BÖLÜM 19 - SESSİZ ÇIĞLIK

777 Words
Helikopterin içindeki uğultu azalmaya başladığında, Pınar nihayet nefes aldığını fark etti. Kulakları hâlâ patlamanın izlerini taşıyordu ama kalbi daha derin bir karmaşayla çarpıyordu. Karşısında oturan Burak, gözlerini ondan bir an bile ayırmıyordu. Ne bir soru soruyordu, ne de acele ediyordu. Onun yaşadıklarını anlayabilmek için sessizliğin içine sığınıyordu. Yaralı asker Enes, helikopterin arka kısmında sağlık görevlileri tarafından müdahale altındaydı. Diğer iki asker sessiz, başlarını eğmiş bekliyordu. Herkesin üzerinde aynı ifade: Sarsılmış ama dimdik duran bir yorgunluk. Pınar, Burak’a dönmeden önce gözlerini birkaç saniye yere sabitledi. Sonra başını kaldırdı ve alçak bir sesle sordu: "İlk telsiz çağrımda seni duyacağımı biliyordum." Burak’ın yüzünde hafif bir gölge belirdi. "Keşke hiç duymam gerekmeseydi," dedi. "Ama iyi ki geldim." Helikopter karargâhın açık alanına iniş yaptığında onları bekleyen ekip hızla harekete geçti. Yaralılar sedyeyle indirildi, Pınar ise ayakta kalmaya ısrar etti. Yüzü toz, kan ve yorgunlukla kaplıydı ama gözlerindeki kararlılık sapasağlamdı. Komutan ona doğru yürürken, ifadesinde alışılmadık bir yumuşaklık vardı. “Zor bir gündü.” "Zordu komutanım, ama ekibim hayatta. Bu benim için yeterli," dedi Pınar net bir tonla. Burak onu izliyordu. Her zamanki gibi. Ama bu kez bir şey farklıydı. Gözlerinde gururdan öte bir şey vardı — kaybetme korkusunun bıraktığı izler. Karargahtaki ilk müdahaleler tamamlandıktan sonra, Pınar kısa bir muayeneden geçip lojmanına döndü. Odaya girdiği anda kapıyı sırtıyla kapattı ve birkaç saniye duvara yaslandı. Sonunda yalnızdı. Ama kafasındaki sesler susmuyordu. Masasının üzerinde Burak’ın notunu bıraktığı defter duruyordu. Sayfayı çevirdi. Boş bir satıra sadece bir cümle yazdı: “Birileri bizi koruyor olabilir ama kim bizi kendimizden koruyacak?” Yatağa uzanmadı. Uyuyamadı. O gece, geçmişte yaptığı her seçim gözlerinin önünden geçerken, bir karar daha alıyordu. Bundan sonrası, yalnızca emir-komuta zincirine ait olmayacaktı. Kalbi de söz hakkı istiyordu. --- Ertesi sabah Pınar, Burak’la yeniden aynı toplantı odasındaydı. Fakat bu kez atmosfer farklıydı. Sessizlikte bir yük vardı. Komutan, ekrana yeni bir harita yansıttı. “Dün yaşanan pusunun ardından, sınır hattının doğusundaki köylerde hareketlenme var. Sivillerin güvenliği tehlikede. Tahliye planı oluşturulacak.” Pınar hemen söz aldı. “Ben bölgeyi biliyorum. Yerel halkla iletişimim güçlü. O tahliyeyi ben yönetebilirim.” Komutan gözlerini kıstı. “Omzun hâlâ yüzde yüz değil. Emin misin?” “Daha önce de emin olduğumda yara almıştım ama yine de döndüm. Görevi biliyorum, riskin farkındayım,” dedi. Burak yan koltukta başını eğmişti. Ne onayladı ne de itiraz etti. Toplantı bittiğinde herkes odadan çıkarken Burak yerinden kalkmadı. Pınar da. “Bana kızgın mısın?” diye sordu Pınar. Burak başını kaldırmadan cevap verdi. “ “Hayır. Sadece... seni orada öyle görmek... alışık olmadığım bir şeydi. Savaşın içindeyiz, biliyorum. Ama bu kadar yakınımda olunca, farklı hissettiriyor.” Pınar birkaç saniye sessiz kaldı. Gözleri Burak’ın omzuna, ardından yüzüne kaydı. “Ben de seni o patlamanın ortasında hayal ettiğimde... içim parçalandı.” Burak başını kaldırdı. Bakışları buluştuğunda, aralarındaki duvar çatırdamaya başladı. “Belki de bu yüzden aynı cephede olmamalıyız.” Pınar buruk bir tebessümle başını salladı. “Belki de bu yüzden aynı cephede olmalıyız. Ben seni korumayı seçtim Burak, sen de beni...” Cümle havada asılı kaldı. Ardından Pınar kapıya yöneldi. “Ben göreve hazırlanacağım. Her şey planlandığı gibi giderse, üç gün içinde dönerim.” Burak onun arkasından bakarken, içindeki sessiz çığlık yeni yeni duyulmaya başlıyordu. Pınar sadece bir asker değildi artık. Onun için bir karar noktasıydı. Ve o karar, yaklaştıkça Burak’ın içindeki savaşı daha da derinleştiriyordu. Pınar görev hazırlıkları için çantasını toplarken, odanın kapısı çalındı. Açtığında karşısında Üsteğmen Serra vardı. “Beş dakikan varsa, bir şey konuşmak istiyorum,” dedi. “Tabii, gel.” Serra içeri girip kapıyı kapattıktan sonra doğrudan konuya girdi. “Enes’i ziyaret ettim. Bugün biraz daha kendindeydi. Ama sana dair söyledikleri... düşündürdü beni.” Pınar’ın gözlerinde dikkatli bir ifade belirdi. “Ne söyledi?” “İkimizin de karanlıktan aynı derecede korktuğunu. Ama senin bu karanlığı yönetmeyi öğrendiğini, onun ise içinde kaybolduğunu.” Pınar birkaç saniye sessiz kaldı. Sonra gözlerini çantasına çevirdi. “O karanlığın içine ilk düşen o değildi. Ama hepimiz bazen oraya sürükleniyoruz. Ben çıkabildim, çünkü bir yere tutunmayı öğrendim.” Serra hafifçe gülümsedi. “Bu bahsettiğin ‘tutunduğun şey’... Burak mı?” Pınar cevap vermedi. Yalnızca çantasını kapattı ve hazır olduğunu belirtti. Serra onun sessizliğini anladı. Kapıyı açmadan önce, kısa ama anlamlı bir cümle kurdu: “Bazen en büyük kararlar, en sessiz anlarda verilir.” Pınar, sivil halkın tahliyesi için ayrılmadan önce son kez Burak’la karşılaştı. Ekipmanları tamdı, yüzündeki ifade netti. Burak birkaç adım ona doğru yürüdü. “Bu sefer telsiz çağrın olmadan seni bekleyeceğim.” Pınar gülümsedi. “Bu sefer çağrı yapmayacağım zaten. Döneceğim.” Helikopter motorları çalışırken, Pınar içine doğru adım attı. Arka koltukta otururken gözleri pencereden Burak’ı buldu. İkisi de el sallamadı. Ama o an, birbirlerinin sessiz çığlıklarını çok net duyuyorlardı. Gökyüzü onları yutarken, karada kalan tek şey o anın ağırlığıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD