Eskiden

2662 Words
Keyifli okumalar dilerim yeni bölüm birkaç güne gelecektir🩷 Emre Aydın Sen Gitme Hayat, planlarımızı bozmayı seven bir oyunbazdı ve benim için bugün o yüzünü gösteriyordu. Sadece 1 saat içinde kurduğum tüm planlar, bir anda bozulmuştu ve ben izlemek dışında bir şey yapamamıştım. Sıkıntılı bir nefes alıp sandalyeye çöker gibi oturdum. Planlarıma göre bugün askeriyede benim yerime Vildan olacaktı ve Sancak'la olan röportajı o yapacaktı. Fakat daha önce hasta olduğuna bir kere bile şahit olmadığım arkadaşım çok fena grip olmuştu. Evden çıkmak üzereyken kendini zorladığı için fenalaşmıştı. Neyse ki Çınar yanında olduğu için onu hemen acile götürmüştü. Kanında yüksek enfeksiyon çıktığı doktor yatış vermişti. Askeriyeye gelmek yerine Vildan'ın yanına gidecektim ama izin vermemişti. Beni zorla buraya göndermişti çünkü Vildan ne olursa olsun işlerin aksamasına izin vermezdi. Yanında Çınar olmadan onu dinlemezdim ama çok ısrar etmişti. Ben de el mecbur gelmiştim. Kolumdaki saate baktım, Sancak her an gelebilirdi. Oflamamak için kendimi zor tuttum. Normalde ödevlerimi seve seve yapardım ama bugün Sancak'ın sırasıydı. "Kahretsin," diye mırıldandım. Vildan olayları bilse beni buraya göndermezdi ama konuşma fırsatımız olmamıştı. Kendi ayaklarımla Sancak'a gelmiştim. Avuç içimle alnıma vurdum. Kaçış yoktu. Onunla bu çalışmayı yapacaktım. Birkaç derin nefes daha aldığım sırada telefonuma mesajlar gelmeye başladı. Bana art arda mesaj atacak tek bir kişi vardı. Telefonun ekranına baktığımda tahmin ettiğim gibi Başak'tan gelmişti. Buraya geleceğimi bildiği için meraktan çatlıyordu. Sürekli bir gelişme olup olmadığına dair mesajlar atıp duruyordu. Gelmediğini yazıp telefonu sessize aldım ve masanın üzerine geri koydum. Şu röportajın bir an önce bitmesini istiyordum. Özellikle dün olanlardan sonra gerçekten onunla yüz yüze gelmek, istediğim en son şey bile değildi. Düşüncelerim beynimi bir kurt gibi kemirirken kapı açıldı ve benim stresim hat safhaya ulaştı. Kalbim neden sıkışır gibi atıyordu ki? Ve ellerim... Avuçlarımın içi terden sırılsıklamdı. Vücudumdaki tepkilerin aksine yüz ifademi kontrol edebildiğim için mutluydum. Yüzüme bakan kimse ne kadar stresli olduğumu anlayamazdı. Bu konuda anneme çekmiştim. İkimiz de duygularımızı gizleme konusunda ustaydık. Sancak içeri girdiğinde düşünmeyi bırakıp ayağa kalktım. Yüzüme yerleştirdiğim profesyonel ifadeyle "Merhaba," diyerek karşıladım onu. Sesim o kadar düz çıkmıştı ki sanki onu daha önce hiç tanımıyormuş gibiydim. İçimde kopan fırtınaların aksine bu kadar sakin olduğum için kendimi tebrik ederken Sancak koca adımlarıyla bana doğru ilerledi. Elini uzatacağını anladığım an yerime oturdum ve olası bir temasın önüne geçtim. Bu yaptığım biraz kabaydı ama elimde değildi. Onunla temas etmek istemiyordum. Artık elimi, tokalaşmak için bile tutamazdı. Hem nasıl bir tepki vereceğimi kestiremiyordum. Şimdi bile kalbim saçma sapan tepkiler veriyordu zaten. Dümdüz bir şekilde ileriye bakmaya devam etti. Sancak kısa bir süre durduktan sonra derin bir nefes alıp karşımdaki sandalyeye oturdu. İfadesiz bakışlarım onu buldu. Üstünde kamuflaj pantolonu ve asker yeşili kısa kollu tişörtü vardı. Tişört kaslı olan bedenini ön plana çıkarıyordu. Bu ayrıntıya dikkat etmeyerek yüzüne baktım. Tişörtün rengi sayesinde göl yeşili gözleri ön plana çıkmıştı. Allah var güzel gözleri vardı, ona ne kadar kızgın olsam da hakkını yiyemezdim. Sadece gözleri de değil, keskin yüz hatları, kalemle çizilmiş gibi olan dolgun dudakları ve düz burnuyla yakışıklı bir adamdı. Çok yakışıklıydı. Güzel adamlar kalp kırarlar. Annemin sesi kulaklarımda yankılanırken duruşumu dikleştirdüm. Yeterince kırmıştı kalbimi, bu saatten sonra daha fazla hasar vermesine izin veremezdim. "Nasılsın?" diye sorduğunda gözleri yüzümde gezindi. Gözlerinin içine birkaç uzun saniye boyunca baktım. Orada gördüğüm duygular vardı çünkü. Gizlemediği bir özlemle bakıyordu. Hangi yüzle? Bana hangi yüzle böyle bakabiliyorsun? Dilimi ısırdım. Böyle baktığı her an benimle oynuyormuş gibi hissediyordum. Bu da öfkemi arttırmaktan başka bir şey yapmıyordu. "Seni merak ettim." Cevap vermemi beklemeden kurduğu cümle üzerine kaşlarım çatıldı. "Neden merak ettin?" diye sormaktan alıkoyamadım kendimi. Beni merak edemezdi, buna bile hakkı yoktu. "Dünkü yağmurda çok ıslanmıştın." Açıklaması üzerine başımı aşağı doğru eğdim. "İyiyim, sorun yok." Sözlerim üzerine gözleri yüzümde gezinmeye devam etti. Benim aksime uzun uzun bakıyordu bana. Kaşlarım çatıldı onun ise dudaklarında varla yok arası bir gülümseme oluştu. "Evet," dedi yavaşça "İyisin." Sesindeki sıcaklık yanaklarımın ısınmasına neden olmuştu. Sadece sesi de değil gözleri, bakışları... anlamını çözmek istemediğim bakışları farklıydı. Bu yüzden gözlerimi gözlerinden kaçırıp notlarıma baktım. Yoksa kendime engel olamayacaktım ve öfkeme yenik düşerek ağzıma geleni sayıp sövecektim. Çekip gittikten ve bir kez bile iletişime geçmedikten sonra bana böyle bakamaz, bu ses tonuyla konuşamaz ve beni merak edemezdi. Benimle böyle oynayamazdı, buna hakkı yoktu. Yüzsüzlüktü bu, zalimlikti. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım ve burnumdan nefes aldım. Sakinleşmem gerekiyordu. Yoksa bu röportajı bitiremezdim. Boğazımı temizledikten sonra daha sakin bir şekilde konuştum. "Artık başlayalım mı?" Başını aşağı doğru eğdi. "Tabii, ne zaman istersen." Dudaklarımı büzdüğümde ilk soruyu sordum. "Öncelikle kaç yıldır bu işle uğraşıyorsun?" Cevabını bildiğim bir soruydu ve ortamın buz kesmesine neden olmuştu. Beni o kalede bıraktığı gece tercihini yapmış ve askerlik hayatına başlamıştı. Geçen gün de söylediği gibi, tam iki buçuk yıl olmuştu. Soruma cevap vermek yerine "Artık konuşmamız gerekiyor Gülce," dedi. Pişkinliği beni çıldırtıyordu. Bunu belli etmek yerine "Sorumun cevabını alabilir miyim?" demekle yetindim. Onunla konuşmayacaktım, neden bunu anlamıyordu? "Lütfen, konuşalım." Sözleri travmalarımı tetikliyordu, çünkü yıllar önce de böyle karşıma geçip benimle konuşmak istemiş sonrasında tek kelime dahi etmeden gitmişti. Bunları yapan biri nasıl olur da tekrar hiçbir şey olmamış gibi konuşmak isterdi aklım almıyordu. İnsan biraz utanırdı. Dişlerimi birbirine bastırıp sessizliğimi korudum. Birkaç dakika bekledikten sonra cevap vermeyeceğimi anlamış olmalı ki tuttuğu nefesini dışarı verdi. "Kara Harp'i bitirdikten sonra işe başladım. İki buçuk yıl oldu." Cevabını not aldıktan sonra diğer soruya geçtim. "Hangi şehirlerde görev yaptın?" "Başka şehirlere sürekli göreve gidiyoruz Van, Şırnak, Bingöl gibi." Şırnak kelimesini duyunca tenim diken diken oldu, babamın görev yaptığı şehirlerden biriydi. "İki şehir arasındaki farkı, çalışma şeklini baz alarak değerlendirebilir misin?" Cevap vermek yerine birkaç saniye yüzüme baktı. "Böyle iki yabancı gibi mi olacağız gerçekten?" Sesindeki şaşkınlık üzerine basımı kaldırıp onu dik dik baktım. "Anlamadım?" Öne doğru eğildi. "Böyle yabancı gibi bakarak ve konuşarak geçmişimizi değiştiremezsin. Biz beraber büyüdük." "Buraya geçmişi konuşmaya gelmedim." Öfkem yavaşça taştığı için ses tonum yükselmişti. Kısık bir sesle cevap verdi. "Tamam ama bana yabancı gibi davranma." Kendimi daha fazla tutamadım. "Ne bekliyorsun ki?" diye parladım. " Biz seninle artık sadece iki yabancıyız. Beraber büyüsek de bu böyle." "Değiliz!" Ayağa kalktığında tekrar "Değiliz işte," deyip ellerini beline yerleştirdi. " Biz seninle yabancı olamayız." Dudaklarımla oluşan gülümsemeyle ayağa kalktım. "Olduk bile Üsteğmen Sancak Erkuran." Rütbesi bastırarak söylemiştim. Asker olduğunu en çok da kendime hatırlatmak istemiştim sanırım. "Benim için yabancıdan bir farkın yok çünkü hiçbir şey ifade etmiyorsun." "Biliyorum hepsi o gece yüzünden." Elimi kaldırıp "Sus," dedim dişlerimin arasından. O geceyle ilgili konuşursa kendimi tutamazdım. "Sana konuşmak istemediğimi daha ne kadar söylemem gerekiyor." "Yanlış yaptım, Allah beni kahretsin o gece o kadar büyük bir yanlış yaptım ki!" Ayağa kalkıp bana doğru bir adım attı. "Bırak en azından özür dileyeyim." Sesindeki çaresizlik ya da yüzündeki pişmanlık dolu ifade umrumda değildi. Bana o kadar büyük bir hayal kırıklığı yaşatmıştı ki... Sadece gidişi de değil beni hiç arayıp sormamış olması en çok yaralayan şeydi. Bunu kendime itiraf etmem yıllarımı almıştı ama durum buydu. Bir telefon açmak ya da mesaj atmak bu kadar zor olmamalıydı. "Dileme Sancak," dediğimde ayağa kalktım. "Çünkü geç kaldın." Birkaç saniye sessiz kalıp sözlerimi iyice anlamasını bekledim. "Özrün hiçbir şeye yaramayacak." "Gülce lütfen." "Ya ne lütfeni?" diye bağırdım aniden. "Sen hangi yüzle karşıma geçip konuşabiliyorsun hâlâ?" "Açıklamama izin ver." "Vermiyorum," diye çıkıştım. Çıldırmama az kalmıştı. Duygularımı açığa çıkarması sinirlenmeme neden oluyordu. Derin bir nefes aldım ve daha sakin bir şekilde devam ettim. "Bak ben seninle bu ödev haricinde konuşmayacağım. Bunu kafana sok ve daha fazla zorluk çıkarma." Masanın üstünde duran çantamı ve notlarımı topladım anlaşılan röportaj bugün bitmeyecekti. "Sadece iki dakika istiyorum." İki buçuk yılı iki dakikaya sığdırmayı planlıyordu demek. Alayla güldüm. "Bir işe yaramayacağını neden anlamıyorsun?" Çantamı omzuma taktım. "Gidiyor musun?" "Sonra devam etmemiz daha sağlıklı olacak." "Şu inadın var ya." Sözlerini duymazdan geldim. Az bile yapıyordum. İşin ucunda ödev olmasa yüzüne dahi bakmazdım. Kapıya doğru ilerledim. "Seninle konuşacağız, elbet bir gün olacak bu." Ona sırtımı döndüğüm için yüz ifademi göremedi. Başımı iki yana doğru salladım. "O dediğin bir daha olmayacak." Hata bir kez yapılırdı. Ve ben yıllar önce bu hakkımı kullanmıştım. Cevabını beklemeden önce odadan ardından askeriyeden çıktığımda öfkem geçmemişti. Yol boyu da geçmedi. Bu yüzden üniversiteye gitmek yerine eve gitmeye karar verdim. Şu an ders çekecek havada değildim. Vildan da uyuduğu için hastanede ziyareti sonraya kalmıştı. Evin sokağına girdiğimde karşı apartmandan çıkan Mert abiyi gördüm. Birkaç gün önce abimin önerisiyle bizim sokakta bulduğu eve taşınmıştı. Beni gördüğünde adımları yavaşladı. "N'aber Gülce?" "İyi," dedim ona yaklaşırken. "Senden?" "İyi diyelim." "Alıştın mı yeni evine?" Mert abi aslında iyi biriydi. Her zaman bir abi gibi yaklaşmıştı bana. Efendi ve korumacıydı, fazla konuşmaz kendi halinde takılırdı. Bu yüzden Başak'a neden ters davrandığını hiç anlamıyordum. "Daha tam yerleşemedim ama güzel ev." "Bu mahalle de güzeldir, sakindir." Başıyla onayladı. "Abin de öyle söyledi." Annemle ikisi hâlâ adadaydı. "Neyse kaçtım ben, akşam misafirlerim var alışverişe gideceğim," dedikten sonra tam bir adım atmıştı ki "Mert abi," diyerek onu durdurdum. Keskin bakan kahverengi gözleri beni buldu. Esmer, uzun boylu ve sert mizaçlıydı. Köşeli çenesinde her zaman kirli sakalı vardı, ince dudakları tek çizgi halinde gür kaşları çatılıydı. Biraz çekinirdim ondan. "Geçen Başak'la konuşmuşsun. Üzmüşsün onu." İçimde tutamayıp açık açık söylemiştim. Başak benim ince çizgimdi, onun için herkesi karşıma alırdım. Elini ensesine yerleştirip kaşıdı. "Nişanlandı değil mi o herifle?" "Evet de herif dediğin adam senin çocukluktan beri arkadaşın." Başını iki yana doğru salladığında gözlerinde yanan ateşi gördüm. Öfke doluydu, biraz da hayal kırıklığına uğramış gibiydi. Neden? "Bu saatten sonra konuşmam artık. Bir anlamı yok." "Neden ona öyle şeyler söyledin, onu da mı söylemeyeceksin?" "Ben diyeceğimi dedim Gülce, daha fazla kurcalama. Bu saatten sonra sadece hayırlısı olsun derim. Hadi eyvallah." Mert abi böyleydi işte. Sözünü söyler sonra da giderdi. Ağır abiydi biraz. Onu çözmek kolay değildi. Bu yüzden neyi neden dediğini de anlamıyordum. "Hayırlı mı olsun dersin?" Başak'ın sesini duyunca ikimiz de ona döndük. Kollarını önünde bağlamış dik dik Mert abiye bakıyordu. "Aslı astarı olmayan imalarından sonra mı?" Başak ona doğdu yürüdüğünde yüzünde daha önce görmediğim bir kin vardı. Genelde ılımlı biri olduğu için bu hali beni şaşırtmıştı. Mert abi gözlerini devirdi. "Bir şey kastetmiyorum ben. Sözlerim açıktı, anlayana tabii." "Beni arkadaşına layık görmediğini çok net anladım ben. Merak etme sen." "Tövbe estağfurullah," diye söylenerek geri çekilen Mert abinin aksine Başak ona doğru yürümeye devam etti. Ardından elini kaldırıp yüzüğünü gösterdi. "Ama bak aşk laftan anlamıyor. Arkadaşın beni seçti. Evleniyoruz." Mert abi önce yüzüğüne baktı, ardından yüzüne. Birkaç saniye hiç konuşmadı. Ne düşündüğünü anlamıyordum. "Bu saatten sonra sadece hayırlı olsun derim ben. Allah utandırmasın. Pişmanlık da vermesin." Sözlerinde bir şey yoktu aslında ama tedirgin olmama neden olmuştu. "Amin Mert, amin." Başak artık ona abi demeyecekti anlaşılan. Mert abi başını eğdi ve yanımızdan geçip gitti. Başak bana döndüğünde gözleri dolu doluydu. "Sesindeki imayı fark ettin değil mi Gülce? Bu bir şeyler mi biliyor?" Başımla onayladığımda Başak'ın kolunu tuttum. "Belki de yanlış anlamışızdır." Fakat ikimiz aynı şeyi yanlış anlamayacağıızın farkındaydık. Başak bana doğru döndüğünde gözlerinde çaresizlik vardı. "Biliyorum ciddiye almamam gerekiyor ama elimde değil. Mert böyle konuştuğunda..." Kısa bir süre sessiz kaldı sonra devam etti. "Sanki kaçırdığım bir şeyler varmış gibi geliyor ve bu beni korkutuyor." Aslı astarı olmayan sözler yüzünden kendini üzdüğü için Başak'a kızardım fakat Mert abinin ses tonu ve yüz ifadesi o kadar farklıydı ki... Bu defa ben de bir şey diyemiyordum. Sanki bizim bilmediğimiz şeyleri biliyor gibiydi ve bu benim de korkmama neden olmuştu. Bu yüzden Başak'ı teselli etmek yerine sessiz kaldım. "Hadi bize gidelim." Başakla beraber yukarı çıktığımızda ikimiz de suskunduk. Başak telefonunu çıkarıp Fatih'i aradı fakat telefonun kapalı olduğu için ulaşamadı. Başak elindeki telefonu kanepeye fırlatıp evin içinde stresli yürüdü. "Bu ara telefonu sürekli kapalı." "Sakin ol lütfen. Su getireyim mi?" Başını iki yana salladı. "İstemiyorum," dedikten sonra tekrar telefonu eline aldı. "Bu telefon niye kapalı anlamıyorum ki ben." Gözleri beni bulduğunda çaresizce bakıyordu. "Gülce neden bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi hissediyorum? Bunun hep kendi evhamım olduğunu düşünüyordum ama..." "Sustu ben de sustum. Mert abinin tavrı ikimizi de tedirgin etmişti gerçekten de bildiği ve gizlediği şeyler olduğu ortadaydı. Başak'ı sakinleştirmek istesem de yapamıyordum. "Bu konunun peşini bırakmayacağım." Haklıydı ben de onun yerinde olsam bırakmazdım. "Beraber araştırırız üzme kendini. Hem belki Fatih'i sevmediği için böyle konuşuyordur." Başak kanepeye oturup yüzünü ellerinin arasına aldı. Başını kaldırıp bana baktığında yüzündeki ifade karmaşıktı. "Ya da gerçekten bildiği şeyler var." Duş almak için banyoya girdiğim sıralarda Başak'ın sesini duydum. Bağıra bağıra konuşuyordu. Üstüme alelacele bir şeyler geçirip salona geçtiğimde Fatih'le konuştuğunu anlamıştı. Fatih şarjının bittiği ile ilgili şeyler söyleyip duruyordu. "Ya sen bu telefonu kapalı tutacaksan neden yanında taşıyorsun Fatih?" Kısa bir sessizlik ardından tekrar bağırdı. "Hayır ben daha fazla bahane dinlemek istemiyorum. Sen kaç saattir neredesin? Bana bunu açıkla." Kısa bir süre karşıyı dinlediğinde yüzü öfkeden kıpkırmızı kesildi. "Ben neden saatlerdir nişanlıma ulaşamıyorum? Bu nasıl bir saçmalık?" Tartışma sesleri yükseldiğinde ikisini yalnız bırakmam gerektiğini düşünerek markete gitmeye karar verdim. Başak sonrasında bana anlatırdı. Kalın örgülü hırkamı alıp evden çıktım. Saçım başım da dağınıktı ama market yakındı. Kapıyı sessizce kapattım. Başak tüm gün boyunca kendini yitip durmuştu. Fatih'in açıklamaları onu ikna etmezse eğer neler olacağını kestiremiyordum. Mert abinin evine baktım, ışıklar yanıyordu. Onunla tekrar konuşmayı düşünüyordum. Bildiği bir şey varsa söylemeliydi. Başak'ı böyle arafta bırakamazdı. Sokağın sonundaki markete girdiğimde akşam çökmüştü. Rafların arasında gezinmeye başladım. Başak'ın sevdiği cipsi ve çikolataları aldıktan sonra kahvemiz bittiği için türk kahvesi de aldım. Canım meyveli yoğurt çektiği için raflara bakmaya başladım. Ananaslı yoğurt çok severdim. Kulağımdaki kulaklığı düzeltirken elimde tuttuğum cips paketlerinden birini düşürdüm. Onu almak için eğildiğimde bir el benden önce davrandı. Başımı kaldırdığımda Sancak'la göz göze geldim. Elimdeki diğer paketi sıkarken kaşlarım çatıldı. Mert abinin misafiri Sancak'tı demek. Yüzünde ufak bir gülümsemeyle karşımda duruyordu. Siyah deri ceket ve kot giymişti. Ben ise makyajsız yüzüm, dağınık topuzum ve giymekten aşındırdığım kedili pijamalarımla duruyordum. Paketi elinden aldığımda bir şey demeden yoğurdumu aldım ve yanından geçip gittim. Sonuçta ondan paketi almasını ben istememiştim. Teşekkür de etmeyecektim. "Rica ederim." Arkamdan söylediği sözleri duyunca kulaklığımı taktım. "Teşekkür etmedim." Kasa sırasında durduğumda hemen arkamdaydı. Dişlerimi birbirine bastırdım. Fazla yakınımdaydı. "Eskiden daha mı naziktin?" Ses tonu muzipti. Benim ona attığım bakış ise son derece düşmancaydı. Kasadan ürünlerimi geçirip marketten çıktığımda ödeme sırası ondaydı. İşim erken bittiği için eve gitmek yerine parka yürüdüm. Adımlarım aceleciydi, Sancak'ın beni görmesini istemiyordum. "Gülce?" Durmadım. "Eskiden kulakların da daha iyi duyardı." Parkın girişinde durdum. Sadece sakince dondurma yiyip eve gitmek istiyordum. O ise inadıma peşimden geliyordu. Ona doğru döndüm. "Eskiyle ilgili konuşmayı ne zaman bırakacaksın?" İkimiz elimizde tuttuğumuz market poşetleriyle karşılıklı duruyorduk. Aramızda yaklaşık üç adım vardı. O üç adıma iki buçuk yıl sığdırdığımızı da sadece biz biliyorduk. "Sürekli böyle eskilerden mi konuşacaksın?" Başını eğdi. "Eskiyi hatırlarsan yabancı gibi davranmayı bırakırsın." Dilimi damağıma vurup "Cık," diye bir ses çıkardığımda geriye doğru bir adım attım. "Unutmam." Boyumdan büyük bir kin beslemiştim içimde. Unutmazdım. Arkamı döndüğümde yürümeye devam ettim. Adım sesleri geliyordu. "Hiç mi unutmazsın?" Cevap vermedim. Vermeyecektim. Onunla mümkün olduğunca az iletişimde olmak istiyordum. "Eskiden-" dediğinde hışımla ona doğru döndüm. "Eskilerden bahsetmeyi bırak artık. Hiçbir şey eskisi gibi değil." Bu defa ona doğru yürüyen bendim. Ayağımdaki terliklerle tam önünde dikilmiş gözlerine bakmak için başımı geriye atmıştım. Parmağımı göğsüne bastırıp sertçe iteledim. "Ben mesela," dedim yavaşça. "Eskiden sana saygı duyardım." Bedeni kaskatı kesildi. "Ama sen de, hatta sana dair her şey..." Elimi çektim ve geriye doğru bir adım attım. "Eskide kaldı. Bugün de söyledim sana. Benim için hiçbir şey ifade etmiyorsun." Tekrar arkamı döndüm. Yüzüne bakmak istemiyordum, içim kaldırmıyordu; gözümde bir yalancının tekiydi artık. Bu çok ağırdı ama gerçekti. Kabullenmiştim. "İzin ver Gülce, sana olan borcumu ödememe izin ver." Hışımla ona döndüm. "Ne borcu ya ne saçmalıyorsun?" "Özür borcu," dedi çaresiz bir sesle. Bana doğru yürürken omuzları çöküktü. Sertçe yutkundu. "Bu borcu, boynumda ağır bir yük gibi taşıyorum ben yıllardır." Kısa bir sessizlik yaşandı. "Bırak... Bırak da artık ödeyeyim." Başımı iki yana doğru salladığımda yanağımın iç kısmını ısırdım. Dayan, hayır, şimdi değil, dayan. "İzin vermiyorum." Bir adım daha attı, her adımla beraber omuzları çöküyordu sanki. "Gülce... yalvarırım." Burnumu çektim. "O yükle bir ömür boyu yaşayacaksın." Çünkü geç kaldın... Kaşları çatıldığında devam ettim. "Herkesin ödeyeceği bedeller var. Senin de ödeyeceğin bedel bu olsun Sancak." Gözlerini kapattı. "Seni yüklerinden hiçbir zaman kurtarmayacağım." Çünkü genç kız kalbim, onun kalbime yüklediği yüklerin altında ezilip kalmıştı. Ben affetsem, eskide kalan Gülce affetmezdi ve ben ona artık ihanet edemezdim.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD