Yerden kaldırırken ne kadar hafif olduğunu fark ettim. Kuş kadar hafifti... Ama bu sadece bedenin zayıflığından değildi. Ruhundan geriye hiçbir şey kalmamıştı sanki. İçinde hayatı taşıyan o kıvılcım sönüp gitmişti. Yüzü gözü morluk içindeydi. Gözleri şişmişti, dudağındaki kanı elimle sildiğimde teni ürperdi. Her temas acıya çıkıyorsa, sevgi bile dokunamaz artık insana. Babası elindeki silahı indirmişti. O kadar soğuk, o kadar yabancıydı ki... sanki az önce kızını öldürmeye yeltenen o değildi. Sanki bu bir günlük rutiniymiş gibi. Bana verdiği cevabı hâlâ unutamıyorum. “Al götür. İstiyorsan nikahına da al. Yeter ki buradan gitsin.” Babası kızı öldürmesin diye bana ver dediğimde sözler dilime batmıştı sanki ama geri dönüş yoktu artık. Bu kızı kurtarmak için nikahıma almam gerekse bile bunu

