15

1310 Words
Annesiyle evde yalnız kaldıklarında halasına gitmeye karar vermişlerdi. Evleri arasında kısa bir mesafe olduğu için şanslılardı çünkü Yade belli etmemeye çalışsa da kendini iyi hissetmiyordu. Annesiyle kol kola yürürken küçük bir çocuk gibi gülümseyip durmuştu. Derken yine başı dönmüş, kendini toparladığındaysa kadının geniş tebessümüyle karşılaşmıştı. Herhalde annesi daha önce hiç Yade’ye hayatı boyunca onu bu denli sarsacak bir şey söylememişti. Aklına gelmediğine şaşırmaya bile fırsat bulamamıştı, kadının söylediği tek bir cümle, resmen nefesini kesmişti. O andan beriyse elleri titriyor, kalp atışları bir türlü düzene girmiyordu. Yade, sen hamile misin? Sonra halasını da alıp hastaneye gitmişlerdi. Yade bugünü sağ atlatma ihtimali var mı, merak ediyordu. Kendini kontrol etmekte zorlanıyordu. Ağlamak, gülmek, Asaf’ı görmek istiyordu. Hamileydi. İnanmakta güçlük çekiyordu ama bu bir düşünce değildi artık. Doktor konuşurken kulakları uğuldamıştı ama yine de neden bahsettiği tebessümünden belliydi. Ama Yade kendini toplamayı başaramıyordu ki! Asaf neredeydi Allah aşkına? Eve dönüş yolu boyunca annesinin elini sıkıp durdu Yade. Tek istediği Asaf’ı görmekti, neyse ki halası da annesi de hâlini yadırgamıyordu. Nihayet adamı mutfakta bulduğunda yüzünde kocaman bir tebessüm vardı. Asaf’ı yemek yaparken görmek asla alışamayacağı tek hâliydi şüphesiz. Kocanız sizden daha güzel yemek yaparken rahatsız olmamak mümkün değildi. “Geldiniz mi Yade?” Asaf ona döndüğünde başını salladı sessizce. “Hazır annem dışarıdayken mutfağa gireyim dedim. Biliyorum yemek yapmayı seviyor ama her şeyi o hazırlayınca rahatsız oluyorum.” “Bunu söylediğini duymasın bence.” Adam en sevdiği tebessümle ona göz kırptığında Yade kendini tutamayarak ağlamaya başladı. Aynı zamanda gülmek de istiyordu ama yapamıyordu. Asaf telaşla elindekileri bırakıp yanına gelirken ağlayışı şiddetlendi, adama sıkıca sarılırken hıçkırmaya başladı. “Yade ne oldu? Neden ağlıyorsun?” Yüzünü kocasının omzuna bastırırken ağlayışı biraz daha şiddetlendi. Asaf sırtını okşayıp “Korkutma beni,” diye fısıldadığında kendini tutamayarak güldü. Her şeye karşı sakindi, kolay kolay paniklemiyordu ama söz konusu Yade olunca kendini kaybetmesi için dakikalara bile ihtiyacı olmuyordu. Dudaklarını Asaf’ın boynuna bastırıp geri çekilirken çocuk gibi burnunu çekti. Sadece varlığı bile sakinleşmesine yetmişti. “Kötü bir şey değil.” “O zaman neden ağlıyorsun? Canıma kastın mı var?” Asaf onu daha sıkı sararken Yade biraz daha sakinleşti. Nedenini bilmiyordu ama hamile olduğunu bilmek onu mutlu ettiği kadar korkutmuştu da. Kendisi hâlâ bir çocuk gibiyken nasıl anne olacaktı? Asaf ona böyle sarılmasa katiyen bu korku yatışmazdı ama o varken sorun olmayacağını bir kez daha anlamıştı. Birlikte oldukları sürece Yade de iyi olacaktı, değil mi? “Asaf…” Kocası sırtını gerçek bir şefkatle okşarken fısıltıyla “Ne oldu Yade?” diye sordu. “Asaf yine kilo alsam, sorun olur mu?” “Ne?” Birden yükselen ve kızgın çıkan sesi Yade’yi güldürdü. Belli ki Yavuz’dan ve geçmişten bahsedeceğini sanıyordu. Asaf bu ses tonunu bir tek geçmişin anılarına karşı kullanırdı. “Biliyorsun, birkaç yıl önce…” “Beni yine sınama Yade.” “Sınamıyorum Asaf, sadece merak ediyorum.” “İyi. Umurumda bile olmaz. İster kilo al istersen ver. Gözlerinin içine kadar güldüğün sürece hiçbir şeyi önemsemem. Hâlâ mı şüphen var?” O iç çekerken bir kez daha güldü Yade. “Senden sürekli bir şeyler istesem kızmaz mısın peki?” Bu sabrını taşırmış olacaktı ki Asaf onu geri çekip bakışlarını buluşturdu. Yade bu kez sessizce ağlıyordu ama Asaf yine de bunu fark edince acıyla yutkundu. Gözlerini usulca kapatıp alınlarını birbirine yaslarken endişeyle fısıldadı. “Ne için ağlıyorsun böyle? Söyle ki içini rahatlatayım Yade. Sen ne yaparsan yap ne kızacağım ne de soğuyacağım senden.” “Asaf…” Yade de gözlerini kapattı. Tek bir kelimeydi ama söylemek imkânsız geliyordu. Oysa neden ağladığını söylerse mutlu olacağını adı gibi biliyordu. Sorun konuşamayacak kadar mutlu olmasıydı belki de? “Yade, lütfen ağlama…” Başını belli belirsiz sallayıp burnunu çekti. Ardından Asaf’ın sağ elini tutup karnına hafifçe bastırdı. “Hamileyim,” dedi sonra çok kısık bir sesle. Normalde Asaf’ın boynuna atlayıp deli gibi bağırması, gülmesi, onu korkutması gerekirdi ama bu kez kendinde o gücü bulamamıştı. Sevincine mutluluk çığlıkları değil gözyaşları eşlik ediyordu, ellerindeki titreme hâlâ durmamıştı. “Sen… Ne?” Asaf şaşkın bir hâlde ondan uzaklaşırken Yade usulca gülümsedi. “Hamileyim.” “Ben…” Asaf elini bir kez daha Yade’nin karnına yerleştirdi şaşkınlıkla. “Yade?” Nutku tutulmuş gibiydi. Boş gözlerle bir karısına bir de eline bakıyor, yutkunup duruyordu. “Hım?” “Şaka yapmıyorsun, değil mi?” “Saçmalama Asaf, niye şaka yapayım?” “Ama…” Adamın elini tutup tüm gücüyle sıktı. “Şimdi gülüyor olmalıydın.” “Ama… Ben…” Asaf karşısında ilk kez ne diyeceğini bilmiyormuş gibi duruyordu. O kekelerken acaba buna mı daha çok şaşırmalıyım, diye merak etti Yade. Asaf Karayel’in en büyük heyecanı bile sesine yansımazdı. Onu tanımayan biri adamın duygularının çoğaldığı ana şahit bile olamazdı. Oysa şimdi dili tutulmuş, henüz belli ki söylediklerinin idrakine varamamıştı. “Hamilesin?” dedi bir süre sonra usulca, sorar gibi. Sesi korku doluydu. Sanki yüksek sesle konuşursa sözlerinin gerçekliği kaybolup gidecekti. Yade gülerek ona sarıldı, yüzünü kocasının deli gibi atan kalbinin üzerine bastırdı. “Evet.” “Bizim… Bebeğimiz olacak…” “Evet.” “Yade… Ben… Ben…” “Biliyorum Asaf, bir şey söylemene gerek yok.” Asaf bir an rahatlar gibi oldu, derin bir nefes aldı. Ardından ona bu kez öyle sıkı sarıldı ki Yade’nin nefesi kesildi. Asaf’ın asla dile getirmese de kocaman bir ailesi olmasını istediğini biliyordu elbette Yade. O da istiyordu zaten. Yine de geçip giden zaman, hayatın telaşı derken bunu hiç dile dökmemişlerdi. Düşünmemiş, tahmin bile edememişti aslında. Belki biraz da bu yüzden ikisi de kendine gelememişti henüz. İç çekerek Asaf’ın delice atan kalp atışlarını dinledi bir süre. İlk kez adamı sakinleştirmek zorunda kalmanın şaşkınlığı bebeklerinin sevincine eşlik ediyordu şimdi. O biraz olsun kendine geldiğinde Yade de çığlık atarak sevincini dışa vurabilirdi. *** Zeynep’in elini bırakırken neyin değiştiğini anlamıştı Mahir. Uzun süre yürümüş ve gerçek bir şaşkınlık içinde bunu düşünmüştü. Zeynep Kahraman, artık ona âşık değildi. Mahir bunu ilk anda düşünmesi gerektiğini biliyordu ama o çekip gidene dek anlayamamıştı. Neyi vardı Allah aşkına? İlk düşünmesi gerekeni en son düşünüyor, Zeynep ile ilgili dengeli bir cümle kurmayı dahi beceremiyordu. Kendiyle olan konuşmaları bile münakaşaya dönüşüyordu, ne yapmalıydı? Şu bir gerçekti ki bunu bilmek onu böyle sarsmamalıydı. Zeynep elbette onu unutmuştu. Bittabi unutması gerekirdi. Ona bunu yapmasını söyleyen kendisi değil miydi zaten? O hâlde niye bunu bilmek canını sıkıyordu? Gözünün önünden gitmemesi niyeydi? Onu bir daha nasıl görecekti? Sizinle konuşmak istemeyen birinin dikkatini çekmek mümkün müydü? Kaldı ki kız onu kovma hakkına her koşulda sahipti. Yine de bunları bilmek Mahir’in istediklerinden vazgeçmesine yetmiyordu. Uzun uzun yürüdü, eve döndüğünde her şeyi unutmak için dua ediyordu. Umutsuzdu. Kızgındı. Kendini bile anlayamıyordu. Zeynep’i görmek istiyordu. Ona, ne olduğunu bile bilmediği şeyler söylemek istiyordu. Aklının ücra köşelerinde saklanan bir şeyleri haykırmayı arzuluyordu. Aslında anlamlı bir cümle olmasa da olurdu, kız karşısında olsun da… Bu dalgınlığı uzun sürmedi. Evin bayram günlerini aratmayan hâliyle birlikte Zeynep bir süreliğine aklından çıkmış, ablasının verdiği haberle hissettiği bütün olumsuz hislerden sıyrılmıştı. Dayı oluyordu. Saçma olduğunu bilse de kıza nasıl yani, diye sormak geliyordu içinden. Kendini tutamayarak gülmeye başladığında ablasını sıkıca kucaklayıp “Demek bu yüzden böyle delirmiştin,” derken buldu kendini. Bu kez kızmak yerine uslu uslu başını salladığına göre henüz o da ilk şoktan sıyrılamamıştı. Tabii bu haber Mersin’e kadar ulaşmış, Mahir’in Zeynep’i düşünmeye bile fırsat bulamadığı bir cümbüş böylece başlamıştı. Dedesi ve babaannesi hariç tüm aile bir araya toplandığında gülüşler, konuşmalara karışıyor; Mahir çok fazla konuşmasa da manzaranın tadını çıkarıyordu. Bu kadarının yeterli olmasını umuyordu. Bu mutluluk belki onu kendine getirirdi. Yemeğin ardından Zehra Ela’nın istediği tüm oyunlara dâhil olup kızın maskarası olma görevini layıkıyla yerine getirirken bunu düşünüp duruyordu. Bu yeterli olabilirdi. Zaman düşündüğünden bile daha derin, anlamlı ve daha önemliydi. Mahir yıllar içinde nasıl değiştiyse elbette Zeynep de değişmişti. Bu normaldi, olağandı. Zaman şimdi de geçip her şeyi yoluna sokmasına yardımcı olabilirdi. Henüz farkına varmamıştı ama uzun zamandır ilk kez Mahir bir şey için uğraşmak istiyordu. Bir şeyleri değiştirmeyi kalben istemek ve bunu isteme stresine tahammül etmek ayrıydı. Şimdiyse içindeki onulmaz boşluk bir parça ufalmıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD