İki gündür o kadar huzurlu hissediyordum ki kendimi annemin kendi elleri ile diktiği çiçeklerin bakımını yaparken bulmuştum. Hoseok'un verdiği ilaçla çiçekleri ilaçlıyor ve topraklarını havalandırıyordum.
Otelin ön tarafı rengarenk çiçeklerle doluydu ve hepsi canım annemin eseriydi.
Üstüm başım toprak olmuş olabilirdi ama hiç sorun yoktu. iki gün önce intikamımı almıştım ve rahattım. Tamam belki hala ek bir işim yoktu ama halledilirdi. Önemli olan bana dert olana dert olmuş olmamdı.
At kuyruğu yaptığım saçımdan önüme düşen tutamları elimin tersi ile geriye doğru itip ortancaların toprağını eşelemeye devam ettim. Uzun zamandır bu çiçeklere vakit ayırmıyordum.
"Young." Chin Sun'un sesini duymam ile bakışlarım arkaya doğru kaydı. "Toptancıda sorun çıkmış sanırım. Taze balık yok diyor."
Kaşlarım çatılırken topraklı ellerimi önümdeki önlüğü sildim. "İyi de bugün salı? Balıkçı tekneleri dönmüş olmalı."
Chin Sun, dudaklarını büzüp bıkkın bir nefes verdiğinde düşünmeye başladım. Her zaman alışveriş yaptığımız adam ne olmuştu da bize balık vermek istemiyordu? "Borcumuz yok değil mi?" Chin Sun hızla kafasını iki yana salladı.
Bıkkın bir nefes verip cebimden telefonu çıkardım ve balıkçıyı aradım, ikinci çalışta açmıştı. "Amca, balık yokmuş?" Babamın zamanında beri ondan alışveriş yapıyorduk ve bir sorun olmadığını düşünüyordum.
"Kim dedi onu sana?" Sorduğu soru ile kaşlarım çatıldı ve Chin Sun'a kiminle konuştuğunu sordum. "Senin yardımcı söylemiş."
"Yok öyle bir şey. Sen listeyi gönder ben hazırlayıp göndereceğim." Şu an o kadar saçma bir şey yaşıyorduk ki şaşırmadan edemedim.
"Amca ne oluyor?"
"Ne olacak? Bugün takım elbiseli bir adam geldi sana balık vermememi söyledi. Ben yok dedim ama bizim çocuklar anlamamış sanırım. Ben onların kulaklarını çekerim sen üzülme. Babanın emanetisin bize. Biz yıllardır burada iç içeyiz, daha yeni gelen züppeler bizim aramıza giremez güzel kızım."
Konuştukça şaşkınlığıma öfke de ekleniyordu. "Teşekkürler amca." Telefonu kapatıp cebime koyduktan sonra bir süre boşluğa baktım. Şu an resmen benimle uğraşıyorlardı. O züppenin kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. Oteli satmadığım için benimle uğraşıyorlardı. Ama unuttukları bir şey vardı ki buradaki çoğu insanı paraları ile satın alamazlardı.
"Ne olmuş?" Chin Sun merakla bana bakarken derin bir nefes aldım. "Listeyi gönder, getirecekler."
"İyi de ne olmuş?"
Yerde duran ufak çapayı alıp ortancanın toprağını eşelemeye devam ettim. "Orospu çocukluğu yapıyorlar oteli satayım diye." Bu iş artık beni yormaya başlamıştı. Her gün kapıma geldikleri yetmiyormuş gibi bir de yıllardır alışveriş yaptığım yer ile konuşup bana mal verdirmemeye çalışıyorlardı. Ne kadar ileri gideceklerdi merak ediyordum.
"Çüş yani!" Chin Sun, şaşkınlıkla konuştuğunda kafamla onu onayladım. "Uğraşıp dursunlar bakalım." Ne yaparlarsa yapsınlar burayı onlara satmayacaktım. Bu otel boş kalabilirdi, faaliyete son bile versek yine satmayacaktım. Ben ölene kadar satmayacaktım işte.
"Bir süre sonra pes ederler." Chin Sun omuzuma patpatlayarak genişçe gülümsedi. "Ben listeyi göndereyim."
Chin Sun, yanımdan ayrıldıktan sonra iyice eğilerek diğer çiçeğin toprağını havalandırmaya başladım. Çiçeklerle uğraşmam gerekiyordu, enerjimi atmam gerekiyordu yoksa o koca oteli basıp hepsinin ağzına sıçacaktım. Acaba benim bunları şikayet etme hakkım var mıydı? Uzaklaştırma falan aldırırdım belki? Sonuçta psikolojik şiddet uyguluyorlardı, huzurum kaçıyordu. Bu konuyu bir ara Jin'e danışmam gerekecekti. Boşuna avukat olmamıştı, bir boka yaraması lazımdı.
Kolumdaki ince kordonlu saate baktıktan sonra alnımda biriken yerleri elimin tersi ile sildim. Her ne kadar akşam üstü olsa da güneş hala kavurucuydu.
"Jung Young?"
Arkamdan gelen tanıdık erkek sesi ile kaşlarım çatıldı. Yanlış duymuş olmayı umuyordum. Sesi benziyor olsun diye düşünerek ağır ağır ayağa kalktım ve arkamı döndüm.
Gördüğüm yüz ile gözlerim şaşkınlıkla kocaman açılırken onun da benim kadar şaşkın olduğunu görebiliyordum.
"Ne işin var burada?" Acaba böcekleri yata benim attığımı mı öğrenmişti?
"Jung Young'u arıyorum?" Gözleri tereddütle beni süzerken topraklı ellerimi önümdeki havluya silip kafamı aşağı yukarı salladım.
"Çok iyi. Peki neden?"
"Bu otelin sahibi olan Young sen misin?" Kafasının karışık olduğu surat ifadesinden belli oluyordu. Benim de bir miktar kafam karışmıştı. Benim ben olduğumu bilmediği halde buraya geldiyse burada ne işi vardı?
"Evet." Net cevabım karşısında önce kaşları çatıldı ardında gözleri kısıldı. Bir süre yüzüme baktıktan sonra elini ensesine atıp bıkkın bir nefes verdi. "Siktir ya!"
"Ne dedin sen?" Anında öne doğru bir adım atarak konuştuğumda ellerini havaya kaldırıp zoraki olduğu belli olan bir gülümseme sundu. "Sana demedim. İçine düştüğüm duruma dedim."
Hala neden burada olduğunu bilmiyordum ve bu uyuz adamın daha fazla burada kalmasını da istemiyordum.
"Ne söyleyeceksen söyle yoksa git."
Derin bir nefes alıp bana doğru bir iki adım attı ve aramızdaki mesafeyi az da olsa kapattı. O ne diyeceğini bilemez şekilde bana bakarken ben merakla onu bekliyordum.
"Aslında bir takım yanlış anlaşılmalar oldu. Biraz vaktin varsa oturup konuşabilir miyiz?"
Tavrı karşısında şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Bu uyuz adam neden böyle kibar davranıyordu ki? Kesin bir bokluk vardı.
"Vaktim yok. Yanlış anlaşılma da yok. Bildiğin beni işten artırdın ve saygısız dedin. Bunlar çok açık ve net gerçekleşen eylemler olduğu için yanlış anlaşılacak bir tarafı yok. Şimdi buradan git."
Yerdeki çapayı elime alıp tekrar çiçeklerime döndüm ama bu ego yığını vazgeçmemiş olacak ki bana daha çok yaklaşıp tepeme dikildi.
"Biraz medeni olsan? Yalnızca oturup konuşmak istiyorum."
Alayla gülüp bakışlarımı ona çevirdim. "Hem bana medeniyetsiz de hem de seninle oturup konuşayım?"
Kaşları çatılırken bıkkın bir nefes verdi ve kafasını sağa sola esnettikten sonra bakışları tekrar gözlerimi buldu. Eğildiğim için kafamı kaldırarak bakmak zorunda kalıyordum ve boynum ağrıyordu.
"Yabani misin kızım sen? Medeni medeni konuşalım diyorum işte."
Derin bir nefes alıp eğildiğim yerden kalktım ve alayla gülüp bir elimi belime koydum.
"Seni buradan tüm sahil boyunca elimde çapa ile kovalarım. Bana hakaret etmeyi kes ve buradan artık git."
"Manyak ya." Göz devirip konuştuğunda kafamla onu onayladım. "Manyağım. Daha net bir şekilde de ispat edebilirim."
"Bak tamam." Ellerini havaya kaldırıp zoraki bir şekilde gülümsedi. "Yanlış bir başlangıç yapmış olabiliriz ama yeniden de başlayabiliriz?" Elini bana doğru uzattığında önce uzattığı eline sonra yüzüne baktım ve kafamı iki yana salladım.
"İstemiyorum. Niye baştan başlayalım yani sebep ne olabilir ki? İstemiyorum. Eğer gitmezsen polis çağıracağım."
"Sabır." Dişlerinin arasından konuşup bakışlarını ortancalara çevirdi ve zoraki bir şekilde gülümsedi. "Ortancaları ben de çok severim."
"Ben sevmem, çok arsızlar. Bir tane dikiyorsun on tane açıyor." Annemden kaldığı için elbette seviyordum ama daha çok sevdiğim çiçekler elbette ki vardı.
Derin bir nefes alıp kafasıyla beni onayladıktan sonra kravatını gevşetip gömleğinin ilk düğmesini açtı.
"Tamam. Sen şimdi benimle insan gibi oturup konuşmak istemiyor musun?"
Elimdeki çapayı kafasına geçirmeme çok az kalmıştı, hissediyordum. Çok az böyle azıcık daha üzerime gelirse kafası ortadan ikiye ayrılacaktı ve ben keyifle izleyecektim.
"İnsan olsaydın elbette insan gibi konuşurdum ama bu şartlar altında pek mümkün değil. Git iki insanlık dersi al öyle gel." Elimi havada salladıktan sonra tekrar arkamı döndüm ve güllerin olduğu kısıma doğru ilerledim.
Ne istediğini neden benimle bu kadar çok konuşmak istediğini anlamıyordum. Belli ki böcekleri yata atanın ben olduğumu bilmiyordu. Merak ediyordum fakat muhatap olamamak adına sormuyordum.
"Ben kafayı yiyeğim ya." Onu umursamadan güllerin kuruyan yapraklarını toplamaya başladım. Biraz daha ısrar ederse cidden polis çağıracaktım. "Otel hakkında seninle oturup konuşmamız lazım." Söylediği şey ile bakışlarım anında ona döndü ve kaşlarım çatıldı.
"Neden?" Soruyordum ama aslında az çok tahmin de ediyordum. Oteli almak isteyen manyak bu manyak olabilir miydi?
"Jeon holdingin yönetim kurulu başkanıyım."
"Yani sahibisin?" Elimdeki çapayı daha sıkı kavrarken sinirle dudaklarımı birbirine bastırdım.
Kafasıyla beni onayladığında ise kahkaha attım. Şaşkınlıkla bana bakarken ona doğru bir iki adım attım ve tam önünde durdum.
"Otelimi almak isteyen sensin?" Tekrar kafasıyla beni onaylarken bakışlarında şaşkınlık vardı çünkü gülüyordum. Bu gülüşün cinnet öncesi gelen bir gülüş olduğunu birazdan öğrenecekti.
"Adi şerefsiz!" Elimdeki çapayı havaya kaldırdığım an ani bir hareketle elimi tutup ona vurmamı engelledi. "Ne yapıyorsun?"
"Öldüreceğim seni!" Boşta olan elimle omuzuna vurdum fakat çapa olan bileğimi hala tutuyordu. "Öldürüp kurtulacağım senden!" Ayağına bir tekme attığımda geriye doğru sendeledi ama yine bileğimi bırakmadı. "Bırak kolumu o koca kafanı yaracağım!"
"Lan dur manyak!" Diğer bileğimi de kavrayıp hareketlerimi kısıtladığında tekme atmaya çalıştım fakat kendini geriye doğru çekti. O geri geri giderken ben üzerine üzerine gidiyordum. Artık bir kere cinnet gelmişti yani.
"Kızım dur. Deli misin? Dinle lan bi."
"Ne dinleyeceğim seni be! Kabus gibi çöktün hayatıma. Seni öldürmemek için hiçbir nedenim yok!"
Ben tekmelemeye çalıştıkça o kendini geriye çekiyordu ve hala ellerimi tuttuğu için ben de onunla ilerliyordum. Yüzündeki şaşkınlığı ve öfkeyi dağıtmak istiyordum. "Bırak beni yüzüne tükürürüm."
"Bırakacağım ama bir şey yapmayacaksın?"
Alayla gülüp kafamı iki yana salladım ve tekrar bir tekme attım. "Öldüreceğim seni!" Kendini tekrar geriye çektiği an ne ara dibine kadar geldiğimizi anlamadığım havuzun içinde bulduk kendimizi.
Ellerimi havuzun içinde bile hala tutuyordu manyak herif. Elimdeki çapa kayıp gitmişti ve cinayet aletini kaybetmenin hüznü vardı içimde.
İkimiz şu yüzeyine çıktığımızda oldukça sinirli bir ifadeyle bana bakıyordu. "Yabani!" Dişlerinin arasından konuştuğunda kollarımı kendime çekip kurtulmaya çalıştım fakat başarılı olamadım.
Sert bir hareket ile beni kendine doğru çektiğinde bedenim bedenine yapıştı ve şaşkınlıkla gözlerim kocaman oldu. "Uslu dur. Gerçekten sabrım kalmadı." Yüzünü yüzüme eğerek konuştuğunda hala şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bedeninden uzaklaşmak adına tekrar çırpındığımda yine müsade etmedi ve beni tekrar kendine çekti. "Uslu dur diyorum inatçı seni."
"Bırak beni be egoist sapık!" Ben çırpındıkça o bana müsade etmiyor daha çok vücuduna yapıştırıyordu. Bugün de hava çok sıcaktı ya. "Avazım çıktığı kadar bağırırım sapık var diye. Bırak beni."
Ettiğim tehdit gülmesine neden olmuştu. "Biraz önce beni öldürmeye çalışıyordun yabani."
"Bana sıfatlar takıp durma kafa atarım."
"E sen de yapıyorsun?" Göz kırparak gülümsediğinde ondan kurtulmak için olan çabam hala devam ediyordu.
"Bırak dedim bak!" Ellerimi bıraktığında kurtulduğumu düşünürken bir anda elleri belimi buldu ve beni kendine resmen yapıştırdı hem de sarılarak. Gözlerim şaşkınlıktan yuvalarından çıkacaktı.
"Bence biraz sakin olursan ikimiz de çok mutlu olabiliriz?" Gülümseyerek konuştuğunda birkaç saniye şaşkınlıkla yüzüne baktım.
Hiç beklemediği bir anda da tırnaklarımı boynuna ve yüzüne geçirdim. Acıyla kendini geriye doğru çektiğinde sinsice gülümseyerek kenara yüzdüm. O hala havuzun içinde sızlanırken ben havuzdan çıkmıştım.
Elimi belime koyarak alaycı yüz ifademle gülümsedim. "Bir daha seni otelimde görürsem erkekliğini veda edersin! Pis sapık!"
"Dur manyak. Vereceksin bunun hesabını."
Kahkaha atarak ona arkamı döndüm ve elimi havaya kaldırarak orta parmağımı gösterdim. Hızlı ve bence bir o kadar da havalı adımlarla otele girdim. Bir an önce üzerimi değiştirmem gerekiyordu.
Manyak egoist bok. Bir de bana bel altı imalar yapıp yakışıklılığını kullanmaya çalışıyordu. Ben yer miydim bunları be? Ne bok olduğunu anlamıyordum sanki de beni kandıracaktı.
Bu oteli artık ben ölsem bile vermeyecektim.
Vote