5. Bölüm

2000 Words
Sebzeleri birine vermenin yolunu bulmalıydı Büşra, kasabada ki tüm manavları gezmeyi düşündü önce. Sonra insanlara nasıl derdini anlatacağı konusunda tereddüt yaşadı. Defterine yazarak başlardı anlatmaya herhalde, ellerinden malları satması gerektiğini, paraya ihtiyacı olduğunu söylerdi. Belki bu bir şekilde dilenmeye benziyordu ama karşılığında vereceği mahsuller varken kendisini böyle hissetmemeliydi. Emel'i geri dönmeye ikna edebildiyse, sessizlikte ikna kabiliyeti yüksek biriydi o. Kasabaya doğru giden yolu adımlarken aklında hep bunlar vardı, ne yapıp edip satacaktı o sebzeleri, birini bulacak ve satacaktı! Satamazsa eve dönemezdi! Bahçeye gidip yatardı belki ama korkardı Büşra; yalnızlıktan, karanlıktan, gök gürültüsünden; hatta ve hatta yağmurdan bile. Ancak, Emel yanında iken bazı şeyler daha baş edilir oluyordu gözünde. Çünkü, emel mücadele etmeyi iyi biliyordu... Evet, aynı şartlarda büyüyen çocuklar değildi onlar. Belki iki kardeşin çocuklarıydılar ama aynı şartlara sahip büyümemişlerdi. Bir kere Emel'i çok seven bir babası vardı! Onun babasının kendisini sevdiğinden daha çok sevdiğine bir şekilde emin olmuştu, işte. Amcası kızını, babasının onu sevdiğinden daha çok seviyordu. Peki sevgi miydi asıl olan? Büşra'nın eksik kaldığı konu sevgi miydi? Babasının ondan aldığı şey sevmeyişinde mi gizliydi? Değildi! Babası ondan hayatında sahip olunduğunda yerine geçilmesi mümkün olmayan birini almıştı, oda annesiydi. Gözlerini kapadı, önünü görmeden yürüyecek olmasına rağmen kapattı gözlerini, gözlerinden akan bir damla yaş ince ince süzüldü yanağından; çenesinin altından boynuna akana kadar arkalarına düştü yenileri... Ağlıyordu işte! Keriman'ın yaptığına içerlediği için değil, bu geceyi nasıl tamamlayacağını bilmediği için de değil; sadece annesini anımsadığı için ağlıyordu, çünkü onu her andığında içinde sayısız yerler acıyordu; hangi organı olduğunu bilmediği yerleriydi onlar. Omzunda ki yük, günün yorgunluğu ile birlikte ağırlaşınca; bir kez daha toparladı torbasını ve yerleştirdi omzuna. Ağırdı elbette, hayatın ta kendisi kadar olmasa da, Büşra için oldukça ağırdı.  "Nereye gidiyorsun, kız prenses?" İrkildi, bildiği birine aitti bir kere ses! Kim olduğuna dair uzun tahminlere de lüzum yoktu üstelik, onun sesini hatırlamak imkansızdı; çünkü. Karşısından geldiğini gördüğü adam, Keriman'ın kardeşi Sinan'dı! Onu, her bulduğu yerde sıkıştıran, köye ilk geldiği günden beri taciz eden sapık herifin tekiydi, Sinan. Bir keresinde; başını taşla yarmıştı, bir diğerinde; tekme atıp kaçmıştı, ötekinde; Emel ile bir olup ısırmışlardı ama bu defa bunların hiç birinin fayda etmeyeceği ıssızlıkta orman yolundalardı.  Sinan ile aynı hizada durmamak için yolun karşısına geçti ama Sinan için bu durum caydırıcı değildi: "Koruman cadı Emel, nerede?" derken bıyıklarının altından kaba kaba çınladı sesi bir kez daha ve o da Büşra ile aynı yola geçti. Bir taşla daha başını yarabilirdi belki Büşra. Bu düşünce ile etrafına bakınarak yürümeye devam ediyordu; o taşı bulabilmek için. "Var ya hayallerimin prensesisin, ablam diyor amcası ölsün vereceğim sana tepe tepe kullan. Ha sanma öyle alıp ezdireceğim seni, nikah kıyacağım, düğün yapacağım, davullu zurnalı, köçek bile tutacağım kız! Sen bir öptürsen var ya..." Taş için tam sırasıydı, hızla yere yöneldi Büşra ama Sinan tuttu kolundan: "Kafamın dikişlerini sızlatma ama gülüm! Dur bakalım, torbanı taşıyayım ver sen güçlü erkeğine." diyerek indirdi torbayı kızın omzundan, Büşra bir taraftan geri alabilmek için torbasını çekiştiriyordu ama Sinan ısrarla içini açıp baktı ve: "Bu saatte mi gidiyorsun pazara? Bu ablam da iyi manyak ha, evden attı değil mi; satmadan gelme diye? Gel kız, gel bizde kal!" diyerek torbayı sırtlandı ve Büşra'nın bileğinden çekmeye başladı. Büşra, itiraz edici sesler çıkarırken Sinan da ısrar ediyordu: "Ben sana kuş tüyü yatak sererim, şöyle kavunlu karpuzlu güzel bir sofra kurarım; yeminle yarın oldu mu bırakma beni Sinan der dile gelirsin." Sinan'ın abartılı isteği ve ısrarı daha çok korkuturken Büşra'yı; Büşra, bileğini kurtarmaya çalışıyordu ondan. Mümkün değildi, sırtlasa götürse ormanın içine; dilediğini yapacak güce sahipti Sinan! Tekme atmalıydı evet, daha önce de denemiş ve ona zaman kazandırmıştı. Hırsla kaldırdı bacağını ama Sinan bu defa temkinliydi ve geri çekildi.  "No no no, prenses o vurduğun yer bana lazım! Dur bakayım, bu korkaklığının bir çaresini bulalım senin, ne yapsak acaba, biraz votka falan içirsem açılır mısın? Bülbül gibi şakırsın anasını satayım!" Sustu Büşra, kabullenişe geçtiği için değildi bağırışlarının kesilmesine neden olan şey, sadece Sinan'ın temkinli olmasını engellemeye çalışıyordu. "Ha şöyle" dedi adam, Büşra'nın oyununa gelerek. "Gel bu gece bizde kal sen, ablama da derim ben, bende kız deyince laf etmez kabağı patlıcanı unutur o." Ve Büşra için sahne zamanıydı, dizinin kuvvetini adamın bacak arasına verip hızla koşmaya başladı: "Ulan orospu..." Ne diyordu Sinan, ne diye bağırıyordu? Canı yandığı için pes etmeyecekti biliyordu, bunu defalarca yaşamışlardı, hatta Emel Keriman'a şikayet etmiş Keriman da: "Genç adam canım, kuyruk sallıyorsunuz peşinize dolanıyor." bile demiş, çareyi en son kendi kendilerine mücadele etmekte bulmuşlar oda birinde işe yaradıysa diğerinde yaramamıştı. Bütün bunların amcasının hastalığı sonrasında olması ise Büşra'yı büsbütün sahipsiz bırakıyordu.Şimdi pazar torbası ile orta yerde bırakıp kaçacak kadar Sinan'ı tehlikeli buluşunun nedeni bu yüzdendi. Amcasının sağlığı zamanında sadece asılarak tatmin olan adam, son zamanlarda bulduğu yerde kızı sıkıştırıyor, dokunuyor ve açık bir şekilde onu taciz ediyordu. Biraz sonra arkasından da koşmaya başlayacağını biliyordu Büşra ve bunu düşündüğünde durakladı yerinde, aptal gibi ormanın içine kaçmıştı.  Ormanın içi! Bu defa ayaklarını göl tarafına doğru çevirdi, karavanı ile Fırat'ı orada bulabilirse ona sığınabilirdi. Denize düşenin yılana sarılması gibi bir şey miydi bu? Hayır, Fırat asla bir Sinan değildi! Öyle olmuş olsa tavrında en az Sinan'ın iğretiliklerinden biri olurdu. Peki yardım eder miydi? Sinan'a karşı geldiğinde Sinan da öfkelenip ona vurursa, kavga eder miydi? Neden bir yabancı Büşra'yı korumak için kavga edecekti ki? Hayat öyle bir yer değildi, kahraman erkeklerin hepsi filmlerde ya da romanlarda oluyordu. Gene de başka türlüsü gelmiyordu aklına, gözleri mavi karavanı gördüğünde nefes nefese kalmış olmasına rağmen daha hızlı koşarak karavanın yanına ulaştı, bulunduğu noktada üç yüz altmış derece dönerek Fırat'ı aradı. Yoktu! Karavanı vardı ama kendisi yoktu. Gözleri gölün etrafını aradı! Olmamasının sırası mıydı? "Büşraaaa!" Sinan'ın sesinin yaklaştığını duyması ile kendini karavana kapısına atması bir oldu. Kapı açık mıydı yani? İnsan neden kapısını açık bırakırdı ki? Kendini içeri atıp kapıyı çekti ve içeriden kilitlendiğini fark edince sevinçle kilide uzandı. Nefesleri korkusuna karışmış, bütün bedenine bulanmışken kapıyı kilitleyip kendini yere bıraktı. Derin bir nefes dışarı bırakırken korku ile ağzını kapadı; çünkü, Fırat tam karşısında dikkatle ona bakıyordu. *** Önce gözlerini kıstı, uykudan uyandığı zaman yaşadığı o susama hissi ile yatağından doğrulup suya uzandı, Fırat. O değişik gözleriyle ona bakan kızdan; gözlerini alamadan dolaptan aldığı bir şişe soğuk suyu tepesine dikti ve: "Hayırdır?" dedi başını iki yana sallarken sorguladı, kendince. "Büşraaa!" Ve ses duyuldu! Fırat karavanın penceresine uzanırken hızla bacağından yakaladı onu Büşra, Sinan'a görünmesinden korkuyordu. Bir şekilde sessizce uzaklaşmasını bekleyip kurtulmayı umuyordu ondan. Fırat, paçasından yakalanmaya alışkın olmadığından irkilince çaresizce yalvaran bakışlarını buldu Büşra'nın. Cama çokta yaklaşmadan biraz da kısık sesle: "Kim bu 'Büşra' nidalı ayı?" Belki başka zaman olsa buna gülerdi Büşra ama şu an Sinan'dan kurtulmaktan başka istediği yoktu.  Yerde oturan kızla göz temasını netleştirmek için yere doğru eğildi Fırat ve adamın sesi ile yüzünü buruşturdu. "Belalın mı?" Başını iki yana salladı Büşra... Herhangi birinin onun hakkında peşinde erkeklerin gezdiği basit bir kız düşüncesine sahip olmasını istemiyordu. "Abin, baban falan mı?" Kaşlarını kaldırdı! "Peki tanıyor musun?" Gözlerini kapatıp açtı! "İşaret dili bilmiyor musun sen, sadece mimiklerle mi anlaşıyorsun?" Bu defa kızın suratında tek bir mimik bile yoktu. Mimiksiz ama şaşkın görünüyordu. İşaret dili biliyor olsa bile Fırat'ın bilmiyor olması anlaşamamaları için bir nedendi? Oflayarak doğruldu yerinden: "Sana bir iletişim aracı bulalım."  Etrafa bakındı kısa bir an ve bir not defteri ile bir kalem alıp, tıpkı Büşra gibi yere bağdaş kurarak karşısına oturdu ve defteri uzattı: "Dökül bakalım güneşin kızı." Güneşin kızı? Büşra önce ne anlatması gerektiğini düşündü, ne ve nasıl anlatacaktı? "Hadi?" diye sabırsızlanınca Fırat başladı yazmaya... "O benim yengemin erkek kardeşi; pis, sapık, manyak, geri zekalı, aptal, dangalak, öküzün teki..." Güldü Fırat, Büşra'nın kırılacak bir eşya kadar narin duruşunun altına sığan hakaretleri okurken: "Eee, ne istiyor senden bu malak?" diye sordu. "Bilmiyorum, rahatsız ediyor!" "Asılıyor mu?" "Evet!" Büşra için elbette bu sadece asılmak değildi, başka boyutları da olduğundan Fırat'a bahsetmeyecekti. Fırat uzanıp pencereden kontrol etti; uzaklaşıyordu adam, tekrar oturdu kızın dizlerinin önüne: "Babana, abine falan şikayet etsene, böyle kendi başına baş edemezsin!" Başını olumlu manada salladı Büşra, ona ne abisi ne de babası olmadığından bahsetmeyecekti. "Demek ki köylerde de var bu magandalardan bende sadece bizim etrafımızda; şehirlerde var sanıyordum. " Büşra'nın korkak bakışlarını görünce tebessümle doğruldu: "Kalk hadi gitti senin malak?" Büşra da doğruldu yerinden, ne yani şimdi karavandan çıkacak mıydı? Avlanacak mıydı resmen? Defteri duvara dayayıp yazmaya başladı, bunu gören Fırat arkasından yaklaşıp yazdıklarını okumaya başladı: "Şimdi çıkarsam bulur beni, biraz burada bekleyebilir miyim? Umudunu kesip gitsin!" Kızın arkası dönükken başını salladı Fırat, kızın ardından okurken yazdıklarını ama sonra fark etti ki Büşra onu görmüyordu: "Tamam gitsin bekle, geç sandalyeye otur, yere oturma ama!" Önce etrafta sandalye aradı Büşra. Bir mutfak tezgahı, buzdolabı bir yatak bir de portatif masa vardı ama sandalye yoktu. Fırat onun şaşkınlığını görünce uzanıp duvara doğru katlanmış oturaklardan birini açtı ve: "Buyurun güneş hanım!" Bu adam da bir acayipti, adını bildiği halde tuhaf hitaplarla konuşuyordu sürekli. Tıpkı Sinan gibi! Hayır Sinan gibi bir ayıyı bu düzgün adama benzetmeyecekti. Düzgün olduğu kanaati, konuşmasından kılığına, kıyafetine ve en önemlisi de yakışıklı bir adam oluşuna dayanıyordu. Yakışıklı bulduğu için kızdı kendine, daha üç gün evvel Emel'i ağlatıp yatağa düşürmemiş miydi yani? Kim bilir neler söylemiş, ne kadar üzmüştü kızı? Belki, o da Sinan gibi sarkıntılık etmişti! Yok öyle olsa söylerdi Emel, karavanını taşlar bu köyü ona dar ederdi. Etmeliydi de zaten.  Fırat da, yatağının üzerine oturduğunda klimanın derecesini bir tık düşürdü uzaktan kumanda ile. Bir aracın içinde olması gerekenden fazla şeye sahip o karavanın düzenini dikkatle incelerken Büşra: "Sana içecek bir şey vereyim mi?" diye sordu, Fırat. Kız onu duymamış gibiydi etrafı incelemeye devam ederken ve kalktı Fırat yerinden, buzdolabından bir limonlu soda açıp uzattı, Büşra'ya. Gözlerinin önüne uzatılan yeşil şişeden bakışlarını adamın yüzüne çevirdi: "İçmez misin? " Kaşlarını kaldırırken hayır demek niyetindeydi, Büşra. " Hadi al, artık burada emekli garson olacağım! " Şaşkınlaştı Büşra, Fırat'ın tanıdığı kimseye benzemediği aşikardı. Hep neşeli bir adam gibiydi, hiç tasa bilmeyen kimselerden. Gülümsedi Fırat ve bir kez daha ısrar etti: " Hadi güneşin kızı! " Güneşle başlayan tamlamalarla hitap ederken iyi bir şey söylemek niyetindeydi elbette Fırat, bunu her şeyden evvel ifadesi ele veriyordu. Sodayı elinden aldı adamın ve onu azat etti. Henüz tek bir yudum bile içmeden tekrar duydu sesini Fırat'ın: " Kaç yaşındasın ki sen? " Yaşını göstermeye parmakları yetmezdi elbette Büşra'nın, bunun bir yolunu aramayı düşünmeden 'sen bul' dercesine çevirdi gözlerini adama. " On sekiz? " diye ilk tahminini yapan Fırat, Büşra'nın bakışları ile anlaşmaya başlamıştı bile. Başını iki yana salladı, genç kız. " Daha çok mu, az mı? " Baş parmağı ile yukarıyı işaret etti, Büşra. " Çok mu, ne kadar çok olabilir ki? On dokuz mu? " Daha yukarısını mı işaret ediyordu, Büşra? " Yirmi son sınır artık daha fazla olamaz! " Gülümsedi sadece Büşra. " İşaret dilinde gülümsemek evet demek mi?" İşaret dili bilmiyordu Büşra, onun işaret dili kendi geliştirdiği gibiydi ve sadece Emel ile anlaştığı bir şekle girmişti. Dudaklarını bükerek yuvarlak hatlı alt dudağını aşağı doğru sarkıttı : "İşaret dili bilmiyorsan nasıl anlaşıyorsun insanlarla? " İnsanlarla anlaşabiliyor muydu ki? Buna kendi cevabı bile yoktu. Büşra masanın üzerine bıraktığı defteri ve kalemi gösterince uzanıp verdi onları Fırat: " Söyle bakalım o zaman, saçların ne renk senin? " Kendine uzatılan deftere dokunmadan, boncuklu tülbentinden taşan saçlarının ucunu gözlerinin önüne çekti Büşra ve dikkatlice baktı. Annesinin saçları da bu renkti, babası ne derdi annesini sevmek adına konuşurken; " Kınalı sevdiğim! " Güçlükle yutkundu! Defteri aldı adamın elinden ve yazmaya başladı: " Neden hep dış görünüş ile bu kadar çok ilgileniyoruz ki? " Çevirdi sayfayı ve gösterdi, sonra da bekledi Fırat'ın cevabını. Belki bir Sinan değildi o ama, sonuçta erkekti, ona kararlı biri olduğunun sinyalini vermeliydi. Kararlı ve kimseye pabuç bırakmaz biri olduğunu anlamalıydı. Karavanına sığınması tamamen talihsizlikti ve ona bunu fırsat olarak görmemesini öğretmeliydi. Elleriyle kapıyı kilitlemişti ve dışarıda Sinan vardı; dolayısıyla, mahkum olduğu yerin sahibine kibarca göz dağı verecekti. "Gözlerimizle yaşıyoruz, çünkü. " Görerek yaşıyoruz gibi bir söz müydü bu? Cümleleri kullanmalıydı Büşra, ne gibi derken aklına gelen ilk sözleri döktü kağıda: " Bir insanın ilk saç rengi dikkatimizi çekiyorsa sadece gözlerimizle yaşıyoruzdur zaten. " Fırat, cümleyi okurken güldü önce ve sonra, kendinden emin bir şekilde: " Hayır benim dikkatimi çeken ilk şey saçlarının rengi değildi. Gülüşündü! "
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD