bc

Mumsuz

book_age18+
341
FOLLOW
3.4K
READ
family
drama
tragedy
sweet
love at the first sight
like
intro-logo
Blurb

Hayat, insanın avuçlarına tutuşturulmuş bir mumdur. Doğduğumuz gün, mumun fitili alevlenir; ince bir ışık karanlık evrene ilk kez meydan okur. O ışık, bir yandan sıcaklığıyla varlığını hissettirirken, bir yandan da eriyerek kendi sonuna doğru ilerler. Kimi mumlar usulca yanar; zaman, onların erimesini sabırla izler. Kimi mumlar ise bir rüzgârla söner, ışıkları daha yolun başındayken kaybolur.

Bazı mumlar ateşe dayanamaz; alevin hiddetiyle eriyip devrilir. Hayatın yükü, onları taşkın bir nehir gibi sürükler. Kimileri ise kendi ışığına ihanet eder; gölgeleri, parlayan yüzlerinden daha uzun olur. Ancak her mum, bir hikâyeyi aydınlatır; kendi izini, kendi erimişliğini bırakır ardında.

Hayatın özü, o mumun içinde saklıdır. Alevin sıcaklığı, ışığın çevreyi sarışı ve eriyip yere damlayan mumu, insanoğlunun var oluş mücadelesinin sessiz bir ifadesidir. Mumun söndüğü an, hayata veda ediştir. Ama o kısa ışık, gecenin karanlığında bir an olsun parlamış, bir iz bırakmıştır.

chap-preview
Free preview
Alev
1890 yılının Kasım ayı, İstanbul’un keskin ayazını yüreklere taşıyan bir sabaha uyanıyordu. Boğazın mavi sularını kaplayan sis, güneşin ilk ışıklarıyla yavaş yavaş dağılırken, ticaretin kalbi olan Eminönü sokakları henüz sessizdi. Osmanlı’nın ihtişamını yansıtan ahşap konakların gölgesinde, hayatın izlerini taşıyan insanlar kendi mücadelelerine hazırlanıyordu. Ancak o sabah, Murat Bey’in konağında her şey bir çocuk kahkahasının yankılanmasıyla başladı. Murat Bey, hayatı boyunca ticaretteki başarısıyla adını duyurmuştu. Ancak onun serveti, altın ya da değerli taşlarla değil; baba olmanın verdiği huzurla ölçülüyordu. İkiz oğulları Ahmet ve Ali, neşeleriyle konağı şenlendiren iki küçük afacandı. Fakat o yıl, konağın kaderi başka bir çocuğun adımıyla değişmişti. Yedi yaşındaki Selim, yetimhaneden alınıp ailenin bir parçası olduğunda, herkes onun bu eve nasıl uyum sağlayacağını merak ediyordu. Selim, sessiz ve ince yapılı bir çocuktu. Annesi ve babasını kaybettiği o karanlık günden beri bir daha kimseye güvenmemişti. Ama Murat Bey’in sıcak elleri, onun omzuna dokunduğunda, yüreğine işleyen o soğuk duvarlar yavaş yavaş çatlamaya başlamıştı. Murat Bey, onun sadece karnını doyurmak ya da üzerini giydirmekle kalmamış; ona bir yuva, bir aile ve yeniden sevmeyi öğrenme fırsatı vermişti. Konağın bahçesinde, meşe ağaçlarının gölgesinde oynayan Ahmet, Ali ve küçük Selim, birbirlerine benzemeseler de bir kardeşlik bağı geliştirmişlerdi. Ancak hayat, kimsesiz bir çocuğu kolay kolay affetmezdi. Selim’ın gözleri, her zaman bir gölgeyi saklıyordu; geçmişin acı dolu yankısı, geleceğin belirsizliğine karışıyordu. Ve kader, bu üç çocuğun hayatını kökünden değiştirecek bir sırla onları bekliyordu. Bu sır, yalnızca Murat Bey’in ailesini değil, aynı zamanda koca bir devleti de sarsacak güçteydi. Aşk, sadakat ve ihanetle örülü bir hikaye başlamak üzereydi. Kış güneşi İstanbul’un cumbalı evlerinin camlarına vururken, Murat Bey’in konağı da her sabahki gibi hayatla dolup taşıyordu. Ahşap döşemeler, çocukların çıplak ayaklarının hafif yankısını taşırken, mutfaktan gelen taze ekmek kokusu konağın her köşesine sızıyordu. Selim, bir köşede sessizce oturmuş, elindeki kitabın sayfalarını çeviriyordu. Gözlerinde yaşının ötesinde bir derinlik, dudaklarında ise çocukluktan çok uzak bir çizgi vardı. Ayşe Hanım, Selim’i ilk günlerde içine sindirememişti. Onun konağa getirilmesini, kendi ailesinin düzenine bir tehdit gibi görmüştü. Ama zaman, yüreklerdeki duvarları eriten sessiz bir su gibiydi. Selim’in sessiz, ama saygılı hali Ayşe Hanım’ın içinde bir şeyleri kıpırdatmıştı. Geceleri çocukların üzerlerini örterken, Ahmet ve Ali’nin yanına iliştirdiği Selim’in ince yüzüne baktığında, bu küçük bedenin taşıdığı ağır yükü fark eder olmuştu. Bir anne yüreği, ne kadar dirense de sonunda adaleti öğrenirdi; çünkü annelik, yalnızca doğurmakla değil, korumakla da sınanırdı. Ahmet, Ali ve Selim, artık aynı mektepte okuyordu. Sabahları Ayşe Hanım, çocukları özenle giydirirdi. Her biri temiz, ütülü mintanlarını ve ince işlemeli yeleklerini giyerken, Ayşe Hanım onların üzerine eğilip düğmelerini kontrol ederdi. Elleri, Selim’in omuzlarında biraz daha uzun dururdu; çünkü Selim’in omuzları, diğerlerinden daha kederliydi. Ayşe Hanım, her sabah çocukların kıyafetlerini titizlikle temizlerken, hayatın dokunulmaz bir düzen içinde olması gerektiğine inanırdı. Kumaşlara sinen lekeleri sabunla ovar, onların iz bırakmasına izin vermezdi. Çünkü ona göre, hayat da tıpkı bu kıyafetler gibiydi; lekeler bırakılmamalı, her şey yeniden parlatılmalıydı. Ama Selim’in bakışları, onun bu inancını sarsar gibiydi. Hayat, hep temizlenebilir miydi? Ya bazı lekeler, silinmesi imkansız olan derin izlerse? Çocuklar, mektebe giderken Ayşe Hanım onların arkasından bakardı. İnce siluetleri, sabahın puslu sokaklarında kaybolurken, Selim’in diğerlerinden biraz daha geride yürüdüğünü fark ederdi. Selim, onlara yetişmeye çalışıyor gibiydi; ama bu yetişme çabası yalnızca adımlarında değil, ruhunda da bir mücadeleyi taşıyordu. Ve işte bu anlarda, Ayşe Hanım kendi içinden şunu geçirirdi: “Hayat, bazen bir çocuğun omzunda taşıyamayacağı kadar ağırdır. Ama onun yanında duran eller, o yükü hafifletmek için vardır.” Selim’i sevmeyi öğrenmek, Ayşe Hanım için yalnızca bir alışma süreci değil, kendi annelik duygusunu yeniden keşfetmekti. Selim, artık bu konağın bir parçasıydı; onun ışığı, diğer mumların alevine karışmış, birlikte daha güçlü bir ışık yaymaya başlamıştı. Akşamın alacakaranlığı konağın pencerelerine vururken, içeride sıcak bir akşam yemeğinin hazırlığı sürüyordu. Ayşe Hanım ve hizmetçi Fatmanur, mutfakta hummalı bir telaş içindeydi. Özenle hazırlanan yemekler, gümüş tepsilerle ağır ahşap masanın üzerine yerleştiriliyordu. Krem rengi örtü, masanın zarafetini tamamlıyor, buğusu tüten çorba kaseleri ise sofraya bir sıcaklık katıyordu. Murat Bey, konağın giriş kapısına yakın bir divanda oturmuş, çocukları bekliyordu. Yüzünde sert ama babacan bir ifade vardı. Onun sağında, sade ama zarif bir elbise giymiş olan Ayşe Hanım, göz ucuyla masayı kontrol ediyordu. Fatmanur ise sessizce, tabakların ve çatal bıçakların yerini düzeltiyordu. Her şey tam olmalıydı; çünkü Murat Bey, düzen ve intizam konusunda oldukça hassastı. Bir süre sonra, çocukların ayak sesleri duyuldu. Ahmet, Ali ve Selim, mektepten dönerken yorgun ama bir o kadar da neşeliydiler. Ahmet ve Ali, birbirlerine takılarak gülerken, Selim biraz daha sessizdi, ama yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Kapıdan içeri girdiklerinde, Murat Bey onları başıyla selamladı ve sofraya buyur etti. “Haydi bakalım, yıkanıp sofraya oturun,” dedi derin bir ses tonuyla. Çocuklar hızla üstlerini değiştirip ellerini yıkadıktan sonra masaya geldiler. Ayşe Hanım ve Fatmanur, masadaki yerlerini aldılar. Çocuklar ise üçlü bir grup halinde, Ayşe Hanım ve Fatmanur’un karşısındaki sandalyelere oturdular. Murat Bey, herkesin oturduğundan emin olduktan sonra ağırbaşlı bir şekilde, “Afiyet olsun,” dedi. Bu iki kelime, masanın üzerindeki sohbetsizliği kısa bir süreliğine böldü. Herkes çorbasına kaşık sallarken, tabakların içinden yayılan sıcak buğu, konağın sıcaklığını artırıyordu. Ancak yemek masası, yalnızca yemek için bir yer değildi; aynı zamanda konuşmaların, paylaşımların ve bazen de yüzleşmelerin gerçekleştiği bir alandı. Ayşe Hanım, bir an sessizliğini bozarak, “Murat Bey,” dedi hafif bir duraksamayla, “Bugün mektepten bir şeyler duydum. Ahmet, Ali ve Selim kavga etmiş.” Murat Bey, kaşığını çorba kasesinden yavaşça çekti ve çocuklara doğru baktı. Kaşlarının hafifçe çatıldığı, ama yüzünde öfke yerine bir gururun izleri olduğu belliydi. “Ne oldu, bakalım?” diye sordu. Ayşe Hanım, durumu açıklamaya devam etti: “Selim’le aynı sınıftaki bir çocuk, ona dil uzatmış. Ahmet ve Ali de dayanamayıp o çocuğa saldırmış.” Murat Bey, gözlerini çocuklarının üzerinde gezdirdi. Ahmet ve Ali başlarını öne eğmiş, Selim ise sessizce önündeki tabağa bakıyordu. Gururluydu; kardeşlerinin Selim’i koruma içgüdüsü hoşuna gitmişti. Ama kavga çözüm değildi. Çocuklarına doğru hafif bir gülümsemeyle, “Kavga etmek doğru bir yol değildir,” dedi. Ayşe Hanım, hemen ekledi: “Doğru değil tabii ki. Ama şu çocuklar bir şey yapsa da onların gönüllerini kırmadan doğruyu gösterseniz, Murat Bey.” Murat Bey, derin bir nefes aldı ve sessiz bir kararlılıkla, “Bu konuyu yemekten sonra konuşacağız,” dedi. Çocuklar başlarını sallayarak yemeklerine devam ettiler. Yemekten sonra, Murat Bey, üç beyaz mum yaktırarak konağın geniş salonuna geçti. Mumların alevi, salonun ortasında bir masa üzerinde titriyordu. Çocuklar, babalarının bu hareketine anlam verememiş, merakla salonda yerlerini almışlardı. Selim en arkada dururken, Ahmet ve Ali babalarının karşısında sessizce bekliyorlardı. Murat Bey, mumların ışığının altında çocuklarına bakarak, “Şimdi size bir şey anlatacağım,” dedi.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
523.7K
bc

HÜKÜM

read
224.4K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.1K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook