Ne demişti şimdi bu adam? Hangi ara duymuştu ki onun güldüğünü? Düşündü Büşra; ancak, bulamadı! Birinin yanında sesli gülmezdi ki, o. Sadece Emel'den, bu konuda çekinmez, kendi gibi olurdu ama... Hatırladı, gölde yüzdükleri gün görmüştü onları Fırat ilk defa ve o zaman bir çocuk gibi gülüyordu, Büşra. Şimdi bu sözüne karşılık, dumura uğramamalıydı... Başında tülbenti, üzerinde çiçekli penye bir etekle bir şehir yakışıklısı onu beğenmiş olamazdı, ya. Belki sadece alay ederdi! Şehir serserisinin adı ne zaman şehir yakışıklısı olmuştu ki?
Ne zaman?
Deftere tekrar uzandı Büşra, onun muzip gülüşünü görmezden gelerek. Masaya doğru iyice çevirdi yönünü, Fırat da kalkıp masanın karşısındaki diğer sandalyeyi açıp oturdu, Büşra karşısında yazmaya başlamıştı bile, tersten okumaya başladı:
"Aferin sana, bu yüzden mi Emel'i üzdün? "
Emel'i üzmek, Emel kimdi yahu ne yapıp da üzmüştü onu:
" Ben mi? "
Başını olumlu manada salladı, Büşra.
" Bir şey yapmışım Emel'e. Senin kız kardeşine, ay yok kuzenine, yaa dur ya anlamadım ben! "
Bunu söylemek ile iyi etmemişti Büşra, Emel'in hiç tanımadığı birine karşı hayaller kuracak kadar kolay olduğu izlenimini vermemeliydi. Emel bu konuda hayatta taviz vermezdi, gerçi Emel'in her zaman kendisinden daha akıllı olduğu gerçeğini de biliyordu, Büşra. Bu konuda konuşmamak en iyisiydi:
"Söylesene! "
Ne söyleyecekti? Aa evet Emel, bir pot kırmıştı bir kere. Pazar torbası gibiydi kalemi, yazdıkça yazıyordu.
Pazar torbası mı?
Bir anda kalktı ayağa...
Sinan halen dışarıda olabilir miydi?
Durakladı, bir sağa bir sola baktı; kapana sıkışmış gibiydi resmen. Keriman'ın neden olduğu bütün belalar yüzündendi, bu hepsi.
"Ne oldu, ne geldi aklına? "
Telaş içindeydi. Telaşı ile yeniden oturdu:
" Eve mi geç kaldın? "
Bu çocuk ile aralarında ki şu işaret dili şeysi var mıydı sahiden?
" Bence ailene herifin sana rahatsızlık verdiğini söylemelisin yani burası küçük yer, sonra laf ederler arkandan, değil mi? "
Laf ederlerdi evet, ama bu adam bu köyün yapacaklarını nereden biliyordu ki?
Masaya doğru eğildi Büşra, tekrar aldı kalemini eline ve açıkca:
" Orman yolunda pazar torbam kaldı. Onları yarın satarım ama yarına kadar eve gitmem yasak. Yani onları satmadan gelemezsin dedi, yengem. Ben onları satarım o mesele değil ama, Sinan halen dışarıda ise yolumu keser diye korkuyorum. Her şey yapabilir; çünkü, o. "
Fırat bir kez takip ederek okurken, bir kez de içinden özet geçti.
" Senin annen baban nerede, Büşra? "
Hangisini anlatmalıydı? Kendinde yoktu artık bu cevaplar. Gözleri yanmaya başladı ve yazdı:
" Öldüler! "
Fırat'dan ufacık bir ses geldi:
" Başın sağolsun! "
Ölümün her zaman ki sessizliği kapladı ortamı. Konuşmak zor geldi Fırat'a ardından... Aslında insanların dertlerini çok önemseyen, duyarlı kimselerden de değildi o ama Büşra farklı geliyordu ona ilk gördüğü günden beri. Her şey çocuk gülüşünde gizli değildi elbet, ya da sadece güzelliği de değildi mesele, o kıpırdayan dudaklarından dökülemeyen seslerin; kaçtığı, gittiği yerin merakındaydı her şeyden evvel.
Dikkatlice bakıyordu Fırat, güneş rengi kıza... Bakışları ürkekti halen ilk gördüğü gün olduğu gibi.
" Ben gidip pazar torbanı bulup getireyim olur mu, sen kal burada? Kapıyı kilitle gene, korkma gitmiştir zaten o, ben de hemen gelirim. "
Ardından baktı Büşra, ev sahibi kendisiymiş gibiydi Fırat'ın tavrı. Ne yani bu şehir yakışıklısı pazar torbası mı taşıyacaktı?
Ardından kilitledi kapıyı, pazar torbası geldikten sonra bahçede yatmaya gidip sabah olduğunda Emel ile pazara gitme hayali kurdu. Ertesi gün için o sebzelerin satılmasından başka yol yoktu, Emel'in iyileşmesi için dua etmeye başladı, iyileşip tekrar yanında olması için. Kalktı yerinden, ilk kez gördüğü bir karavan içi için her şeyi fazla teferruatlı bularak incelemeye başladı. Bulunduğu alan, Emel ile paylaştıkları odalarından daha geniş ve ferah geliyordu gözüne . Adamın zengin olup olmadığı üzerine düşünmedi bile, netice olarak pazar torbası taşımaya gitmişti. Bu düşünce ile güldü, önce balıklarını göle dökmüş şimdi de pazar torbasını taşıtmıştı. Emel'in intikamı için her şey planlı gibi yürüyordu işte...
Gene de bunu Emel'e söylemeyecekti. Birbirlerinden hiçbir şey saklamamaları gerekliliğine rağmen hemde. Nedenini sorgulamadı içinde, lüzum görmeyişinin nedeni kendi içinde Emel'in iyiliğini düşünmekten geçiyordu.
Kapı tıklandığında irkildi ve hemen sonrasında pencereden bakıp Fırat'ı görünce kapıyı açtı. Dışarı bırakmıştı torbasını, gitmesini söyler gibi... Çıktı dışarı Büşra:
"Korkma yok piyasada; herhalde gitti."
Sessizce uzandı torbasına, bahçeye gidene kadar Sinan'ın bir yerlerde saklanmış olma ihtimali üzerine düşündü. O kadar ısrarcı olabilir miydi? Torbayı omzuna asmaya çalışırken:
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Fırat; az evvel bahsetmişti ama; yengesi evden atmıştı, elinde ki malları satmadan gidemeyeceğini söylemişti. Acaba o sebzelerin hepsini satın almayı teklif etse alınır mıydı, kırar mıydı onu? Birini kırıp kırmamayı hiç bu kadar önemsememişti. Büşra, tebessümle elini kaldırdı, bir selam verir gibiydi tavrı, gidişini haber veriyordu, Fırat'a... Eli ile verdiği selam bir vedaydı! Gitme demeyi düşündü bir an Fırat, kalmasını teklif etmeyi. Sonra başına fena bir şey gelmesinden korktu, kızın tekin bir ailesi olmadığı ona yapılanlardan belliydi. Üstelik hasta bir kız için fazla sorumluluk yükleyecek kadar vicdansız bir aileye sahip bir kız çocuğuna, karavanında kalmayı teklif etmek cahillik olurdu. Boş ver dedi içinden kendine, kimse için risk almaya değmez. Ona öğretildiği gibi yapacaktı, duygusal bir bağı olmadığı sürece bir kadını sadece yatağında ağırlardı, evinde ondan ayrı bir odada değil. Başında ki yemeni ile üzerinde ki basma eteğin içinde süzülen zayıf bedenin kendinden uzaklayışını izlerken Fırat, her anlamda birlikte olduğu bütün kızlardan güzel ama bakımsız ve özensiz olan bu kıza sahip olmak denen şeyi hayal etti. Sahip olmak, aile olmak, evlenmek ya da ciddi bir ilişki terimlerine dahil olmazdı Fırat'da... Gönül eğlendirebilirdi, sevişebilirdi... Güneş rengi köylü kızı ile sevişme fikri kanını kaynattı; tecrübesiz, zayıf ve kırılgan bir kadınla en son ne zaman seviştiğini düşünürken, böyle bir kadını hiç tanımadığını hatırladı. Neler düşünüyor olduğuna şaşırdı sonra, zavallı, dilsiz bir kıza sahip olma fikri hangi ara aklında peydah olmuştu, ne zaman bu kadar basit bir erkek olmuştu o. Bir kadın onu istediğinde oda o kadını isterdi, ne zaman istenmediği halde bir kadına dokunmuştu ki?
Beni istemeyen bir kadın mı oldu?
Kendi düşüncesi kendi kendine gülmesine neden olduğu esnada Büşra'nın iyice uzaklaştığını fark etti, gidiyordu. Köye doğru yürüyordu belli ki, yengesi eve almayacaktı peki, o nereye gidecekti?
Nereye giderse gitsin Fırat sana mı kaldı? Komşusuna gider, halasına, teyzesine gider sana ne?
İçinde ki mücadele de anlamsız bir savaşa düştüğünün farkındaydı Fırat, kendine söve söve koşar adımlarla Büşra'nın ardından gözlerinin önüne, geçti. Büşra, arkasından gelmesini beklemiyordu, tabi. Yabancı bir adam neden arkasından gelecekti ki zaten?
"Nereye gidiyorsun diye sordum duymadın mı?"
Hayır, Büşra'nın duyma konusunda bir sıkıntısı yoktu. Fırat, gözlerinde ki şaşkınlığa bakarken kızın, kendi içinde bilmediği bir hisse takıldı. Çocukken göğe salıp saatlerce izlediği o uçurtma renklerinin her birini taşıyordu adeta Büşra. Gökkuşağı rengi ile tamamlanan uçurtmanın her bir rengi...
"Duydun evet, seninle iletişim kurmak için evetli hayırlı sorular sorayım, o zaman. Evine mi gideceksin?"
Büşra, onun iletişim kurma çabasına gülümserken yanaklarına yayılan iki koca çukurla hayrete düşürdü adamı. Çocuk gülüşlü yetişkinler gamzeli mi gülerlerdi?
Kaşlarını kaldırarak hayır dedi, Büşra.
"Bir komşuna, bir akrabana falan mı gideceksin?"
Bu defa başını iki yana sallayarak hayırı seçti, kız.
"Kalacak bir yerin var mı?"
Ona göre bahçe kalacak bir yer sayılır mıydı? Gene de, Fırat ile oturup bunu konuşacak değildi, zaten bu şehir yakışıklısının onu anlaması da mümkün değildi. Pazar torbasını taşımış olsa bile. Büşra'nın yüz ifadesi bu defa eveti gösteriyordu ama Fırat emin olamıyordu, nereye gidecekti ki komşusu ya da akrabası demiyordu işte.
"Sana bir teklifim var." diye başladı sesi ve olması gerekenden yüksekti tonu.
"Şöyle anlatayım, uzun zamandır ev yemekleri yemiyorum. Yani hep hazır şeyler anlarsın ya, bana torbanda ki sebzeleri satar mısın?"
Büşra'nın cevabı netti, ona sırrını verdiği için bu teklifi yapıyordu ve kimsenin ona acıyarak yardım yapmasını kabul edemezdi. Büşra, bir dilenci değildi... Adamın yanından geçti ve yürümeye devam etti, Fırat faka bastığını hemen anlayacak kadar emindi kızın tavrında ki kırgınlıktan.
"Ya, bir dur ya, tamam satma; ama, gidecek yerin yoksa da gitme. Yani karavanda kalabilirsin! Tamam bir yatak var ama ben uyku tulumu ile dışarıda yatabilirim. Zaten çoğu zaman göl kenarında yatıyorum, kapını kilitlersin, gelmem rahatsız etmem, sadece yardım etmek için! Emel'i üzmüşüm ya hani, onun özrü için sana yardım ediyorum. Kabul et hadi, bu gece kalacak yerinin olup olmadığını düşünmek istemiyorum. Sana söylüyorum Büşra, dur artık tamam anladık yabancıyım, bu köyden değilim, insana güven vermiyorum falan ama fena adam sayılmam ben. Yani benim de kız kardeşim var zaten, senin yaşlarında..."
Dişlerini sıkıp sessiz bir lanet okudu kendine, kız kardeşi yoktu ki Fırat'ın, neydi bu abilik taslama merakı daha az evvel saf ve masum bir kız olduğu için sevişme hayali kurmamış mıydı?
Durdu Büşra, onun için sihirli kelime bu muydu yani, abilik vaadi mi? Yönünü Fırat'a döndüğünden, zoraki gülümsedi Fırat, kendini tanımasının zor olduğu cümlelerle Büşra'ya vaat ettikleri yüzünden gülümsemek zordu.
"Hadi ama gel, ben dostum!" derken göz kırptı ona biraz daha sevimli gelebilmek adına. Bilmiyordu elbette, bu tavırları Büşra'da ki kapıları açmaya yetmezdi. Bu defa geldiği yolu geri yürümeye başladı Büşra, önde Fırat arkada ise o; karavana geldiklerinde ağaca dayalı sandalyeler ile masayı açtı Fırat;
"Sen buraya otur ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım, benim karnım acıktı sen de açsındır herhalde."
Büşra, her zaman ki çekingen tavrı ile yerine otururken Fırat karavana döndü. Elbette bütün gün pazar da bir şey yiyemediği gibi eve girmeden kapıdan kovulduğu için açlıktan ölmek üzereydi. Ama yengesinin bu tarz eziyetlerinden açlığa dayanıklılığı yüksekti Büşra'nın. Hafif hafif rüzgar eserken, köyden birinin onu burada görmesinden de endişe duymuyor değildi. Amcasının kulağına olur olmaz laflar giderse üzülebilirdi ve bu hayatta üzülmesini istemediği ikinci kişiydi amcası, bir diğeri de Emel'di zaten. Bir zamanlar babasının da üzülmesinden çok korkardı ama, hayır artık babasının üzülüp üzülmediği üzerine düşünmüyordu bile. Şimdi düşünmesi gereken şey ise Fırat'ın teklifini kabul etmekle doğru yapıp yapmadığıydı. Ne niyetle teklif etmişti sahiden bunu Fırat. Herhalde ona zorla bir şeyler yapacak kadar sapık olamazdı. Sonuçta iyi giyimli, eğitimli görünüyordu ve yakışıklıydı da. İstediğinde, konuşabilen, iyi giyimli biri ile gayet tabi birlikte olabilirdi. Hatta kaldı ki Emel ile de birlikte olmak istese olurdu ama belli ki reddetmişti Emel'i. Ya da fena bir şey yapmıştı. Bunu öğrenmesi lazım mıydı gerçekten, ne yapmıştı Emel'e de bütün gün ağlamıştı? Kötü bir şey yapmış olsa uyarırdı onu Emel, orman yolunda dikkatli olması konusunda... Evet, kötüye karşı hep tedbir aldırırdı Büşra'ya! Demek ki kötü bir şey yapmamıştı. Kötü değilse Büşra'ya zarar verme ihtimali yoktu. Parası yoktu Büşra'nın her şeyden önce, zaten adamın pek paraya ihtiyacı var gibi de görünmüyordu. Asılıyor da olamazdı, ne yani bir insan Büşra'ya neden asılırdı ki? Ya Sinan gibi aklı bozuk, kimsenin yüzüne bakmayacağı bir manyak olurdu ya da biraz saf... Fırat'ın saf olmadığına neredeyse emindi Büşra, öyleyse adam sadece acıyordu ona. Kendini anlatmaktan bir haber, biçare bir kız çocuğu olarak görüyordu. Ne demişti zaten, çocuk gülüşü mü? Evet onun için sadece bir çocuktu, kendi kız kardeşine benzettiği bir kız çocuğu. Belli ki iyi bir abiydi, sorumluluk sahibi, koruyup kollayan cinsten...
"Fırat Şef'in spesiyallerinden birini yapıyorum sana."
Fırat elinde ki servis altlıkları, tabakları ve çatal bıçakları ile masaya servis açarken sahiden bir profesyonel gibiydi. Bütün hareketleri bir filmde izlediği o pahalı İtalyan restoranlarından birinde ki katil garson gibi! Katil yakıştırması bir anda düşüncesiz davranıp panikle ayağa kalkmasına neden olduğunda, Fırat da ne olduğunu anlamadan bakakaldı:
"Yardıma ihtiyacım yok!" diye cevap verdi, Büşra'nın ona yardım etmek için karavana gideceğini sandı. Ama Büşra tekrar pazar torbasını sırtlanmıştı...
"Ne oldu gene?" derken, kızın gitmesini engellemek için omzundan tuttuğunda kız bu sefer tiz bir çığlıkla kendini çekti. Gözleri akşam kızıllığında yanan birer kor gibilerde ve adamın, onu korkuttuğunu gözlerine bakarak anlaması çok zor değildi:
"Dur dur, benden korkmana gerek yok! Ben sana zarar vermem, yani ben kimseye zarar vermem. Kötü biri değilim ben. Tamam bir melek sayılmam ama kötülük de yapmam kimseye. Benden korkma Büşra, inan bana."
Avuç içleri Büşra'ya dönük bir şekilde adım adım kıza yaklaştığında kızda aynı hızda geri geri kaçıyordu, gözleri dolu dolu ağlamak üzere görünüyor olması Fırat'ı biraz daha ikna edici olmaya zorluyordu.
"Bak ben aşçıyım, yani profesyonel anlamda aşçıyım. Bir restoranım var İzmir Karşıyaka da, ıı, şey yabancı mutfak yani İtalyan yemekleri yaparım,makarna mesela. Hiç makarna yapan biri kötü olabilir mi?"
İtalyan demişti, Büşra bu kadar iyi tahminde bulunmasının nedenini ona Allah'ın bir işareti olarak algılarken biraz daha geri kaçtı. Arkasına doğru ilerlediği yönde göl olduğunu fark etmeden.
"Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi'nde Ekonomi okudum, hatta oradan yüksek lisans yaptım mezunum yani öyle bir katil falan filan da çıkmaz benden."
Katili de nereden çıkardın Fırat, saçmalama kız korkuyor zaten, bırak şu katil laflarını...
Biraz daha toparlamaya çalıştı Fırat hemen sonra:
"Fırat Yüksel adım, yani tam adım bu, soy adımla birlikte..."
Hiç olmadığı kadar zorlanıyordu Fırat, Büşra ondan her adımla uzaklaştığında onu ikna edebilmek için.
"Off Büşra, uçurtma aşkına hiç kötü kalpli büyücü tipi var mı bende?"
Kötü kalpli büyücü! Kendini işte şimdi alkışlayabilirdi, bütün bu saçmalıklar aynı gün, aynı dakikalarda diline nasıl doluşmuşlardı ki böyle. Büşra'nın ayakları durdu, ne demişti? Uçurtma mı? Çocukken babası ile sahilde uçurduklarına benzeyen cinsten mi? Kadıköy sahilinde bir sürü uçurtma arasına karışanların için de en güzeline sahip olduğunu düşündüğü uçurtması gibi bir uçurtmanın aşkından mı bahsediyordu, şimdi Fırat? Uçurtma önemliydi! Uçurtma olmazsa olmazdı! Uçurtma Büşra için geçmişi, çocukluğu kaybettiği her şey demekti. Olduğu yere dizlerinin üzerine çöktüğünde ellerini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı, karşısında ki yabancıya karşı çizeceği portreyi önemsemeyerek. Evet, acıma hissini yükseltebilirdi bu hareketi, belki o zaman aklında bir kötülük yapmak varsa da yapamazdı. Bunu daha önce de yaşamamış mıydı? Ağlayarak baktığı gözleri bir başkasından aman dilenirken, hayatını kazanmamış mıydı? Peki kazandığı hayatın bu olduğunu bile bile gene de aman dilenir miydi, o gün?
"Özür dilerim, seni üzecek bir şey yaptıysam."
Fırat'ın sesi hemen yanı başındaydı, görmüyordu ama hissediyordu, yanına oturmuştu oda.
"Biliyorum aslında benim söylediklerim yüzünden ağlamıyorsun, yani belki o yüzden ağlıyorsundur ama ben başka nedenler olduğunu biliyorum. Ne olduğunu bilmiyorum ama nedenler olduğunu biliyorum. Aslında ben bu kadar çok konuşmam, sen konuşmayınca bana o kadar çok iş düşüyor ki geveze oluveriyorum bir anda. Ağlama Büşra, hem ağladığın şey geride kaldı ise hiç ağlama, geçmiş ilerletmez insanı. Sen daha çok gençsin, hayat kim bilir neler çıkarır karşına, ne çok döner şansın? Ne mutluluklar tadarsın... Hem benim altıncı hislerim kuvvetlidir, yani o kadar hislerimle borsa da para kazandım anlatamam sana. Yani düşün bak daha yirmi yedi yaşındayım, ohooo ne kadar çok altıncı hissime yasladım sırtımı bir bilsen. Hep kazandım!"
Şuan tam olarak pis bir yalancı olduğunu söyleyebilirdi birileri ona! Daha günler öncesi resmen milyarlar batırmıştı, kıytırık bir şirketin hisseleri uğruna. Hem de o aptal altıncı hislerinin yönettiği risk hevesi yüzünden. Neyse ki Büşra bunları bilecek kadar onu tanımıyordu, tanıması da mümkün değildi, öyleyse bu güneş rengi kızı böyle kandırabilir, belki az da olsa mutlu olmasını sağlayabilirdi. Hayatında hep birilerini mutlu etmek için çalışmış biri için bu kadarı günah bile sayılmazdı. Babasını mutlu etmek için haz etmediği bir üniversitede hiç hayal etmediği bir bölümde okumuş, yüksek lisans yapmış, doktora tezini de vermek üzereydi. Gene annesi babası ile kendi arasında kalmasın diye gizli gizli başkasının üzerine işletme ruhsatı alarak açtığı restoranında hafta sonları gelip yemekler yapıp, eve gittiğinde yemek yapmayalı aylar geçti bakışı atmıştı. Evet, evde kimse onu ahçı olarak anmak istemediği için yazları yurt dışında aldığı bütün yemek kurslarının ona kattıklarından vazgeçmiş rolü yapmıştı. Bu kadarın günahın üzerine istediği kadar yalan söyleyebilirdi, hepsinin mubah olduğu fetvasını da kendine verip devam etti:
"Bir baksana sen bana, hey sessiz güzel!"
Güzel mi demişti Fırat ona? Büşra, hayretle kaldırdı gözlerini? Yanaklarına dökülmüş göz yaşlarını gizlemek ya da silmek telaşına düşmeyecek kadar şaşkındı.Fırat ona gülümseyerek baktığında duyduklarını teyit etmek istedi, sahiden güzel olduğunu mu söylemişti?
"Sana şahane soslu bir spagetti yaptım, böylesini yememişsindir mümkün değil. Hadi bakalım kalk, hem ben sana söyleyeyim ben asabi bir abiyimdir. Yani öyle ağlak kız kardeşlere gelemem!"
***
Senin abine tüküreyim Fırat, abi ol oğlum sen; cümle güzel kızın abisi ol!
***