yeni kıyafetler almıştı. Üzerlerinde etiketleri olan yeni kıyafetler. Biz etiketli yeni kıyafetler ne zaman giymiştik hiç hatırlamadım. Önce Neşe'yi giydirdim. Beş yaşında olsa da beş yaş kıyafetleri küçüğümün üzerine salkım saçak geldi. Sonra da kendi kıyafetlerimi giydim. Üzerimde ki etek gibi bir etek, penye bir tişört, üzerinde makine örgüsü bir hırka... Yeni kokulu, temiz kıyafetler.
Komutan o gecenin sabahında tekrar geldi. Neşe daha iyi olmuş, hastanenin verdiği yemeklerden yiyordu. Ve bütün hastalara inat hayatının geri kalanını kendine beddua eder gibi hastanede geçirmek istiyordu. Komutandan gene korkup yatağına sinse de komutan onun başını okşayıp,"Sizi çıkarmaya geldim, doktorla konuştum; bir gün daha kalmanıza gerek yokmuş," dedi. Neşe'nin mutsuz bakışları beni buldu hemen, anlaşılan bedduası pek tutmamıştı. Kayıtsızca kardeşimin üzerine komutanın aldığı örgü hırkayı geçirdim. Hayatında ilk defa kadife pantolonu o gün oldu Neşe'nin. Ne kışlık ne yazlık tam mevsimlikti kumaşı ama ben kışı düşünüp keşke kalınını alsaydı diye dertlendim, gene de teşekkür ederken ve onun aldığı kıyafetlerin içindeyken utandım. Mahcubiyet mecburiyetin bir sonucuydu.
Biz komutanın peşinden çıktığımızda bizi kapıda askeri araç beklemiyordu. Komutan üniformalıydı ama bizi sivil bir araçla götürüyordu. Önce tekrar köye götürüyor sandım, oturduğum arka koltukta Neşe'yi kucağıma basıp nereye kadar böyle yaşayacağımızı düşünüyordum ki araç durdu. İlçede ki tepenin üzerine konumlandırılmış sıra sıra prefabrik evlerden oluşmuş bir şehir gibiydi komutanın bizi getirdiği yer.
"Bize ev mi buldunuz komutanım?" dediğimde saflığıma sadece gülümsedi. Kapıyı açtı bize ve:
"İnşallah onu da bulacağım," dedi. Sorgusuz Neşe ile indik arabadan, komutanın önümüzde ki adımlarını takiben yürüdük, bir prefabrik evin kilitli kapısını açtı komutan ve, "Gelin bakalım," diye davet etti.
"Kimin evi burası?" dediğimde daha net sorguladım geldiğimiz yeri.
"Merak etme benim, burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Zaten ben çok sık uğramam, genel de nöbette olurum, size bir ev temin ettirene kadar burada benim evimde kalabilirsiniz."
Adamı evinden edecektik. Bir tarafım böyle diyordu diğer taraftan da bir kişiye bile prefabrik sağlayan devletin bize neden bakmadığını söyleyip, kızıyordu. Komutanın isteği ile evden içeri girdik, o bizimle gelmedi içeri. Mutfakta istediğim gibi hareket edebileceğimi, aç kalmamamızı, sıcak su için tüpü kullanabileceğimi, kardeşime de iyi bakmamı aldığımız ilaçları kullanırken özenli olmamı söyleyip gitti. Bir mutfak bir oda bir de banyodan oluşan prefabrik konutun içinde Neşe ile birbirimize bakakaldık. Bizim için o ev bile lükstü o zamanlar. Önce ne yapacağımızı bilmez halde salonda kaldık, genişçe karşılıklı konulmuş birer koltuk, bir dolap, küçük bir televizyon vardı odada. Bir de ortaya serilmiş ince bir kilim...
"Oturabilir miyiz?" diye soran Neşe'nin koltuklara yakın olduğunu gördüm. O kadar uzun zaman olmuştu ki çimlerde, toprakta oturalı. Kardeşimi çamura bulanmış saçlarını ve benimkileri ayırmak için komutanın dediğini dinledim ve tüpte su ısıtarak ona banyo yaptırdım. Benimde banyo yapmam gerekiyordu ama bir adamın evinde soyunup banyo yapılır mıydı bilmiyordum? Saçlarımdan bir tutam çekip gözlerimin önüne getirdim sonra gördüm ki çamur saçlarıma yerleşmişti resmen. Neşe'yi dış kapıyı sıkı sıkı tutması konusunda ikna edip hemence banyoya girdim, çamaşırlarımı sıcak suda yıkayıp kıyafetleri iç çamaşırsız giyerken komutan gelmeden o çamaşırlar kurusun diye dua ettim. Duam kabul oldu, gece yarısında üzerini değişmek için gelen komutandan önce kuruyan çamaşırları giydim. Mutfakta kendimce bir çorba kaynatıp kardeşimin de benim de karnımı doyurdum ama komutan ellerinde gene torbalarla geldi, sonra dolabından kıyafetler alıp banyoda üzerini giyinip çıktı, kalacak yer konusunda sıkıntısı olmadığı, koltukların altında yastık ve battaniye olduğunu, kardeşime iyi bakmamı söyleyip gitti. Böyle tam üç gün geçti, hep elinde torbalarla geldi. Neşe'ye temiz çamaşırlar alıp, ikimize de kıyafetler ve yiyecekler getirdi. Yalnız bana çamaşır almıyordu, o zaman anladım ki ben ona göre bir kadındım, yetişkin bir kadın. O üç günden sonra bir gece yarısı geldi, kapıyı ürkek çaldı, üstünü değişmesi gerektiğini söyleyip kendi evine bir yabancı gibi girdi. Ay ışığında Neşe'nin uyanmaması için ağır adımlarla dolabından giyecekler alıp banyoda üzerini değişti sonra da çamaşır makinesine üniformalarını atıp makine bittiğinde benden üniformalarını asmamı rica etti. Makine ile ilk kez o gün tanıştım. Komutanın ardından makinenin bittiğini nasıl anlayacağımı düşünürken o bitince gürültülü çalışması son bulmuştu ve böylece anlamamın çok zor olmadığını fark ettim. Gece karanlığında çamaşırları asıp uyudum. Sabah çamaşırları toplamak için kapının önüne çıktığımda, sadece askerlerin ve eşlerinin oturduğu sokakta beni birkaç kişi ilk kez o gün gördü.
"Siz komutanın eşi misiniz?" demeye cesaret eden bir asker eşinin sorusu ile korkak bir tavuk gibi içeri kaçtığımda komutanın evli olduğunu düşünmeye başladım. Depremden dolayı onları memleketine göndermiş olabilirdi. İstemsizce karısının belki de bu duruma kızacağını düşündüm, öylece içimi bir karamsarlık sardı. Kucağımda üniformalarla otura kaldığımda yeniden kapı çaldı ve içeri komutan girdi. Kucağımda tuttuğum üniformalara bakıp:
"Tam zamanında kurumuşlar desene," deyip elimden üniformalarını alıp gene banyoda giyindi, sonra banyodan çıkıp Neşe'nin bir köşede oynayışına birkaç saniye bakıp yanına gidip diz çöktü ve onunla sohbet etmeye çalıştı. Neşe ondan artık korkmuyor olsa da sohbet edecek değildi, susuyordu. Komutan üstelemedi ve gene bana öğütler verip gitmek üzere kapıya yöneldi ama artık sığıntı olurken verdiğimiz rahatsızlığı dile getirmem gerekiyordu ben de öyle yapıp:
"Komutanım," dedim. Adam kapı ağzında döndü bana ve bekledi:
"Biz size çok zahmet verdik, Neşe iyileşti çok şükür artık gitsek iyi olacak," dedim.
"Nereye?" diye sorarken sakindi. Onun sakinliği artık gitmemizi istediği anlamına çıktı bende, biraz daha kararlı olup:
"Köyümüze," dedim.
"Dur yahu köyün de ne var, size ev buldurmaya çalışıyorum ben, eviniz bulunsun gideceksin zaten ömür boyu burada kalacak değilsin ya," dedi. Rahattı tavırları bunun ne anlama geldiğini anlamam güçtü benim, oda uzatmayıp yeniden kapıya yöneldi ama ben tekrar seslendim,
"Komutanım?"
Adam tekrar durup bana baktı sonra da:
"Derman," dedi! Anlamadım, yüzümü buruşturunca düzeltti,
"Adım Derman, sürekli askerimmiş gibi bana komutanım demeyi bırak," dedi. Adının daha başka türlü bir şey olduğunu bile düşünmemiştim. Sanki adamın adı yoktu! Sanki adı da soyadı da komutandı! Gülümsememe engel olamadım! Öylece kaldım. Sonra oda gülümsedi bana karşılık.
"Söyle hadi, ne söyleyecektin?"
"Şey..." derken bir an kaldım. Derman nasıl bir isimdi bilemedim. Çevremde bu isimde kimse yoktu. Ona neden bu adı vermişlerdi? Biraz tuhaftı! Sanki birilerine derman olsun diye konulmuş gibi...
"Ney?"
"Komutanım, ben böyle alıştım ya şimdi, Derman Abi..."
Ağzımdan abi çıkıverdi bir anda. Zaten öyle de alışmıştım ben, birlikte büyümediğim sürece bütün erkekler abim ya da amcamdı. Adının yanına gelen abi ekine tekrar gülümsedi ve,
"Evet Aydan merakla bekliyorum," dedi.
"Biz şimdi burada kalıyoruz, birileri laf eder, sonra karınıza laf gider, oda kırılır, belki yanlış anlar. Bunlara sebep vermek istemem."
"Karım mı?"
"Memlekete göndermediniz mi karınızı?"
"Yok memlekete göndermedim karımı. Benim karım yok ki Aydan," deyip elini omzuma koydu sonra tekrar gülümseyip, "Hadi sen bunları kafana takma, kardeşine ve kendine dikkat et, söz verdim size bir yer ayarlayacağım," dedi ve gitti.
O an düşündüm evli olması mı daha fenaydı bekar olması mı?
İkisi de birbirinden daha fenaydı ve o evde kaldığım sürece başıma yeni bir felaket gelecekti. Fakat bu defa felaketin türü değişik olacaktı.