Ayşe, birkaç saat sonra kendine geldiğinde hala koltuğun üzerinde hareketsiz yatıyordu. Vücudu yorgunluktan bitap düşmüş, teninde Cihan’ın dokunuşlarının izleri kalmıştı. Her kasında onun varlığını hissediyordu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
Cihan, Ayşe ile birlikte olduktan sonra çatışmanın izlerini silmek için ayrılmıştı. Ayşe de yorgunluktan uyuya kalmıştı.
Kapının açıldığını duyunca hızla toparlandı. Cihan geri dönmüştü, yüzünde sert bir ifade vardı. Gömleğinin kolu kan lekeleriyle ıslanmıştı, ama umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Gözleri hala tehlikeli şekilde soğuktu.
“Cihan…” dedi Ayşe, sesi titreyerek, “Ne oldu dışarıda?”
Cihan yanına yaklaştı, yüzünü okşadı.
“Biraz pislik temizledik,” dedi sakin bir tonla, “ama halq bitmedi.”
Ayşe’nin içini bir korku kapladı.
“Benim yüzümden mi? Benburadayım diye mi?”
Cihan kaşlarını çattı, onu sertçe kendine çekti.
“Hayır,” dedi keskin bir sesle, “seninle ilgisi yok. Bu savaş zaten vardı. Ben sadece bu savaşta hedef olma diye uğraşıyorum.”
Ayşe’nin gözleri doldu. Ne kadar garipti, bu kadar ölümün, kanın, korkunun ortasında bir adamın onu korumaya çalışması… Bunu düşündükçe kalbine sıcacık bir şey doldu.
Tam o sırada kapı yeniden aralandı. Bir adam içeri girdi, yüzü tanıdıktı, Cihan’ın sağ kolu Selçuk.
“Abi,” dedi nefes nefese, “kızın ailesi devreye girmiş. Karakola gitmişler, ortalık karışacak.”
Ayşe’nin kalbi aniden hızlandı.
“Ailem… Beni arıyorlar mı?”
Selçuk başını salladı.
“Babası çok bastırıyor abi, basına bile yansıyabilir.”
Cihan dişlerini sıktı, gözleri bir an buz gibi oldu. Sonra Ayşe’ye döndü.
“Görüyor musun?” dedi, sesinde öfke vardı, “Beni zor durumda bırakıyorlar.”
Ayşe çaresizce yutkundu.
“Bana izin ver… onlarla konuşayım. Onlara iyi olduğumu söyleyeyim…”
Cihan birkaç saniye onu izledi. Ardından sertçe başını salladı.
“Hayır,” dedi, “seni geri almak isterler. Sana güvenemem.”
Ayşe’nin gözünden yaş süzüldü.
“Onlar annem, babam… Onlara haber vermezsem delirirler…”
Cihan, bir an tereddüt etti. Sonra Selçuk’a döndü.
“Yarın sabaha kadar bu kızı yok sayacaklar. Basını susturun. Ailesine de ‘güvende’ olduğuna dair bir mektup ulaştırın.”
Selçuk başını salladı.
“Tamam abi.”
Ayşe gözyaşlarını tutamadı.
“Cihan… Lütfen… Ben onlara bir sesimi duyurmak istiyorum…”
Cihan eğildi, onun yüzünü iki avucunun arasına aldı.
“Bana bak,” dedi sakin ama tehditkar bir tonla, “Benim dünyamda kurallar böyle. Seni benden almak isteyecek hiç kimse ile görüşemezsin, benim iznim olmadan kimseye ulaşamazsın.”
Ayşe, titreyerek başını eğdi. O an yeniden fark etti , Cihan’ın dünyası, acımasızdı.
Cihan dudaklarına sert bir öpücük kondurdu.
“Bu kadar gözyaşı yeter,” dedi. “Şimdi hazırlan, dışarı çıkıyoruz.”
Ayşe şaşkınlıkla başını kaldırdı.
“Dışarı mı?”
“Evet,” dedi Cihan, “sana yeni yerimizi göstereceğim.”
Ayşe’nin yüreği sıkıştı. Bir yandan sevinmişti, dört duvar arasından kurtulmak güzeldi, ama diğer yandan hala bu adamın kontrolü altındaydı.
Cihan onu kolundan tutarak ayağa kaldırdı.
“Üstünü değiştir,” dedi. “Ben dışarıda bekliyorum.”
Ayşe aynaya baktığında kendini tanıyamadı. Saçları dağılmış, boynunda Cihan’ın öpücüklerinden kalan kırmızı izler vardı. Ve gözlerinde… hala belli belirsiz bir istek parlıyordu.
Bu neydi?
Tutsaklık mıydı, yoksa tutkulu bir teslimiyet mi?
Ayşe derin bir nefes aldı. Üzerine temiz bir kıyafet geçirip kapıya yöneldi. Artık geri dönüşü yoktu. Bu karanlık dünyanın içine düşmüştü ve kalbinin bir yerinde, bu dünyaya ait olmaya başladığını itiraf ediyordu.
Ayşe, Cihan’ın adamları eşliğinde arabaya binerken içinde hem bir merak hem de tarifsiz bir korku vardı. İstanbul’un dar sokaklarından geçerek uzun bir yol aldılar, sonunda yüksek duvarlarla çevrili lüks bir villaya vardılar. Burada her şey daha düzenli, daha korunaklı görünüyordu.
Bahçede nöbet tutan adamların bakışları bile buz gibiydi. Cihan arabadan indiğinde etrafında bir otorite dalgası hissediliyordu. Ona herkes saygıyla eğiliyordu, kimse tek kelime edemiyordu.
Ayşe’nin içi ürperdi; bu adam bir efsane gibiydi ve artık onun kaderiydi.
Villanın içine girdiler. Ayşe’nin gözleri şaşkınlıkla büyüdü; mermer zeminler, devasa salon, kristal avizeler… Burası bir cehennem değil, adeta bir saraydı. Ama bu sarayın prensesi olmaktan çok, kafesteki kuşu gibiydi kendini hissediyordu.
Cihan ona dönüp,
“Artık burada kalacaksın,” dedi. “Burası çok daha güvenli.”
Ayşe usulca başını salladı. Bir süre sessizce yürüdüler, villanın ikinci katına çıktılar. Cihan ağır ahşap bir kapıyı açtı. İçerisi geniş bir yatak odasıydı, manzarası boğaza bakıyordu.
“Burası senin odan,” dedi Cihan.
Ayşe şaşkınlıkla bakakaldı.
“Benim odam mı?”
Cihan yaklaştı, gözlerine baktı.
“Evet… ama unutma,” diye ekledi karanlık bir sesle, “bu kapı kilitli olmayacak, çünkü kaçmayacağını biliyorum.”
Ayşe’nin boğazı düğümlendi. Artık kendini kaçmayı düşünecek kadar bile güçlü hissetmiyordu.
Cihan elini onun yanağına koydu, parmak uçlarıyla teninde gezindi.
“Benim yanımda kalırsan kimseye zarar gelmez,” dedi, sesi tuhaf şekilde şefkatliydi. “Bunu anlamanı istiyorum.”
Ayşe sessiz kaldı. Cihan o an ona öyle yakın, öyle insancıl görünüyordu ki, bir anlığına kendini bu adamın kollarında güvende hissetti.
Tam o sırada kapı tıklandı. Selçuk başını uzattı,
“Abi, telefon geldi. Kızın ailesi hala vazgeçmedi.”
Cihan öfkeyle dişlerini sıktı.
“Ne istiyorlar?”
“Polisle ortak hareket ediyorlarmış. Kızı geri almak için uygun zamanı bekliyorlar.”
Cihan’ın bakışları buz kesti. Sonra Ayşe’ye döndü.
“Baban hala sana ulaşmak istiyor,” dedi, sesi acımasız bir sakinlikle doluydu.
Ayşe gözleri dolarak,
“Lütfen… bir kez konuşmama izin ver…” diye yalvardı.
Cihan onu yakaladı, sertçe kendine çekti.
“Beni satmazsın değil mi?”
Ayşe, boğazına takılan sözcükleri bastırarak başını salladı.
“Hayır… kimseye söylemem… sadece anneme iyi olduğumu anlatmak istiyorum.”
Cihan uzun uzun baktı, gözlerindeki karanlıkla onu tartıyordu. Sonra yavaşça başını salladı.
“Tamam,” dedi, “ama ben dinleyeceğim.”
Ayşe’nin kalbi umutla doldu. Bu bile bir lütuftu.
Cihan Selçuk’a dönüp emir verdi,
“Annesini arayın, Güvenli hat kullanın.”
Kısa süre sonra telefon getirildi, Selçuk numarayı çevirdi ve Ayşe’nin eline verdi. Arka planda Cihan, ellerini kollarına bağlamış, gözlerini ondan ayırmıyordu.
Telefon açılınca, annesinin titreyen sesi duyuldu,
“Ayşe? Kızım sen misin?”
Ayşe’nin boğazı düğümlendi, gözlerinden yaşlar aktı.
“Anne… Ben iyiyim… Bana bir şey yapmadılar…”
Annesi ağlıyordu,
“Ne olur geri dön kızım! Nerdesin?”
Ayşe hıçkırarak konuştu,
“Anne, ben… şimdilik dönemem. Ama güvendeyim… lütfen merak etme…”
Cihan o sırada Ayşe’ye yaklaşarak ellerini omuzlarına koydu. Gücünü hissettirdi, Ayşe annesinin sesinde bir an özgürlüğü hatırlasa da, Cihan’ın dokunuşu onu geri çekiyordu.
“Anne,” dedi yeniden, “seni çok seviyorum… ama biraz sabret.”
Telefon aniden kesildi. Selçuk hattı kapatmıştı.
Ayşe, Cihan’ın gözlerine baktı.
“Teşekkür ederim…”
Cihan parmaklarıyla gözyaşlarını sildi, dudaklarını onun alnına koydu.
“Bunu unutma,” dedi fısıltıyla, “ben istersem özgür olursun. Ama sadece ben istersem.”
Ayşe o an, kalbinin bu adama ne kadar teslim olduğunu fark etti. Korkuyla karışık bir tutkuyla ona sarıldı. Cihan da güçlü kollarıyla onu sardı, sanki dünyada başka hiçbir şey umrunda değilmiş gibi…
Ve ikisi, yeni bir kafeste, ama birbirlerine biraz daha bağlanmış halde gecenin karanlığına teslim oldular.