Gece ağırlaşmış, yıldızlar bile sanki bu karanlığı seyretmekten yorulmuştu. Evin içindeki hava yoğunlaşmış, her nefes alış verişleri sisli bir aynaya yazı yazmak gibi puslu olmuştu. Pınar pencerenin önünde duruyor, karanlıkta bir şey arar gibi dışarı bakıyordu. Gözleri dolmuştu ama ne korkudan ne yorgunluktan… bu başka bir şeydi. İçinde büyüyen, tanımlayamadığı bir çağrı gibi. Burak, eski dolabın kapısını araladı. İçeride, Yusuf’un el yazısıyla dolu eski bir harita bulmuşlardı. Harita, dağın yamacında bir mağaraya işaret ediyordu. Yanına çizilmiş figürler arasında üç halka vardı. Aynı sembol... aynı lanetli işaret. “Bu mağara,” dedi Burak, parmağıyla noktayı göstererek, “muhtemelen Yusuf’un en son gittiği yer. Sena da buradan bahsetmiş olabilir. Defterdeki son çizim mağaraya benziyordu.”

