inanç

2132 Words
-Bu soğukta ne yapıyorsun? Gözlerini bana dikerek ‘’abdest alacağım’’ dedi.   -Hava soğuk, Şu an bunu yaparak kendine zahmet çektiriyorsun. Hani İslam dini kolaylık diniydi? Bu buz gibi havada neden soğuk suyla abdest alıyorsun ibadetini daha sonra yapsan olmazmı ? Nedendir bilmem adamla bir tartışma havasına girmiştim. Sanki kabahati varmış gibi. Bana, gözlerinin ucuyla tebessüm ederek bakmaya başladı. -Sevdiğin ile buluşacaksın, onun sana geleceği yol patika olduğu için zahmet çekip biraz yorulması gerekecek ve sana dese ki, bu zorluklar geçsin sana öyle geleyim. Sen o an bu beni görmek için zahmete girmeyi göze almadı beni ne biçim seviyor? Sevgi bumu diye düşünmezmisin?   Beklemediğim bu cevap karşısında afalladım. Cevap vermeye kalmadan Başın semaya kaldırarak "dünya gezegenini desteksiz uzay boşluğunda tutan kuvvetin sahibi, şuan beni huzurunda istiyor. O bana bir hayat bahşetti bende karşılığında şükrediyorum, diyerek avuçladığı suyu ağzına götürdü. Adamın bu sözleri karşısında afalladım, beni hiç ilgilendirmeyen bir konuya maydanoz olduğum için bana ters bir cevap vermesini beklerken o bana bir ders vermişti. Ve bende o günden sonra ibadete başladım. Allah o adamdan razı olsun. Bu ne güzel bir rastlantıymış, dedim. -güzelde lafmı Yiğit’im. Böyle şeyler insanın hayatında dönüm noktası olabiliyor. Hemen aklıma dershanede karşılaştığımız gün geldi, kısa bir dalmanın ardından: -evet hocam. Tıpkı sizinle dershane de karşılaştığımız gibi…  Birden ‘’her hastalık, bela Müslüman’a şifadır.  Bazısı nefsini temizler bazısı da günahlarını (Hz. Ebubekir r.a) dedi. Durup dururken neden böyle bir şey söylediğine mana veremeden ‘’Mehmet’’ dedi. (Kaza geçiren üniversite arkadaşı) ‘’bazen namaz kılardı. Nefsine direnemez çabucak hataya düşerdi. İnşallah bu şer gibi görünen kaza musibeti onun için yeni bir başlangıç olur’’ diye cümlesini tamamladı. ‘’İnşallah hocam. Kalkıp taa Bitlis’ten onun için Ankara’ya kadar gittiğinize göre sizin için çok kıymetli olmalı’’ dedim. Dönüp çok naif bir bakış attıktan sonra ‘’üç ay üst üste yurt paramı yatıramamıştım’’ diyerek başladı anlatmaya. ‘’müdüre gidip çaresizliğimi destan yapıp anlatsam da kar etmeyip, akşam yemeğini yememe bile müsaade etmeden yurdun kapısına koydu beni. Cebimde karnımı doyuracak yemek parası dahi yoktu. Şimdi ne yapacağım? Nereye gideceğim? Diye düşünürken daha önceleri fırsat buldukça uğradığım çay ocağı geldi. Geç olmadan elimde valizimle bir çay ocağının yolunu tuttum. Bir köşeye oturup anne babamı düşündüm.   Onlar halimi görselerdi üzüntülerinden perişan olurlardı. İyisimi onları bu durumdan haberdar etmek etmemek dedim. Allah büyük dışarıda kalacak değilim ya, hiç olmadı hoca veliye(çay ocağının sahibi) söylerdim o burada kalmama müsaade eder diye iç geçirirken inşallah müsaade eder yoksa şu saatte bir yer bulmam çok zor olacaktı.. Artık hüznüm yüzüme nasıl yansımışsa ‘’selamun aleyküm, hoca veli bize iki demli çay’’ diyerek masama yabancı biri oturdu.  Samimi ve yumuşak tonlu sesiyle ‘’çayın soğumuştur yenisi içeriz diye düşündüm’’ derken elini uzatıp ben ‘’Mehmet, torun Mehmet.’’ Kafamda ki düşünce yoğunluğundan dolayı olayın gidişatına mani olmadan elimi uzatarak ‘’ bende Doğan’’ dedim. -bir derdin var senin doğan kardeş. Hele anlat varsa bir çaresi halledelim. Karşımda oturan yabancının yüzüne şimdi daha da dikkatli bakıyordum. Tanımadığım birine dert anlatacak halim yoktu. Soğuk bir edayla ‘’ yok derdim. Sağ olasın.’’ Diye cevap vererek kestirip attım. Buna rağmen biran da olsa yüzünde ki tebessüm gitmemişti. ‘’sağ olasın hoca veli’’ dedi masaya bırakılan çaylardan birini alarak. Allahtan uzak olanlar dertlendiği vakit kendisini alkol masasına atar, görüyorum ki sen kendini hoca Velinin çay ocağına atmışsın. Burası gönül adamlarının, kelam erlerinin yeridir.’’ Deyip bir yudum aldığı çayını yavaşça kaldırıp içeriyi aydınlatan ışığa tuttu ‘’ bu nedir bilirmisin ?’’ gözlerini kırpmadan çayına bakıyordu. Sesi ciddi bir hal almıştı. ‘’sanma bu yalnız yaprak, su ve şekerden oluşur. Kavrulur, kurur ve kapkara olur. YETMEZ ! başına kaynar sular dökülür yine OLMAZ ! ‘’ şimdi biraz daha yumuşak bir sesle ‘’olmak için bekler ve öyle demlenir.’’ Dönüp gözlerimin içine bakarak ‘’ selam olsun çaya yaprak, su ve şeker olarak bakmayıp bizlere verdiği manevi mesajı alabilenlere’’. Konuşmasını bitirmiş ışığa tuttuğu çayını yeniden yudumluyordu. Demin umursamayıp masamda kalkmasını dilediğim kişinin anlattıklarını ağzım açık halde dinlemiştim. Bir insan kendi üzerinde ki izlenimleri kısa sürede anca bu kadar güzel değiştirebilirdi. ‘’ Mehmet kardeş’’ dedim. Az önce konuşmak istemediğim adama karşı sözlerim şimdi bir bir ağzımda dökülmeye başlamıştı. Olan biteni anlattıktan sonra Mehmet masaya hiddetle vurdu. ‘’ O zındık yokmu o zındık müdür. Yurttan attığı ilk kişi sen değilsin. Ben falanca stk’da (sivil toplum kuruluşu)  başkanlık yaparken kalacak yeri olmayan onlarca öğrenci gelirdi. Birçoğunu da şu zındık müdür atmıştı. O zalim oğlu zalim halden anlamayan biridir. Sen dert etme, benim evim boş bir odam var iki kişi kalıyoruz zaten, sende bizimle kalmayı arzu edersen buradan kalkıp bize gidelim.’’ Dedi. Başka çarem yoktu ya bu gece burada kalak yarın bir yer bulacaktım ki bu beş parasız mümkün değildi ya da Mehmet’le gidecektim. Hiçbir kötü izlenim vermeyip hoca Velinin mekanına takıla birinden zarar gelmeyeceğini var sayarak ‘’olur’’ demem ‘’ haydi ya Allah kalkalım’’ demesi bir oldu. İşte böyle Yiğit  o gün bu gündür beraberiz.’’ Pür dikkat dinlediğim Doğan hocam bunları anlatırken yer yer duygulanmıştı. ‘’ sence ‘’ dedi. ‘’böyle biri kıymetli olmaz da ne olur ?’’   Hocam da en çaresiz anımda bana yardımcı olup kendisine ‘’Doğan ağabey’’ dememe vesile olan o güzel duyguları anımsayınca ‘’candan öte kardeş olur’’ dedim. Bu cümle çok   hoşuna gitmiş olmalı ki ‘’Yiğit’im benim, can kardeşim’’ dedi. İşte hiçbir menfaat gütmeden aynı anne babadan olmadan da kardeş olunabiliyormuş. Önemli olan kan bağı değil yürekteki bağlılıkmış. Hocam ile tanışmamızdan sonra süre gelen ilk yılımızı şuan ki durumla kıyasladığım zaman bazen hayal gördüğümü düşünüyorum. Haylaz şımarık bir öğrencisine şimdi can kardeşim deyip eğitimi için imkanları doğrultusunda hiçbir masraftan kaçınmayan bir hoca… Onüç saatlik yolculuğumuzun ardından nihayet Ankara’ya varmıştık. -önce hastaneye uğrayalım sonrada senin kayıt işlerini halledelim olur mu ? -size yeterince yük oldum zaten hocam, hastaneye gidelim bende geçmiş olsun dileklerimi iletirim ardından kayıt işlerimi ben hallederim. Sizin gelmenize gerek yok hem kayıt işi şuan ki durumda en son düşüneceğiz şey olmalı. Sert bakışlar atarak ‘’bu yola beraber çıktık değil mi ?’’ Söyleyeceği şeyi az çok tahmin edebiliyordum. Mahcubiyetliğim daha da artarak; -evet hocam - o zaman ikimizin de Ankara’da halledilecek işi kalmayıncaya kadar beraberiz. İtiraz edersen inan bana seni kendimle geri götürürüm Biran şakamı yapıyor yoksa ciddimi olduğunu kestiremedim. Yüzüne baktığımda gülümsediğini görünce ‘’ tabi ki şaka yapıyor onca emek onca yol, bu adam seni hiç geri götürür mü’’ diye iç geçirdim. Baş edemeyeceğimi anlayınca da ‘’tamam hocam nasıl isterseniz’’ dedim. Hastane bahçesine vardığımızda Doğan hocamı müthiş bir heyecan sarmıştı. Arabadan hızlıca inişi, inerken teflonunu ve hatta arabanın anahtarını bile kontakta unutması heyecanının zirve yaptığının ve arkadaşına nasıl da bağlı olduğunun belirtisiydi. Dahiliye servisine çıktığımızda, hemşirelere oda numarası soracaktık ki, bir kadının çığlık çığlığa ‘’DOKTORRR, HEMŞİREEE, KİMSE YOKMUUU’’ bağırışları hastane koridorlarında yankılandı. Birkaç hemşire sesin geldiği odaya koşarken birkaçı da doktora ulaşmak için sağa dola koşuşturdular. Hocam sesi tanımıştı. Bu ses arkadaşı Mehmet’in eşinin sesiydi. Hemen odaya doğru koştu, bende peşinden gittim ‘’Mehmet’im can kardeşim’’ diye inleyerek odaya girdi.  Ardından yetişip içeri baktığımda, Doğan hocam duvara yaslanmış elleri yüzünde ağlarken, hemşirelerde elektroşok cihazını hazırlıyordu. Cihazın kesintisiz öten bip sesinden Mehmet ağabeyin kalbinin durduğunu anlamıştım. Gelen iki doktor hemşireler hariç herkesi dışarı çıkardılar. Kapıdan onları seyrediyorduk. Doktorlardan biri hemen kalp masajına başlarken, diğeri de elektroşok cihazını kontrol etmeye koyuldu. Oysa biz hastaneye ne umutlarla gelmiştik. Hele Doğan hocanın tatlı telaşı yokmu, arkadaşı Mehmet tarafından görülmesi gereken bir durumdu. Kapı kapatıldı. Ne yapacağımı bilemeden hocamı seyrediyordum. İçeriden ‘’nabız yok’’ sesini işitince Doğan hocam perişan halde duvarları yumruklamaya başladı, kendine mani   olmaya çalışsam da kar etmiyordu.  Tekrar ‘’nabız yok’’ sesinin ardından bir ses daha geldi ‘’ikiyüz volt, arttırın, ikiyüzelli volt, nabız yok, üçyüzelli volt. Arttırın 600 volt…’’   Sesler kesildi. Şimdi içeriden belirsiz uğultular geliyordu. Kapı açıldı, doktorlar bize doğru geliyordu. Doğan hocam biran içeri bakınca hemşirelerin Mehmet ağabeyin üzerini örttüğünü gördü. Şimdi doktorlara ‘’ Yoo, yoo Allah için ölmedi deyin, yaşıyor deyin’’ diyerek yalvaran gözlerle bakıyordu. Doktorlardan biri  ‘’maalesef hasss hastamı’’ belli ki karşısında yaşlı gözlerle kendisinden iyi haberler bekleyen çaresiz iki insana karşı ağzından çıkaracağı cümle onu bir hayli zorluyordu. Güçlükle ‘’hastamızın kalbi geçirdiği kazaya yenik düştü’’ deyip başsağlığı dileyerek yanımızdan ayrıldılar. Mehmet ağabeyin eşi olduğu yere yığıldı. Odadan çıkan hemşireler şimdi kendisine müdahale ederken Doğan hocam ‘’kardeşimm, can yoldaşım, can Mehmetimm’’ diyerek ağlıyordu. Bende şimdi hiç tanımadığım halde içimin ısındığı o adamın ölümüne ağlıyordum. Bir yandan eşi, bir yandan hocam, karışımızda yatan cenazemiz, ne yapacağımı bilemez halde olduğum yere dikilmiştim. Yoldayken güzel haberler almış, kalan tüm yol boyunca arkadaşını görmek için can atan hocam şimdi arkadaşının ruhsuz bedeni ile karşı karşıyaydı. Evet biz böyle bir manzarayı hiç hayal etmeden başka planlarla buraya geldik ama unuttuğumuz bir şey vardı ‘’ Allahın hesabı ve planları…’’ mutlak güç onun elindeydi canı verende alanda oydu. Hocamı bu durumda bırakıp gidemezdim. Zaten üniversite kayıt işi de aklımdan uçup gitmişti. Otopsi için bir gün bekledikten sonra nihayet cenazeyi teslim alıp hastaneden çıkabilmiştik. Biraz toparlanan hocam ‘’Yiğit’im cenaze yola çıkmadan hemen senin kayıt işini halledelim bende cenazeyle birlikte rahmetlinin memleketine gideceğim.’’ Dedi. -siz boş verin benim kayıt işini, şu durumda düşüneceğiniz son şey bu olmalı’’ dememle ‘’olmaz’’ dedi hiddetle. Ağlamaktan kızarmış olan gözleriyle bana bakarak ‘’ sana dedim, bu yola beraber çıktık.’’ Bir kez daha kararlığını anlamıştım.  Kayıt işini halledip yurda yerleştikten sonra vedalaşmak için yurt binasının önüne geldik. Birkaç adım önde yürürken arkadan bir elin cebime girdiğini fark ettim. Elin sahibi Doğan hocamdı. Cebime hatırı sayılır miktarda para koymuştu ‘’hocam olma’’ ‘’şşş... sen benim kardeşimsin ve ağabeyler kardeşlerini parasız bırakmaz. Hakaretler edip, yılarca çalışarak aldığı malına zarar verdiğim adam, son bir yıldır bana gerçek bir ağabey gibi sahip çıkmıştı. Sarıldım, sıkıca sarıldım ve bırakmak istemedim. Çünkü cebimde annemin kulaklarından çıkartıp bana verdiği atlın küpelerinin parasından başka para yoktu. Arabaya binerken ‘’Aylin yengen sana yeniden burs vermemiz gerektiğini söyledi. Bilirsin sana oğlum der.  Kabul etmezsen çok üzülür. Yengeni üzmek istemezsin değil mi ?’’  Hoş kabul etsem de etmesem de yollayacaklardı. ‘’ seni bu yurttan almaya geleceğim zaman diplomanı da elinde görmek isterim.’’ Derken güçlükle gülümsedi.  Doğan hocam gitmişti artık şu koca Ankara’da beni yeni bir hayat bekliyordu. On sekiz katlı yurt binasına dönerek ‘’bugünden sonra içinde doğunun bir şehrinden gelen beni dört yıl içinde barındıracaksın’’ diyerek içeri girdim. Oysa yurtta işler hiçte yolunda gitmemiş değil dört yıl, dört ay bile kalamamıştım.  Yurtta aşırı ses çıkıyor her türlü çirkinlikler, ve   ahlaksızlıklar dönüyordu. Burası tüm kış boyunca ahırda tutulmuş ve baharın gelmesiyle meraya salınmış danalar gibi keyif çatan sözde özgürlüğüne kavuşmuş ahlaksız insanlarla doluydu. Her şey bir yana sabahlara kadar paralı kumar dahi oynanıyordu. Bunlara alışkın olmadığımdan haliyle rahatsız olmuş durumdan Annemi ve Doğan hocamı haberdar edip onaylarını aldıktan sonra yurttan ayrılmıştım. Dönem başında kendisine ev açmış olan bir arkadaşımla anlaşıp evindeki boş odasına yerleşmiştim. Artık kendime ait bir odam vardı. Sabahlara kadar rahatsız edilmeden kesintisiz uyuyabiliyor, istediğim saatte odama çekilip istirahat edebiliyordum. Ev arkadaşlarımdan biri medresede yetişmiş diğeri ise köyünde imamlık yapmış gayet saygılı, hak hukuk bilen kişilerdi. Bundan haberdar olan Doğan hocam bir hayli keyiflenmişti. Artık sadece para göndermekle kalmayıp okulum gidişatı hakkında da bilgiler alıp bana sık sık nasihatlerde bulunuyordu. Tam uykuya dalacaktım ki ardı ardına birkaç kez kapım çalındı. Yatağımdan doğrularak ‘’buyur’’ dedim. Kapı hafif aralanınca ‘’ooo imam kardeşim buyur’’ -kardeşim rahatsız ettim lakin çay demlemiştik senide aramızda görmek istedik. Hem bayadır muhabbet etmiyoruz. Buyurmazmısın ? saat gece yarısını geçmişti ama ne önemi vardı. Davete icabet etmek gerekiyordu. -tabi Ensar kardeşim gelirim hem gece muhabbetleri güzel olur. Yaklaşık bir buçuk aydır aynı evi paylaştığım imam Ensar ve Mustafa arkadaşımla gecenin bir yarısı çay eşliğinde devam eden muhabbetimiz bir hayli koyulaşmıştı. Saat ilerledikçe muhabbette derinleşiyordu. Geride bıraktığımız süre içerisinde pek muhabbet edememiş bir birimizin burada ki yaşamı dışında pek bir bilgiye sahip değildi. Ensar ‘’ bizimkiler tarımla uğraşır, buğday, mısır ve kırmızıbiber ekerek ticaretlerini sürdürürler’’ dedi. Mustafa ‘’kardeşim Ş. Urfa çok sıcak değilmi? yaz sıcağında nasıl idare ediyorsunuz ?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD