bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

book_age16+
3.3K
FOLLOW
14.3K
READ
family
drama
first love
like
intro-logo
Blurb

An kadar kısa, ömür kadar uzun sayılabilecek bir süre bakmışlardı birbirlerinin gözlerinin içine. Yıllar boyunca özledikleri gözleri tekrar karşılarında bulmuştu her ikiside. Nazlı, Almanya’ya gittiğinden beri, ‘Bir daha kim bilir ne zaman göreceğim onu,' diyerek girmişti yatağına her gece. Kenan’ın evlilik haberini aldığındaysa, onu unutması gerektiğini söyleyip durmuştu kendisine. Dilinde sürekli, ‘Artık onu unutmalısın, çünkü o seni çoktan unutmuş.’sözleri dolanmış, ve her seferinde kahrolmuştu. Oysa şimdi tekrar bakabiliyordu o güzel yeşil gözlere. Seneler öncesinin Nazlı’sı olsaydı eğer, hiç düşünmeden gidip boynuna sarılırdı sevdiğinin. Hiçbir şey olmamış gibi, tüm sevgisiyle kucaklardı Kenan’ı.

Kenan ise Nazlı’nın bakışlarının, onun yüzünün duru güzelliğinin etkisi altındaydı hâlâ. ‘İşte yine karşımdasın Nazlı, o tanıdık bakışlar yine karşımda. Bir tek farkla... O bakışlar artık çok soğuk bakıyor bana,’diye içinden geçirirken, Nazlı’nın hızla bakışlarını kendisinden kaçırdığını gördü.

Genç kadın bulundukları ortamın tekrar farkına vararak, kaçırmıştı bakışlarını Kenan’dan ve kuru bir "Sağ ol.’’ demekle yetindi. Babasının mezarı başında, görmeyi istediği en son kişi şu an karşısındaydı. Onca yıldan sonra, hiçbir şey olmamış gibi, kendisinde karşısına çıkma cesaretini nasıl bulabilmişti? ‘Hiç mi değişmez bir insan Allah’ım? Niye hâlâ o gözlerde kaybolmak istiyorum? Niye kalbimdeki yara kanayıp duruyor hâlâ?’ diye sordu kendi kendine. Aynı zamanda hızlı adımlarla Kenan’ın yanından uzaklaşıp gitmeye çalışıyordu. ‘Nazlı sakın arkanı dönme! Onunla bir daha göz göze gelmemelisin!’

Nazlı bu duygularla boğuşurken, Kenan hâlâ onun gözlerinin etkisinden kurtulabilmiş değildi. Daha ne olup bittiğini anlamadan, Nazlı’nın yanından hızla uzaklaşmaya çalıştığını fark etti. Bunun üzerine kendisi de koşar adımlarla onun peşinden ilerledi ve kolundan nazikçe tutarak, durdurdu.

Kenan’ın elini kolunda hissettiği an, olduğu yerde kalakalmıştı Nazlı. Sanki hareket etmeyi unutmuştu. Oradan uzaklaşmayı her şeyden çok istese de, buna bir türlü gücü yetmiyordu. Ayakları ona karşı çıkarak, ‘Kal’ diyordu sanki. Kendisini zorlayan bu durum karşısında, gözlerinde saklı tuttuğu öfkesiyle döndü Kenan’a doğru. Bakışlarını onun gözlerinin içine çevirerek, "Başka bir şey mi vardı?" diye sordu sertçe. ‘Hala nasıl gözlerime bakabiliyorsun? Hiç mi yaptığından utanmıyorsun?’ diye de içinden geçiriyordu o anda.

Nazlı’nın bu haliyle ilk kez karşılaşıyordu Kenan. Karşısındaki kadın, kendi Nazlı’sı değildi. Onun gibi aşkla ve kıyamayarak bakmıyordu gözleri. O an ona öyle soğuk bakıyordu ki, bu durum canını yakmıştı genç adamın. Elini yavaşça Nazlı’nın kolundan çekerek, "Nasılsın?" diye sormayı başardı.

Bu soru Nazlı’nın öfkesini gittikçe çoğaltmıştı. "Nasıl mıyım? Babam öldü! Sence nasıl olabilirim?!" diye cevap verdi. "Başka bir şey yoksa, artık gitmek istiyorum."

"Başka bir şey yok. Sadece senin adına çok üzgün olduğumu söylemek istemiştim." Kenan son sözlerinden sonra, arkasını dönüp gitmeyi isterken, Nazlı’nın arkasından söylediklerini işiterek olduğu yerde kalakaldı.

"Eminim öylesindir! Benim adıma üzgün olduğun için de, en yakın arkadaşımla evlendin zaten öyle değil mi?"

Nazlı ağzından çıkanlara inanamıyordu. Kendini böylesine küçük düşürdüğü için, içten içe kendisine saymakla meşguldü. ‘Şimdi sırası mıydı Nazlı? Ne yaptın sen?’

Kenan karmakarışık bir halde Nazlı’ya doğru döndü. Ne yapması, ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Nazlı’ya ‘Sen beni bırakıp gitmeyi bildin ama, şimdi ne değişti de döndün?’ diye sormamak adına kendisini zorlaması gerekmişti. Son kez onun gözlerinin içine bakarak, hızlı adımlarla uzaklaşmayı seçti.

chap-preview
Free preview
1. Bölüm
''Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım...  Böyle başlardı bütün bildiğimiz mektuplar,  Biliyor musun? Bu ikimizin hikayesi...'' Yavaş adımlarla ilerliyordu treninin kalkacağı perona doğru. Elinde sadece küçük bavulla, 15 senesini ayrı geçirdiği baba evineydi bu yolculuğu. 3 saatlik uçak yolculuğunun ardından, Edirne’nin küçük bir kasabasına geri dönüyordu.  Yarım saattir beklediği tren geldiğindeyse, soğukkanlı bir şekilde binmişti trene. Kendisine arka sıralarda, cam kenarına bir yer seçip oturdu. Böylelikle geçmişe olan yolculuğu da başlamış bulunuyordu.  Daha henüz 18’inde gencecik bir kız iken ayrılmıştı kasabasından, sevdiklerinden ve sevdiğinden... Yemyeşil gözleriyle adeta hafızasına kazırmak istercesine inceliyordu trenin geçtiği yerleri. Bir süre sonra oturduğu yerden yavaşça ayağa kalktı ve camı açtı. Esen rüzgâra bıraktı kendini, ve o anda aklına o kötü gün geldi "Baba, ben gitmek istemiyorum, binmek istemiyorum o trene!" diyerek ağlıyordu Nazlı. Süleyman Bey, kızının bu yalvarışlarını duymuyordu adeta, tam aksine, onu trene binmesi için zorluyordu. "Nazlı! Kızdırma beni, bin şu trene!" Sonunda babasına daha fazla karşı gelemeyeceğini anlayarak, binmişti o trene. Babası ona İstanbul’a kadar eşlik edecekti ve ardından Nazlı’yı halasının yanına, Almanya’ya gitmesi için uçağına bindirdikten sonra da, kasabaya geri dönecekti. Nazlı kendisini nelerin beklediğinden habersiz, ardında yüreğini bırakarak gözyaşları eşliğine gidiyordu. "Bir gün geri döneceğim," diye fısıldadı. "Bir gün mutlaka geri döneceğim!" "Geri dönüyorum işte," diyerek elinin tersiyle gözlerinden süzülen yaşları sildi ve ardından tekrar yerine oturup, annesinin en son göndermiş olduğu zarfı çantasından çıkardı.  "Canım annem benim, seni ne çok özledim bir bilsen." Zarfın içerisindeki mektubu çıkardığında, bir çok duyguyu aynı anda hissetti. Bu mektubu kaçıncı kez okuduğunu bilmiyordu, ama her okuyuşunda geçmişini hatırlıyor, gözyaşlarına da engel olamıyordu.  "Canım kızım, Nazlı’m... Seni ne kadar çok özledim bir bilsen. Her günüm senin resmine bakmakla geçiyor, yine de doyamıyorum sana bakmalara. 15 sene, dile kolay yavrum. Bunca sene seni bizden ayrı tuttuğu için babana çok kızdım, çoğu zaman onun yakasına yapışıp, ‘Neden yaptın, neden onu bizden ayırdın’ diye haykırmak geçti içimden. Ama yapamadım... Zaten artık yapamam da, buna imkân yok...  Baban... Nazlı’m, baban çok hasta. Sana daha önce üzülmeyesin diye söylemedik, ama baban kanser yavrum, akciğer kanseri. Bu illet sonunda bütün vücudunu sarmış, artık sayılı günlerinin kaldığını söylüyor doktorlar.  Kızım, biliyorum babana hâlâ çok kızıyorsun, bunca sene onu arayıp sormadın bile, ama inan bana, baban senin adını bu 15 yıl boyunca bir an bile dilinden düşürmedi. Babanın son arzusu seni görebilmek Nazlı’m. Gel yavrum, babanı kaybetmeden önce gel... Onun bu son arzusunu gerçekleştir. Seni çok sevdiğimi ve özlediğimi de sakın unutma güzel kızım.  Annen" Mektubu zarfına geri koyarken, gözlerinden bir iki damla yaş yine çoktan akmaya başlamışlardı bile. Bir gün babası tarafından koparıldığı yere, şimdi yine babası için geri dönüyordu. Evinden ayrı geçirdiği yıllarda, halasının yanında kalmış, eğitimini tamamlyıp, öğretmen olmuştu. Bunca yıl Almanya'da en iyi okullarda görev yapmıştı. Kendini işine verdiği zamanlarda, içini acıtan anıları bir süreliğine de olsa unutabiliyordu ancak.  15 yıl içerisinde, nasıl olmuştu da, kasabasına hiç geri dönmemişti? Bunu son günlerde kendisine çok sık sorar olmuştu. Sebep sadece babasına olan kızgınlığı mıydı yoksa başka şeylerde var mıydı? Belki Nazlı’nın asıl korktuğu babası değil, geride bıraktıklarını eskisi gibi bulamamaktı.  Peki şimdi ne değişmişti? Babası ölüm döşeğindeydi. 15 yıl boyunca yüzünü görmediği, sesini bile duymak istemediği babası ölüyordu. Aslında Nazlı da çoğu kız çocuğu gibi, babasının göz bebeğiydi. Nasıl olmuştu da, o çok sevdiği babasından nefret edebilmişti? Babasından ayrı kaldığı günlerde, gece yatağına yattığı her seferinde, içinden hep ‘Beni sevseydi, bana kıyıp, buralara göndermezdi!’ diye geçirirdi.  Bir ara tekrar ayağa kalkarak, başını camdan dışarı uzattı. Esen rüzgarın içindeki bütün kaygılarıda beraberinde alıp götürmesini diledi. "Keşke..." dedi sonra... "Keşke bütün acılarım bu rüzgarla beraber esip gitse." Tren yavaş yavaş istasyona varmıştı. Nazlı derin bir nefes alıp verdikten sonra, küçük bavulunu eline alarak, yavaş adımlarla trenden indi. Bir kaç adım ilerledikten sonra, arkasından birinin "Nazlı!" diiye ona seslendiğini işitti. Arkasını döndüğünde, kendisinden beş yaş büyük olan ağabeyiyle karşı karşıya geldi. Nazlı ve Nedim, Süleyman ve Şerife Duru çiftinin evlatlarıydı. Nazlı ağabeyine uzun uzun baktı. Nedim yaşlanmıştı, simsiyah saçlarına yılların beraberinde getirdiği aklar düşmüştü. "Ama hala çok yakışıklı," diye düşündü.  Nazlı elindeki bavulu yere bıraktıktan sonra, ağabeyine doğru koşup, ona sımsıkı sarıldı. Nedim ise kardeşinin uzun kahverengi saçlarını okşayıp, öpüyordu. Çok özlemişti onu.  "Hoş geldin Nazlı’m!" "Hoş buldum ağabey, seni çok özlemişim." Nedim, Nazlı’yı biraz kendisinden uzaklaştırarak, baştan aşağıya süzdü. "Benim küçük kardeşim, büyümüşte koca kadın olmuş, ama hâlâ çok ama çok güzel," diyerek gülümsedi.  "Aman ağabey... Sen de hep aynı kalmışsın, tabi saçındaki akları saymazsak."" "Eee yaşlanıyoruz artık," diyerek, bir koluyla kardeşine sarıldı. Diğer eline onun bavulunu taşıyarak, arabaya doğru yöneldiler. Nazlı arabayı büyük bir dikkatle kullanan ağabeyinin üzerinden ayıramıyordu bakışlarını. Bunu fark eden Nedim, şaka yoluyla takıldı kardeşine. "Ne o? Çok mu özledin sen beni?" "Özledim, sen beni hiç özlemedin mi?" Nedim elini Nazlı’nın elinin üzerine koyarak, "Çok özledim, öyle uzun zaman oldu ki," diye cevap verdi iç çekerek.  "Haklısın, gerçekten çok zaman oldu." "Biliyor musun, Nazlı’m? Ben evden çıkarken, mutfaktan nefis kokular geliyordu burnuma. Akşama sayende ziyafet var," diyerek güldü genç adam. Bu sayede arabadaki kasvetli havayı dağıtmaya çalışıyordu aslında. "Canım annem, kim bilir ben geliyorum diye nasıl yormuştur kendisini," dediğinde, yüzü asılmıştı çoktan.  "Aaa küçük kardeş, bu hiç olmadı ama! Bak herkes sen geri dönüyorsun diye nasıl mutlu oldu." "Ağabey?" "Efendim canım?" "O nasıl?" Nazlı’nın boğazında düğümleniyordu sanki kelimeler, bir türlü ‘Babam nasıl?’ diye sormayı beceremiyordu. ‘Babam’ kelimesi çıkmıyordu dudaklarının arasından. Nedim kardeşinin nasıl zorlandığının farkındaydı, ona daha fazla acı çektirmemek adına, "Çok kötü Nazlı, doktorlar sayılı günlerinin kaldığını söylüyorlar," diyerek cevapladı. Nazlı başını çocukken her üzüldüğünde yaptığı gibi önüne eğmişti ve gözlerinden akmaya hazır yaşlarına izin vermişti. İçimden sadece ağlamak geliyordu... "Evet, geldik!" diyerek iki katlı, bahçeli şirin bir evin önünde durdurdu arabayı genç adam. Nazlı arabadan inerek, soran bakışlarıyla Nedim’e doğru döndü. "Ağabey, çiftlik evine ne oldu?" "Uzun hikaye, bir gün anlatırım sana. Biz beş yıldır, bu evde yaşıyoruz," deyip, Nazlı’yı bir kolunun altına aldı. "Hadi içeri geçelim, herkes sabırsızlıkla seni bekliyor küçük hanım." Şerife Hanım 15 yıldır, yüzüne ve kokusuna hasret kaldığı yavrusunu görür görmez, bağrına basmıştı. "Nazlı’m benim, gözümün nuru," diyerek ağlıyordu.  "Annem, ağlama. Bak beni de çok üzüyorsun." Böyle söylüyordu ama kendisinin de durumu annesininkinden farklı değildi. Kendisini annesinin o sonsuz şefkatine bırakmıştı. Bu kucağı son 15 yılda ne kadar çok özlediğini şimdi daha iyi anlıyordu. Şerife Hanım biraz olsun kendini toparlayabildiğinde, Nazlı’nın yüzünü avuçlarının arasına aldı. "Ceylan gözlüm benim." Nazlı o an, annesinin son yıllarda nasıl yıpranmış ve yaşlanmış olduğunu daha iyi gördü. Yüzündeki kırışıklıklara onca zaman içerisinde yenileri eklenmişti, ama yine de hâlâ çok güzeldi annesi. Nazlı görünüş ve huy bakımından annesinin bir kopyasıydı adeta. Babasının hiçbir özelliğini almamıştı, belkide bu yüzden geçmişte çoğu zaman onunla hiç geçinmeyi başaramamışlardı. Nedim, annesi ve kız kardeşinin yanına, yanında 18 yaşlarında genç bir kızla geldi. "Nazlı’m, bak bakalım bu güzel kızı hatırlayabilecek misin?" Nazlı karşısında duran güzel kıza uzun uzun baktı, ardından hemen gidip ona sarılarak, "İpek... Sen İpek’sin, benim küçük yeğenim," dedi. "Ne kadar da büyümüşsün böyle, ben gittiğimde daha henüz üç yaşında küçüçük bir prensestin." "Küçükler büyüyor, büyükler yaşlanıyor. Hayatın kuralı bu Nazlı’cığım," diyerek Elif gelmişti yanlarına. "Yenge." Sevgiyle yengesini de kucakladı genç kadın. Elif mavi gözlü, esmer ve çok güzel bir kadındı. Nedim’le birbirlerini severek evlenmişlerdi. Zamanında ağabeyi ve Elif arasındaki ilişkinin oluşmasında çok emeği olmuştu Nazlı’nın. Elif’i bir yengeden çok, bir abla gibi sevmişti her zaman. Elif de Nazlı’yı kendi öz kardeşinden hiç ayrı tutmazdı. Nazlı gittiğinde, kendini çok yalnız bile hissetmişti bir süre.  "Hoş geldin görümceciğim," diyerek karşıladı Elif, Nazlı’yı. "Hoş buldum, sizi tekrar gördüğüme gerçekten çok sevindim." "Biz de seni gördüğümüze çok sevindik halacığım. Özellikle de ben, seni sadece fotoğraflarından tanıyordum, ama sen fotoğraflarda olduğundan çok daha güzelmişsin," diyerek sımsıkı sarıldı Nazlı’ya İpek.  "Sana çok benziyor değil mi Nazlı?" diye sordu Şerife Hanım. Aslında çokta haklıydı. İpek adeta halasının bir kopyası gibiydi. Onun gençliğine çok benziyordu. Birden Nazlı’nın dudaklarından, "Kaderi benzemesin," sözleri döküldü. O an evin içini büyük bir sessizlik kaplamıştı.  "Hadi artık sofraya geçelim, benim güzel kızım özlemiştir annesinin yemeklerini," diyerek gergin havayı dağıtmaya çalıştı Şerife Hanım. "Özlemez miyim annem benim? Hem de çok özledim." Hep birlikte yemek masasına geçtiklerinde, onca yılın özleminin bir gecede dindirilemeyeceğinin farkındaydı her biri. Konuşacak daha çok konuları vardı.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
518.8K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.8K
bc

HÜKÜM

read
222.8K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K
bc

Leyl Tutkusu

read
615.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook