bc

BEYAZ KURT

book_age18+
0
FOLLOW
1K
READ
alpha
dark
fated
opposites attract
arrogant
badboy
drama
bxg
werewolves
pack
another world
like
intro-logo
Blurb

Yaşadığım her şeyin tek bir sebebi vardı: **beyaz kurt** olmam. Kurt adam dünyasında bu, bir unvan değil; bir damga, bir lanet, bir tehdit olarak görülürdü. Doğduğum andan itibaren kaderim, kendi rengimle mühürlenmişti. Kimi sürüler beni kutsal bir işaret, Tanrıça’nın özel bir dokunuşu olarak görür; kimileri ise gücüm yüzünden beni ele geçirilmesi gereken bir hazine gibi avlardı. Ama eşim… O benim varlığımı bile kabullenemeyen, beyaz bir kurdun nefes almasını dahi günah sayan kişiydi. Onun gözünde ben bir eş değil, **öldürülmesi gereken bir uğursuzluk**tum.Şimdi ise, çürümüş ceset kokusunun duvarlara işlediği bu rutubetli zindanda, zincirler bile etime geçmişken, kaderimin beni nereye sürüklediğini düşünmekten başka yapacak bir şeyim yoktu. Taş duvarlar soğuktu ama eşimin nefretinin soğuğu, bedenimdekinden çok daha derinlere işliyordu. Her nefesim, Ay Tanrıçası’nın lütfu olan **eş bağı** yüzünden hâlâ hayatta olduğumu hatırlatıyor; aynı zamanda bir sonraki işkencenin kaçınılmazlığını fısıldıyordu.Her adımını duymadan bile yaklaşabildiğini biliyordum. Bağımız yüzünden kalp atışını, öfkesini, nefretini hissedebiliyordum. Onun varlığı, bu karanlıkta bile üzerime çöken bir gölge gibi beni ezip duruyordu. Zincirlerime sürtünen bileklerim acıyordu, ama asıl acı, içimdeki o kırılmamış bağın beni ona mahkûm etmesiydi.Bu zindanda zaman kavramı yoktu. Ne gün ışığı vardı, ne de umuda dair bir iz. Sadece taşların arasından yükselen ölüm kokusu, eski kan izleri ve sessizce süzülen su damlalarının sesi… Her gölge bir tehdit, her sessizlik bir fırtına habercisi gibiydi. Eşim, ne zaman geleceğini bilmediğim bir kasırga gibi üzerime çöküyor, beni güçsüz bırakmayı bir görev, bir ibadet gibi görüyordu.Şimdi yine aynı an yaklaşıyor. İçimdeki eş bağı geriliyor, sanki görünmez bir el kaburgalarımı sıkıyormuş gibi nefesimi kesiyor. Bu his sadece tek bir anlama geliyor: **yaklaşıyor**. Onun geleceğini, bana dokunmadan, adım atmadan bile anlayabiliyorum.Ve ben, beyaz bir kurt olarak Dünya’ya lanet sayılan, ama Tanrıça tarafından kutsandığı söylenen ben… Bu karanlık hücrede, onun bana reva göreceği bir sonraki işkenceyi beklemek zorundayım.Bir sonraki nefesim, bir sonraki acım, bir sonraki hayatta kalma çabam… Hepsi kaçınılmaz.

chap-preview
Free preview
1.bölüm15.YAŞ GÜNÜ
Bu soğuk, paslı, küflü ve kokuşmuş zindanda kaçıncı günüm olduğunu artık hatırlamıyordum. Zaman, karanlık taş duvarların arasında eriyip gidiyor; günler birbirine karışıyor, geceler ise işkencenin farklı bir adı oluyordu. Bedenim, her biri ayrı ayrı acı veren iltihaplı gümüş yaralarıyla kaplıydı. Derimi yakıp içime işleyen o metal, sanki içimdeki her umudu da kavuruyordu. Kırılmış kaburgalarım nefes aldıkça batıyor, tenimde kurumuş kan lekeleri hissettiğim acının solmuş hatıraları gibi üzerimde duruyordu. Ama tüm bunlardan daha beter olan, kalbimde açılan ve asla kapanmayacak yaralardı. Bir zamanlar arkadaşım sandığım kişilerin, bana yönelttiği hakaretler hâlâ kulaklarımda çınlıyordu. Ağızdan çıkması bile ağır olan sözler, üzerime kusulmuş zehir gibi hafızama kazınmıştı. Gözlerimin önünden gitmeyen şey ise sürünün bana baktığı o an; nefretle, tiksintiyle ve aşağılayarak süzdükleri bakışlar… Sanki varlığım bile kirletiyormuş onları. Her bakış, içimde bir parçayı daha öldürmüş, beni değersiz hissettirmişti. Ölmek üzereydim. Aldığım her nefes ciğerlerime dolmak yerine sanki onları sıkıştırıyor, rahatlamak yerine beni daha da boğuyordu. Göğsüm daralıyor, bedenim titriyor, zihnim karanlığın içinde kayboluyordu. Gücüm tükeniyor, dudaklarımdan dökülen her nefes bir öncekinden daha zayıf kalıyordu. Buraya kadar gelişimin tek sebebi ise onların gözünde tek bir suç sayılan şeydi: yıllarca kurtsuz olmam. Diğer kurtadamlar on beş yaşına bastıklarında kurtları ortaya çıkar, onlara güç ve kimlik bahşederdi. Sürü buna alışkındı; herkes bu ritme göre büyürdü. Ama ben… Ben on beş yaşıma geldiğimde hiçbir şey olmadı. Kur-dum bana gelmedi. Ay Tanrıçası bana bir kurt bahşetmedi. Bekledim. Günlerce, aylarca, yıllarca… Herkes gibi olabilmeyi, sürüme ait hissedebilmeyi, onların arasında yok sayılmamayı umarak bekledim. Ama her geçen yıl, içimdeki boşluk daha da büyüdü; onların gözündeki karanlık ise daha da derinleşti. Şimdi burada, çürümüş rutubetin kokusu ciğerlerime işlerken, zincirlerin soğukluğu bile derime işlemezken, tek bildiğim şey şuydu: Beni yok eden bu zindan değildi… Beni asıl öldüren, bir zamanlar ailem sandığım insanların beni hiç kabul etmemiş olmasıydı. Ben… Ben kimim? Benim adım AYORA. Kara Ay Sürüsü’nün beta ailesinin en küçük kızıyım. Bir zamanlar herkesin sevdiği, koruduğu, geleceği parlak görülen o genç kız… O eski halim hâlâ zihnimin bir köşesinde soluk bir hatıra gibi duruyor. Siyah saçlarım rüzgârla birlikte savrulur, yeşil gözlerim hayata dair heyecanla parıldar, 1.75 boyumla zarif ama güçlü bir duruş sergilerdim. İnsanların yüzünde gülümseme bırakacak kadar canlı, sevgi dolu, merhametli ve tertemiz kalpli biriydim. Hayata bağlanacak onlarca hayalim, kalbimde büyüttüğüm masum bir sevgi vardı. Ama şimdi o kız… çok gerilerde kaldı. Saçlarım bembeyaz—acıların, kaderin ve geçirdiğim tüm işkencelerin üzerimde bıraktığı soğuk bir iz gibi. O beyaz saçlar, gözlerimin yeşilini daha da belirginleştirse de artık bu belirginlik bir hayat belirtisi taşımıyordu. Tam tersine, bedenimin iflas ettiğini, yaşamın içimden yavaşça sökülüp alındığını daha da görünür kılıyordu. Bir deri bir kemik kalmıştım. Omuzlarımda taşıdığım yük, vücudumun dayanabileceği sınırları çoktan aşmıştı. Tenimde bir zamanlar yanaklarıma pembe bir sıcaklık veren o canlılık yok olmuştu. Yerine, her nefeste acı çeken, en ufak harekette bile sızlayan, titreyen bir beden kalmıştı. Yıllarca masum, saf, herkese iyilikle yaklaşan ben… Şimdi kendi masumiyetimin bile bana yük olduğu bir hâlin içindeydim. İçimdeki o eski Ayora, neşeli gülüşüyle koşarken, sevgi dolu kalbiyle herkesin yarasına merhem olmaya çalışırken… Şimdi karanlık bir köşede sessizce oturuyor, bedenimin çöküşünü izliyordu. Bir zamanlar başkalarını iyileştirecek kadar güçlüydüm; şimdiyse kendimi bile ayakta tutamayacak kadar tükenmiş durumdaydım. Kara Ay Sürüsü’nün en parlak kızı, betanın en küçük ve en umut vaat eden evladı… Bir zamanlar ışığın içinden yürüyordum. Ama kader beni karanlığın en derin yerine sürükledi. 5 yıl önce. Okuldan eve dönerken hava artık neredeyse tamamen kararmak üzereydi. Sokak lambaları yeni yeni yanıyor, evlerin pencerelerinden sızan loş ışıklar kaldırıma uzun gölgeler düşürüyordu. Adımlarımı hızlandırırken sırtımda günün yorgunluğu, içimde ise eve girdiğimde annemle babama söyleyeceğim bahanelerin karmaşası vardı. Dersler uzadı, öğretmen ekstra toplantı yaptı, arkadaşım beni tuttu… Hepsini kafamda ardı ardına sıralıyordum, ama hiçbirinin pek işe yaramayacağını biliyordum. Yine de hazırlıklı olmak istiyordum. Evin kapısına yaklaştığımda üzerimdeki montu biraz daha sıkıca çektim. Cebimden anahtarımı çıkardım, kapıyı sessizce açmaya özen göstererek içeri adım attım. Fakat evin içi tamamen karanlıktı; ne mutfaktan gelen bir tencere sesi, ne de salondan gelen televizyon uğultusu… Hiçbir şey yoktu. İlk anda bu sessizlik içimde hafif bir rahatlama yarattı — demek ki beni sorguya çekecek kimse yoktu. Ama bu rahatlama saniyeler içinde boğucu bir şüpheye dönüştü. Çünkü annemle babam evde değilse, hepimizin bildiği gibi bu bir şeylerin ters gittiği anlamına gelirdi. Babam sürümüzün betasıydı, alfamızın sağ koluydu. Her akşam erken gelmeye, akşam yemeklerinde tüm aileyi aynı masada toplamaya dikkat ederdi. Bizim evde akşam yemeğine geç kalmak neredeyse yasak gibiydi. Hele sürü işleri varsa anne ve babam mutlaka birlikte giderdi; çünkü annem, betanın eşi olarak sürüde en az babam kadar söz hakkına sahipti. Ama o akşam… Ne annem vardı ne babam. Üstelik abim Sahir ile ablam Talia da ortalıkta görünmüyordu. Bu, içime ince bir huzursuzluğun sızmasına neden oldu. Kapının hemen yanında ayakkabılarımı çıkardım, ayaklarım halıya değerken bile sessiz olmaya dikkat ederek ara koridorun ışığını yaktım. Loş sarı ışık duvarlara yayılırken sesimi biraz yükselttim: “Anne? Baba? Talia? Sahir? Nerdesiniz? Kimse yok mu?” Cevap yoktu. Evin içinde dolaşan tek şey, benim nefesimdi. Koridordan salonun girişine doğru adım attığım anda turuma salonunun ışıkları birden parladı. Işıkların aniden yanmasıyla istemsizce küçük bir çığlık attım, kalbim kaburgalarıma çarptı. Bir adım geri çekildim. Ama sonra gördüğüm manzara nefesimi bir kez daha kesmişti — bu kez korkudan değil, şaşkınlıktan. Bütün sürü arkadaşlarım, ailem, akrabalarım… Hepsi oradaydı. Salon tıklım tıklımdı. Alfa ve lunası bile en önde duruyordu. Herkesin yüzünde kocaman gülümsemeler vardı. Annem, elinde mumları yanan güzel bir pasta ile bana doğru adım attı. Mumların ışığı yüzüne yumuşak bir parıltı veriyor, gözlerinin içi her zamanki gibi sevgiyle gülümsüyordu. “İyi ki doğdun Ayora!” dedi. Ve ardından herkes hep bir ağızdan: “İyi ki doğdun Ayoraa!” Bir anda gözlerim büyüdü, ellerim farkında olmadan ağzıma gitti. Bugün benim doğum günümdü. Ve… ben bunu tamamen unutmuştum. Doğum günlerine özel bir bağlılığım hiç olmamıştı, ama kendi 15. yaş günümü unutmamalıydım. Çünkü bu yaş, biz kurtadamlar için sıradan bir yaş değildi. Bu yeni yaş benim için çok özeldi; bu gece uyuyacak ve ertesi sabah… kurdumu karşılayacaktım. Tıpkı tanıdığım, sevdiğim ve 15 yaşını çoktan geçmiş herkes gibi ben de artık bir kurtadam olacaktım. Annem pasta ile tam önüme geldi. “Söyle bakalım güzel kızım… bir dilek tut ve mumlarını üfle,” dedi yumuşacık sesiyle. Gözlerimi kapattım. Kalbimin en derininden geçen tek bir dilek vardı: Huzur, sağlık ve ailemle birlikte mutlu bir hayat. Başka hiçbir şey istemedim. Sonra gözlerimi açtım ve mumları tüm gücümle üfledim. Alkış sesleri salonda yankılandı. Önce babam sarıldı, sonra annem. Ardından alfa ve luna beni tebrik etti. Ve hemen ardından… Arel. Evet, benim aşkım — fakat bundan onun henüz haberi yoktu. Arel bana kocaman, sıcacık bir sarılma verdi. Onun çam ve vanilyayı andıran o kendine özgü kokusu burnuma doldu; kalbim o an biraz daha hızlı atmaya başladı. Biliyordum… Bu his gerçek eş bağı değildi. Biz kurtadamlar gerçek sevgiyi yalnızca Ay Tanrıçası’nın bize seçip bağladığı ruh eşlerimizde bulurduk. Ama bazen ruh eşi hiç çıkmazdı. O zaman ya kendi seçtiğin biriyle eşleşirdin… ya da kader acımasız davranırsa, birbirinizi reddederdiniz. Benim Arel’e olan duygum bir çocukluk hevesinden ibaretti, bunun farkındaydım. Arel benden sadece bir yaş büyüktü ve geleceğin alfasıydı. Herkes onun güçlü, adil ve mükemmel bir lider olacağını söylerdi. Sarılmamız bittikten sonra yanağımdan hafifçe makas aldı. “İyi ki doğdun bücür,” dedi gülümseyerek. Ben de hafifçe koluna vurdum. “Senin yaşın çok büyük de sanki,” dedim alaycı bir şekilde. İkimiz de kıkırdadık, o an içimde bir sıcaklık yayıldı. Salon kahkahalarla, tebriklerle, sevgi dolu bakışlarla doluydu. O akşam… geleceğimin ışıl ışıl parladığını sanıyordum. Henüz bilmiyordum… Bütün o mutluluk, bütün o umut… Bir gün karanlığa gömülecek, hayatımın en acılı anılarına dönüşecekti.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

30 Days to Freedom: Abandoned Luna is Secret Shadow King

read
307.5K
bc

Too Late for Regret

read
271.6K
bc

Just One Kiss, before divorcing me

read
1.6M
bc

Alpha's Regret: the Luna is Secret Heiress!

read
1.2M
bc

The Warrior's Broken Mate

read
135.8K
bc

The Lost Pack

read
374.6K
bc

Revenge, served in a black dress

read
144.1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook