İmam Ensar ‘’ zor olmazmı kardeşim. Ağabeylerime kalsa çoktan tarlaları ya satarlardı ya da kiraya verip babama istirahat ettirirlerdi.
İmamın ‘’babam’’ demesi bende kısa süreli deprem etkisi oluşturdu. Bir ısırık aldığım bisküviyi çiğneyemeden yuttum. Baba kelimesi bana ne kadar uzaktı... Çocukluğumda hayal meyal hatırlamaktan başka ‘’baba’’ kelimesi ağzımdan çıkmamıştı. İmam sözlerine devam ettikçe ben dalıp dalıp gidiyordum.
‘’Ben Ankara’ya babamla geldim. Kayıt işlerimi beraber halledip bu evi de beraber tuttuk. Ben okuyamadım bari evladım okusun derdi. Bu yüzden canım babam hep arkamda oldu.’’ Telefonunu alıp babasıyla çektirdikleri fotoğrafı açarak öptü. Benim babasız olduğumdan haberleri yoktu. Bir birimize ailelerimizi hiç anlatmamıştık. Keyifle başlayan muhabbetimiz benim için acı bir hal almaya başlamıştı. Olurda Mustafa’nın da böyle şeyler söyleyebileceğine ihtimal vererek hemen müsaade istedim yoksa ya yanlarında çocuklar gibi ağlayacaktım ya da asık suratla durup keyiflerini kaçıracaktım. Ani kalkışım onları biraz şaşırtmıştı, soru sormalara fırsat vermeden kendimi hızlıca odama attım. Kapıya yaslanıp yere yığıldım. Sahi ‘’Baba’’ ne demekti ? ‘’ canım babam’’ demek, diyebilmek nasıl bir duyguydu. ? Ben dokuz yıldır bunlardan ırak yaşamıştım.
Şimdi düşüncelerim yavaş yavaş beynimi kemirmeye başlıyor, Babama olan özlemim, gözlerimden yaş olup yanaklarıma akarken oradan kuru çatlak dudaklarıma düşüyordu. Bu babamın öldüğü geceden sonra onun için akıttığım ilk tuzlu gözyaşlarımdı.
Kapının ardında önce bir hışırtı duydum sonra ‘’Kardeşim iyimisin ?’’sorusu iletildi bana. Mustafa ağlama sesimi duyup merak etmişti. Kolumun yeniyle gözlerimi kurulayıp
‘’evet, evet iyiyim’’ kardeşim deyip gönderdim. Yalnız kalmak ağlamak istemiştim. Mustafa’nın bu cevabıma pek tatmin olmamıştı
-eminmisin ?
-evet kardeşim
Karanlık odada sessizce, bir başıma ağlamak istiyordum. Mustafa gitmişti, gözlerimi odanın karanlığına diktim. Babamla olan anılarımızdan hayal meyal hatırladıklarımızı düşündüm. Anılarımız bitti yeniden başa dönüp düşündüm. Kendimi dokuz yıl öncesine götürdüm, sessizce ağlıyordum. Ensar’ın bir ‘’baba’’ demesi yüreğimi yangın yerine çevirmişti. Elimi yüreğimin üzerine koyarak ovuşturmaya başladım, yüreğim daralıyordu, hissediyordum en derininde bir yerde tarifsiz bir acı vardı. Elimi ta o derinliklere daldırıp söküp atmak istiyordum ama ne mümkün…
Artık dayanamayıp bağıra bağıra ağladım, karanlık odada bir yetim…
Farkında olmadan dokuz yıl geçirdiğim babasızlığın içimde biriktirdikleri el kadar yüreğime ağır geliyordu. ‘’Baba’’ ne sıcak bir kelimeydi. Birine ‘’babacım’’ deyip sarılmak benden ne kadarda uzaktı. Birden annem aklıma geldi. Kurban olduğum şuan beni bu halde görseydi hali nice olurdu. Ben onun babasız büyüttüğü yetimiydim, güçlü olmam lazımdı. Yığıldığım yerden kalkıp yatağıma geçtim. Göğsümde bir ıslaklık hissettim, elimle yoklayıp kontrol ettiğimde gözyaşlarımın kıyafetimin göğüs kısmını ıslatmış olduğunu fark ettim. Yutkundum, ‘’Yiğit’’ dedim. Yetimsin… ilk defa acımıştım kendime. Bir insan kendisine acırmıydı ?
Karanlık gecelerde çok ağladım, sadece iki defa ağladığımı hissettim.
'Yarı uyanık yarı uykulu haldeydim Saatlerce bir sağa bir sola dönüp durdum. Gece rahat uyuyamadım. Neydi beni uyutmayan o şey ?
Ah bir bulabilsem. Yastığım diken gibi batıyordu. Doğrulup yatağıma oturdum. Başımı ellerimin arasına aldım.
Düşün düşün düşün haydi bulacaksın, seni uyutmayan o şeyi bulacaksın.
Off bulamıyorum Allah’ım delireceğim.
Yatağımdan kalktım, karanlık odamın perdelerini çektim. Zifiri karanlık olan odam, şimdi bahçede ki aydınlatma lambalarından yansıyan ışınlarla loş bir havaya büründü. Bahçede ki ağaçları seyrediyorum. Dallar, hafifçe esen rüzgarın partnerliğiyle usulca dans ediyor, bir aşağı bir yukarı sallanıyor. Dans eden dala bir baykuş kondu. Dal, baykuşun ağırlığıyla dansına son verdi. Şimdi sadece yaprakları dans ediyor. Şiddetlenen rüzgârın sesi pencere boşluklarından içeri giriyordu. Dansına son vermiş olan dal, sanki diğer dallara eşlik edebilmek için baykuşa rağmen yeniden sallanmaya başladı. Usulca, bir aşağı... bir yukarı...
Yaprak dalının tersine, delice dans figürleri sergiliyordu. Sanki dalından kopacakmışçasına... Oysa bir hakikat vardı. Yaprak delice dansını sergileyeceği dalından bir gün kopacaktı, İstese de... istemese de...
Saçlarımı geriye doğru verip, ellerimi ensemde birleştirdim. Derin bir soluk çektim. Evet, yaprak bana farkında olmadan bir ders vermişti. Her şey bir gün ayrılmaya mahkûmdu. Gözüm hala rüzgâr eşliğinde dans eden yaprakta ve dalgalanan baykuş tüylerindeydi. "Ah babam" diye bir inilti belir dudaklarımın arasında. İşte şimdi anlamıştım beni uyutmayan şeyin ne olduğunu... Evet, her şey bir gün ayrılmaya mahkûmdu, ya ayrılıkla ya da ölümle...
Vizeler geçmiş final haftasına girmiştik. Vizelere nazaran daha sıkı bir çalışma sergiliyor Doğan hocamın üniversite tecrübelerinden yararlanarak ‘’dersi derste dinle, hocanın suyuna git, faydalanmaya bak ve okulunu uzatmadan bitir’’ sözlerini kendime ilke edinmiştim. Vizelerimde orta denilecek notlar almıştım ama finallerde daha iyi sonuçlar alacağıma inanıyordum. Çalışmalarımı yazarak yaptığım için aklımda daha uzun süreli kalıyordu, bunun neticesinde de stresten, geçermiyim telaşından uzak bir final sürecine girmiştim. Birçok öğrenci dönem boyunca ders çalışmaya final haftası başlamış olduğundan her sıvan çıkışında sanki suç hocalarınmış gibi küfürler yağdırıyordu. Ben tüm bunlardan uzak rahat bir final haftasını geride bırakmıştım. Yaklaşık beş aydır annemi görmüyordum. İlk defa ayrı kaldığımız için onu çok özlüyordum. Finaller açıklanır açıklanmak gitme niyetindeydim. Artık gün sayıyordum.
Bazı geceler sokak lambasının aydınlattığı odamın loşluğunda bir köşeye oturur kendimce kısa yazılar, kurgu hikayeler yazardım. Bu gecede varlığına şükrettiğim elleri öpülesi annem düştü hatırıma. Şimdi kalemim ak sayfalara yalnızca annemi yazıyordu.