Papatyalar ve güller

2696 Words
Geri kalan yolu hızlı adımlarla yürürken bir türlü sakinleşemiyordum. O kadar öfkelenmiştim ki… Bedenim alev alev yanıyordu. “Yüzsüz herif,” diye söylenirken apartmana girip asansörü çağırdım. “Aradan kaç yıl geçmiş ya! Şimdi mi aklına geldi özür dilemek?” Düğmeye sertçe basıp kollarımı bağladım. Gerçekten onu affedeceğimi mi düşünüyor? Onca zamandan sonra… Alayla güldüğümde asansörden indim. “Daha çok beklers.” Anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda ev sessizdi. “Başak?” Kapıyı kapattığımda cevap alamadığım için tekrar seslendim. “Başak nerdesin?” “Balkondayım.” Elimdekileri mutfağa bırakıp yanına gittim. Salonun balkonunda durmuş boş gözlerle dışarıyı izliyordu. Yanına yaklaşıp elimi sırtına yerleştirdim. “İyi misin?” Bana döndüğünde gözleri dolu doluydu. “Ben çok kötü bir nişanlıyım.” Saniyeler içinde hıçkırıklara boğulurken alnını omzuma yasladı. “Ne?” “Gülce ben çok aptalım.” Hiçbir şey anlamıyordum. Başak burnunu çekip geri çekildi. “Gidip elin adamının laflarını dinledim, sevdiğim adama güvenmek yerine ona bir sürü laf söyledim.” “Başak sakin ol lütfen. Ne dediğini anlamıyorum.” Sözleri kesik kesikti. Sandalyeye oturduğunda önünde diz çöktüm ve ellerini tuttum. Elleri buz gibiydi. “En baştan anlatır mısın? Fatih’le ne konuştunuz?” “Ateşi varmış diye ilaç içip uyumuş Şarjı az olduğu için de telefonu kapanmış. Uyanır uyanmaz beni aradı ama ben onu dinlemedim bile.” “Sana hasta olduğunu söylememiş miydi?” Başını iki yana salladı. “Endişelendirmek istememiş beni. Konu o olunca fazla evhamlı oluyorum biliyorsun.” Ellerini sıktım. “Üzme kendini, hasta olduğunu bilemezdin ki?” “Onu suçlamak yerine dinleseydim bilirdim. Hepsi o Mert denen herif yüzünden. Aklımı bulandırdı.” Başımı yana doğru eğdim. Bu hikayede tutmayan kısımlar vardı. “Mert onun yakın arkadaşıydı Başak, sözlerinden etkilenmiş olman normal. Kendine boşuna yükleniyorsun.” Başak sessiz kaldığında gözlerinden yaşlar süzülmeye devam etti. “Fatih’e olan sevgim mantıklı düşünmemi engelliyor. Onu da kırıyorum. Kızıp kapattı telefonu.” Fatih’le arası bozuk olunca hiç dayanamıyordu. Bunu bildiğim için ayağa kalkıp elini çektim. “Kalk ona güzel bi çorba yap, dayanamaz barışır.” “Yanına gitmeye yüzüm yok ki.” Onu ayağa kaldırıp salona doğru yönlendirdim. “Abartma, nişanlısınız siz. Tartışmalarınız elbette olacak. Hadi kalk tarhana yap, sonra da gönlünü almaya git.” Başak mutfağa girdiğinde ona çorba malzemelerini verdikten sonra ikimize kahve hazırladım. Sevdiği abur cuburları tabağa koyarken o da çorbayı yapıyordu. Kafasını dağıtmak için Sancak’la olanları anlattım. “Cidden ne istiyor senden? Yıllar önce istediği şey bir şanstı, peki ya şimdi?” Omuz silktim. “Şimdi de bir özür. Sanki bir şeye yarayacakmış gibi.” Sırtını tezgaha yasladı. “O şansı kullanmadığı için mi?” Cipsi ağzıma attım. “Hayır ya beni kandırdığı için.” Sözlerine kanmıştım çünkü. Bu yaptığımla en çok kendimi yaralamıştım. Şimdi geç kalmış kuru bir özüre ihtiyacım yoktu. “Ben bi konuş derim, öğren derdini.” Başımı iki yana doğru salladım “Hiç uğraşamam, çeksin vicdan azabını. Bana ne?” Kolumu dürttü. “Ne vicdansızsın Gülce?” Omuz silktim. “Ama hak etti..” “Aynen öyle Başak daha bile fazlasını hak etti.” Başak çorbanın altını kısıp kahvesini içmek için yanıma oturdu. Dalgın gözleri uzaklara dalmıştı. “Boşuna üzüyorsun kendini. Çorbayı görünce dayanamayacak ve barışacaksınız.” “Ya gavur inadı var onda. Affetmez öyle kolay.” Dirseğimle kolunu dürttüm. “İki öpersin affettirirsin.” Küçük bir kahkaha attı. “Ne ikisi be! Bir sürü öperim. Sarı civcivim benim ya.” Yanağından makas aldım. “Ay civcivini yesinler senin. “Gidince yerim doya doya.” “Cipsi yesene senin sevdiğinden aldım.” Başını iki yana salladı. “Ay yok diyetteyim ben.” Şaşkın gözlerle ona baktım. “Başak sen 57 kilosun ne diyeti?” Gözlerini devirdi. “Boyum 1.62 Gülce. 57 bana fazla kalıyor.” “Saçmalama inceciksin.” “Spora da başladım biraz vücudum şekillensin. Fatih haklı 50 kilo olursan daha güzel olur.” Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Fatih’in ona böyle şeyler söylediğini bilmiyordum. “Başak Fatih sana kilolu musun dedi?” “Hayır ya sadece laf arasında bi öneride bulundu.” Uzanıp elini tuttum. “Aşkım senin fiziğin çok güzel. Diyet yapmana gerek yok ki.” “Diyet değil ya dikkat ediyorum sadece.” Başak çorbayı daha küçük bir tencereye doldurduktan sonra poşete koyup Fatih’in yanına gitmek için evden ayrıldı. Balkona çıkıp taksiye binişini izlerken iç çektim. Umarım Fatih onu daha fazla üzmezdi. Bakışlarım karşı binaya kaydı. Mert abi yeni taşındığı için perdeleri henüz takılmamıştı. Bu yüzden evin içi görünüyordu. Salona giren Sancak’ın elinde sigarayla balkona yöneldiğini görünce geri çekildim. Onunla karşılaşmak istemiyordum. Bugün yeterince görmüştüm onu. Arkamı dönüp salona geçtim. Sancak orada olmasa Mert abiyle konuşmak için evine giderdim. Başak’ı daha fazla üzmesini istemiyordum. Ya açık açık konuşacak ya da susacaktı. Böyle imalı sözler ederek akıl bulandırması doğru bir hareket değildi. Televizyon açıp oturdum güzel bir film vardı ama aklımı veremiyordum. Bugün çok yoğun geçmişti. Başak’tan haber aldıktan sonra uyusam iyi olacaktı. Gözlerimi açık tutamıyordum. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Yanımda duran telefonum çalınca irkildim. Genelde sessizde kullanırdım, aniden çalınca korkuyordum çünkü Ekrana bakınca Ali’nin aradığını gördüm. . Telefonu cevapladığımda benim aksime dinç bir sesle konuştu. “N’aber Gülce?” “İyi, oturuyordum öyle.“ Kanepeye iyice yayıldım. Her yanım ağrıyordu. “Evdesin yani,” dedi neşeli bir sesle. “Evet evdeyim, bir şey mi oldu?” “Sizin kapının önünde olabilirim.” Ali ara ara gelirdi böyle. Emrivaki yaparak beni dışarı çıkarırdı ama bugün hiç günümde değildim. “Çok yorgunum Ali ben.” “Yorgun olduğunu biliyorum ya. Dışarı çıkalım diye aramadım.” Kanepeden doğruldum. “Trençkotun bende kaldı, aşağı in onu vereyim. Tamamen unutmuştum onu ben. Yerimden zor da olsa kalkıp dış kapıya yürürken “Bekle geliyorum,” dedim. Nezaketen de olsa yukarı çağırmam lazımdı ama bana karşı olan duygularını bildiğim için bilhassa uzak duruyordum ondan. Yanlış fikirlere kapılmasına neden olacak bir şey yapmak istemiyordum. Çok iyi biriydi, kalbini kırarsam kendimi affetmezdim. Üstümdeki hırkayla aşağı indiğimde arabasına yaslanmış beni beklediğini gördüm. “Selam,” dedi gülümseyerek. Doğrulup yanıma geldiğinde gülümsedim. Ceketimi uzattı ilk önce. Teşekkür etme fırsatı bulamadan diğer elini uzattı. Birkaç daldan oluşan turuncu papatyalardı. İlk alışı değildi. “Geçen aldıklarım kurumuştur.” Kurumuştu ama atmamıştım, çiçeklere kıyamazdım çünkü. “Teşekkür ederim ama-“ “Aması yok,” deyip elime çiçeği tutuşturdu. “Çiçekleri kabul etmene bir anlam yüklemeyeceğim. Merak etme. Sadece sana çiçek almayı seviyorum.” Hafifçe gülümsedim. Ali böyleydi işte. Beni mutlu etmeyi seven nazik bir adam, daha önce onun gibi biriyle tanışmamıştım, Papatyaları kokladım. “Çok güzeller.” Ufak bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Vildan nasıl oldu?” “Doktor yatış vermiş, birkaç güne ancak toparlar.” “İstersen ödev için yardıma gelebilirim. Gelibolu’ya tek gitmemiş olursun.” Keşke bu mümkün olsaydı. Sancak ile olan tüm röportajları Ali’ye yaptırırdım. “Ben hallederim merak etme.” Başıyla onayladığında saatine baktı. “Annemi yemeğe çıkaracaktım, gideyim artık ben.” “Peki görüşürüz sonra.” Uzanıp yanağımdan bir makas aldı. “Görüşürüz güzellik.” Ali arabaya bindiğinde bir süre onu izledim. Akşam iyice çökmüştü, derin bir nefes aldığımda arkamı dönüp apartmana yürüdüm. Tam kapıdan içeri girecektim durdum. Başımı çevirip Mert abinin balkonuna baktım ve beni dikkatle izleyen Sancak’la göz göze geldim. Yeni yaktığı sigarayı içerken gözlerini ise bir an olsun üstümden ayırmadan izliyordu. Boş gözlerle yüzüne bakarken elimdeki çiçek dallarını sıktım. Yüzü bir duvar kadar düz ve sertti. Derin bir nefes alırken anlamsız bakan gözlerine sırtımı dönüp apartmana yürüdüm. Bakışları sırtımdaydı. Görmezden geldim ve evime gittim. Ali’nin aldığı çiçeklere baktım sonra. Aslında papatya sevmezdim ben, gül severdim ama Ali bana hep papatya alırdı. Ben de esas sevdiğim çiçeğin gül olduğunu onu hiç söylemezdim. Sancak Balkona geçtim ve bir sigara yaktım. İçerde içebilirdim ama içmedim. Nedeni basitti, onu görmek istiyordum. Gülce… Yakamoz, yakamoz güzelim… Onsuz geçen o kadar çok günüm olmuştu ki… Şimdi en ufak fırsatı bile kaçırmak istemiyordum. Her anına hasret kalmıştım çünkü. Derin bir nefes aldım ve dumanı yavaşça üfledim. Eskiden bu kadar sigara içmezdim. Yokluğunda en çok sarıldığım şey olmuştu. İyi gelmiyordu ama içiyordum işte. Onu beklerken elimdeki sigara bitti. Beni balkonda görmüşse eğer bilerek gelmezdi. Bunu biliyordum, bir keçi kadar inatçıydı çünkü. Ama yine de orada durmaya devam ettim. Bir ihtimal gelir diye… Hem daha içilecek çok sigara vardı. Dudaklarımda ufak bir gülümseme oluştuğunda evine baktım. Evi hemen karşımdaydı, penceresi yine pencereme bakıyordu, yakınımdaydı, eski günler olduğu gibi… derin bir iç çektim. Ben eskiye tutunsam da hiçbir şey eskisi gibi değildi, haklıydı. Dakikalar önce söylediği sözler beynimde bozuk bir plak gibi çalıyordu. Hak etmiştim. Bana saygı duymaması gerekiyordu zaten. Gözleri kin, dili zehir doluydu. Hepsini sonuna kadar hak etsem de acıtıyordu. İç çektim, boynumdaki yük onu gördükten taşınmayacak kadar ağır olmuştu. Duyduğum araba sesi üzerine bakışlarımı yola çevirdim. Duran arabadan inen adam tanıdıktı. Ali başını kaldırıp Gülce’nin evine bakarken telefonunu çıkarıp onu aradı. Balkon demirini tutan elim sıkılaştı. Yukarı mı çıkacaktı? Sevgili miydiler? Nişanda da yakınlardı… “Siktir!” Göğsümde bir şeyler sıkıştığında dişlerimi birbirine bastırdım. Birkaç dakika sonra Gülce aşağı indi. Gülce ona gülümsedi. Gülce onun uzattığı çiçekleri aldı ve Ali onun yanağını sıktı. Gülce’nin, sevdiğim kadının… Hasret kaldığım kadının. “Kanka bitmedi mi sigaran?” İçerden seslenen Mert’in sesini duydum ama cevap vermedim. Ali benim hasret bırakıldığım her şeyi birer birer yaparken öylece durup izledim sadece. Benim boynumda bir borç vardı, taşımaktan yorulduğum bir de bileğimde bir kelepçe. O kelepçe yüzünden gidememiştim ona. O sözü verdiğim gün bitmişti her şey, kendi ellerimle takmıştım o kelepçeyi hem bileğime hem kalbime. Bu sonu kendim hazırlamıştım. Şimdi sonuçlarına katlanmak zorundaydım. Bir sigara daha yaktım. Gülce başını kaldırıp bana baktı. Yabancı gözleri canımı acıttı. Yakamoz güzeli beni yaktı, bende sadece sigarayı… Gülce eve gittiğinde pakette kalan sigaraları, bu gece bitmeden bitireceğimi biliyordum. Gülce Kapı çaldığında yukarı çıkalı daha birkaç dakika olmuştu. Gelen kişi Başak’tı. Gözlerinde yaşlar, elinde ise tuttuğu küçük tencereyle beraber karşımda duruyordu. “Başak bu halin ne?” İçeri girdiğinde tencereyi elinden aldım. Sessizce içeri geçip kanepeye oturdu. Onu takip ettiğimde sessizliği sürüyordu. O kadar kırgın görünüyordu ki… Sanki dokunsam parçalara ayrılacaktı. “Başak korkuyorum ama ne oldu anlatsana.” Burnunu çekip yutkundu. “Tarhana sevmezmiş.” Gözlerinden birkaç damla yaş aktı. O kadar çok ağlamıştı ki gözlerinin akları kıpkırmızıydı. Uzanıp elini tuttum, parmakları buz gibi soğuktu. “Beni de affetmek içimden gelmiyormuş. Yüzüme bile bakamıyormuş.” Hıçkırıklara boğulduğunda eğilip başını omzuma koydu. “O kadar soğuktu ki… Onu ilk defa böyle gördüm.” Sesi kesik kesikti. “Yüzüme bile bakmadı. Çorbayı görüncede yüzünü ekşitti. Az daha kusacaktı.” Geri çekilip gözlerini sildi. “Hangi çorbayı sever onu bile bilmiyorum.” “Başak lütfen sakinleş. Harap ettin kendini.” “Ben hiç iyi bir sevgili değilim. Sevdiğin adam hasta ben kalkıp salak saçma laflar yüzünden dolduruşa geldim ve her şeyi mahvettim.” Öfkeyle ayağa kalktı. “Hepsi o Mert denen aptal yüzünden.” Odadan çıktığında hızlıca peşinden koştum. “Nereye gidiyorsun?” Cevap vermeden merdivenlerden koşarak indi. Anahtarı alıp onu takip ettim. Dışarı çıkınca Mert’in evinin olduğu binaya yürüdü. “Başak bekle beni.” O kadar öfkeliydi ki beni duymuyordu bile. Kolunu tutup durdurmaya çalıştım ama bir işe yaramadı. Kolunu çekip yürümeye devam etti. Mert’in kapısına dayandığında hızlıca vurdu. Elimle yüzümü kapattım. Bugün daha ne kadar olay olabilirdi? “Hayırdır alacaklı gibi?” Mert abi kapıyı açtığında Başak onu iteledi. “Başak Allah aşkına sakin ol.” Onu doğru atıldım ama elimden kurtuldu. “Ne biçim insansın sen?” diye bağırdı. “N’oluyo kızım?” “Başlatma kızından! Senin yüzünden Fatih’le aramız bozuldu, mutlu musun? Erdin mi muradına?” Mert abi çattığı kaşlarıyla ona bakıyordu. Başak onun üstüne üstüne yürüdüğü için evin koridoruna girmiştik. Sancak odadan çıktığında ortalık yangın yeriydi. “Günlerdir aslı astarı olmayan laflarla beynimi yıkadın. Sevdiğim adamdan şüphe duymama neden oldun. Neden? Niye yaptın bunu bana?” Mert abi dişlerini birbirine bastırdığı için yanak kasları dalgalandı. “Çık git evimden,” dedi sadece. “Gitmiyorum.” Başak’ın sesi nefret doluydu. “Değer miydi?” dedi yavaşça. “Beni arkadaşına yakıştırmadığın için tüm bu yaptıklarına değer miydi?” Mert abi ellerini beline yasladı. “Sana git dedim.” “Ya cevap versene!” diye bağıran Başak ellerini göğsüne yaslayıp onu iteledi. “Konuş.” “Bir bok bildiğin yok senin!” diye bağırdı aniden. “Bilmem gereken ne? Konuş öğreneyim. Niye yaptın bunu bize?” Mert abi dişlerinin arasından konuştu. “Ben bir şey yapmadım.” Başak onu tekrar iteledi. “Yaptın! Aklımı bulandırdın.” Mert abi eğilip Başak’ın bileklerini tuttuğunda ileri atıldım. Koskocaman adamdı Mert abi, Başak ufak tefekti. Yanlış bir hareketiyle ona zarar verebilirdi. Benden önce Sancak uzanıp Mert’in kolunu tuttu. Fakat ikisi de bizi görmüyordu. “Evimden git Başak.” “Sen konuşmadan hiçbir yere gitmiyorum.” Ellerini itelediğinde burnundan sert bir nefes aldı. “Ben diyeceğimi dedim.” “Sen yalan yanlış şeyler söyledin.” “Son kez söylüyorum git evimden.” İkisi de birbirine öfkeyle bakıyordu. “Mert sakin ol kardeşim.” Ben de Başak’ın omzunu tuttum. “Başak lütfen, gidelim artık.” “İğrenç bir insansın sen Mert.” Başak’ın sözleri ardından Mert abi onun ellerini iteledi. “Yalancının tekisin.” Mert abi askıdan ceketini aldığında Başak onu takip ediyordu. “Duydun mu beni yalancısın sen.” Mert abi öfkeyle kapıdan çıkıp gittiğinde Başak arkasındaydı. Son kez kolunu tuttum. “Başak yeter, eve gidiyoruz.” Kolunu çekti. “Peşimden gelme Gülce, derdi neymiş öğreneceğim.” O da Mert’in arkasından gittiğinde ne yapacağımı bilemeden öylece kalmıştım. Başak’ı tek bırakamazdım. “Gitme, yalnız kalsınlar.” Sancak’ın sesini duyunca endişeli gözlerim onu buldu. “Ya Mert abi ona-“ “Saçmalama Gülce. Mert öyle biri değil.” Sinirli göründüğü için pek güvenemiyordum. “Yalnız kalıp konuşsunlar.” Gidip gitmemekte kararsızdım hâlâ. “Sen Mert abinin neden böyle yaptığını biliyor musun?” Sancak alt dudağını büktüğünde başını iki yana doğru salladı. “Sadece Fatih’le artık görüşmediklerini biliyorum. Nedenini anlatmadı.” İnanıp inanmamakta zorluk çektim çünkü yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. İlla anlatmıştır. “Bakma öyle. Doğru söylüyorum.” Gözlerimi kaçırdım, hâlâ tam olarak inanmamıştım. Derin bir iç çektiğinde sırtını kapının pervazına yasladı. “Artık hiçbir sözüme inanmayacaksın.” Kollarımı bağladım. “Bunun için beni suçlayabilir misin?” Başını yavaşça sağa sola salladı. “Aksine,” dedi sakince. “Sana hak veririm.” Sözleri üzerine birkaç saniye duraksadım. Böyle bir cevap beklemiyordum çünkü. Sancak ise hüzünlü olarak adlandırabileceğim garip bakışlarıyla bana bakıyordu. Kaşlarım çatıldığında doğrulup cebinden sigara çıkardı. Bu kaçıncı sigarasıydı acaba? “Uzun zamandır ikisiyle de çok görüşemiyordum. Doğuda görev yaptığım zaman işler biraz yoğundu.” Kalbim hatırladığım anılar yüzünden hızlandı. Babam Bingöl'de görev yaptığı zamanlar günlerce ona ulaşamamıştık. Annemin yaşadığı korkuyu küçük yaşıma rağmen hiç unutamıyordum. Sürekli ağlayıp kendi dilinde dualar ediyordu. Abim güçlü durmaya çalışır bana belli etmezdi ama odada gizli gizli ağlardı. Ondan ufak bir haber aldığımızda ise eviniz bayram yeri olurdu. “İyi misin, rengin soldu.” Otomatik bir sesle “İyiyim,” diye geveledim. O günleri hatırlayınca yüreğim burkuluyordu. O umudu bile özlemiştim. Ufacık da bir umudumuz olurdu ona dair. Fakat sonra hepsi gitmişti, almışlardı babamı benden, bizden… “Ama konuşurum istersen.” “Mert abi neden böyle davranıyor anlamıyorum. Konuşursan iyi olur.” Gözleri dikkatle yüzümde geziniyordu. “Merak etme hallederim.” Bakışlarım kapıya kaydı. “İkisini yalnız bırakmakla doğru mu yaptık?” İçim hiç rahat değildi. “Evet, ikisi de yetişkin insanlar. Problemlerini konuşarak halledebilirler.” Haklıydı ama elimde değildi. “Sakin ol Gülce, Mert delikanlı çocuktur. Başak’a zarar vermez aksine korur kollar onu. Endişeleneceğin bir durum yok.” Yanağımın iç kısmını ısırdım. Haklıydı, Mert abi her zaman düzgün biri olmuştu. “Peki Fatih?” dedim yavaşça. Gözlerimi gözlerine sabitledim. “O da Başak’ı üzmeyecek kadar delikanlı mı?” Duraksadı. Mert abiden bahsederken gözlerinde oluşan eminlik sarsılmıştı. “Fatih iyi çocuktur.” “İyi olduğunu biliyoruz dedim hızlıca. Sancak iç geçirdi. “Mert’in ağırlığı yoktu onda. Ama uzun süredir görüşmedim. Eski haliyle yargılamam doğru olmaz.” “Değişti. Yani öyle görünüyor,” diye açıkladım. “Mutlaka değişmiştir. Aradan uzun zaman geçti. Büyüdük.” Zaman geçmiş her şey değişmişti. “Neyse, gideyim ben.” Arkamı döndüğüm sırada kısık bir sesle “Gülce?” dedi. Aslında bakmayacaktım ama sesinde içime dokunan çaresizlik bir tını vardı. Kafamı karıştıran bu ayrıntı yüzünden durdum ve ona baktım. Niye böyle hüzünlü bakıyordu gözleri? Başını yana eğdi. “O bilmiyor mu?” Anlamsız bir ifadeyle baktığımda soru sormama izin vermeden devam etti. “Sevgilin…” Sesinde acı vardı. “Senin papatyaları değilde” Dudaklarında ufak bir gülümseme oluştu. “Gülleri sevdiğini…”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD