Ahu ile Gül yoğun bakım ünitesinin önünde gördükleri manzara ile şaşkına döndüler. Devran yüzünü iki avucunun arasına almış hüngür hüngür ağlıyordu. Daha önce onu bu denli kötü durumda gören olmamıştı. Fethi bey için mi üzülsünler yoksa Devran için mi bilemediler. Babasının hayatından bir an için endişe eden Gül, odaya doğru koşup babası hala yaşıyor mu diye camdan içeriye baktı. Ağabeyinin bu durumu en kötüyü getirmişti aklına. Gördüğüyle ise de bir nebze de olsa rahatlamıştı. Adamın kalbi hala atıyordu. Ve onlar burada olduğu sürece de atmaya devam edecekti.
Ahu ise bambaşka bir boyuttaydı. Devran gibi dizlerinin üzerine çökerek aynı hizaya geldi onunla. Ellerinden tutup yüzünden çekti, aşağı doğru bıraktı. Devran kafasını yerden kaldırmadı ta ki boynuna dolanan kolları hissedene kadar. O da Ahu'ya sarıldı, o kadar sıkı sarıldı ki kızın kemiklerini kırabilirdi. Ama kıyıp da söylemedi bunu ona.
Sesi titreyerek ''ba...bam çok kötü durumda. Ben onu böyle görmeye dayanamam. Böyle yatamaz o, sıkılır, bunalır '' dedi.
''Sakin ol! Düzelecek. Babanın eskisinden daha sağlıklı olacağını düşün. Hem eski toprak o hemen pes etmez. Ve senin bu kadar çabuk pes etmen…toparla kendini Devran.''
''Biliyor musun babam bu haldeyken, tüm gece ben o rahat yatağımda hiçbir şey olmamış gibi uyudum. Sadece uyudum düşünebiliyor musun? Hissedemedim onun bu durumunu. Acısını...''
Aslında farkında değildi ama tüm gece uyuyamamıştı belirsiz bir sıkıntı ile cebelleşip durmuştu Devran.
''Bunu bilemezdin canım, kimse tahmin edemezdi. Şimdi ağla yeteri kadar ağla ki uyandığında seni ağlamaktan şişmiş gözlerle görmesin daha dinç çık karşısına. Benim yokluğumla oğlum çökecek diye düşünmesini istemezsin değil mi?''
''Üzülür değil mi benim için?''
''Elbette üzülür sizi böyle yıkılmış gördüğünde öldüm mü ki çocuklarım bu hale geldiler diye düşünmez mi?, Gül anlatırdı da o sizi her şeye karşı dirençli, hazırlıklı yetiştirdiğine inanıyormuş, çalışıyormuş. Bu haliniz onun istediğinin tam tersini gösterir, üzer.''
''Ama en çok Gül için üzülür değil mi?''
Ahu, Devran’ın bu son sözüne anlam veremese de üzüntüsüne yormak daha doğru gelmişti o an için. Altında yatan sebeplere inmek her zaman için mantıklı gelmiyordu ona.
''Evet onun için güçlü olmalısın fakat kendin içinde!''
Devran, koala gibi sardığı kollarını hemen Ahu'dan ayrılarak kardeşine doğru gitti onun ellerinden tuttu.
''Üzülme canım babamız iyileşecek. Hem şimdi seni bu halde görürse bana çok kızar, senin böyle üzülmene izin verdiğim için.''
''Onu böyle görmek çok acı ağabey.''
''Evet ama o seni böyle görürse çok üzülür şimdi toparla kendini. Bu gece buradayız, sana bir oda ayarlayayım ve babamızın durumu hakkında bilgi alıp geleyim beni bekle Ahu’nun yanında.''
''Bende geleyim ağabey hem oda falan istemiyorum. Babam hasta yatarken ben… ''
''Hayır ben gider gelirim. Ahu sen ilgilenir misin?''
Ahu, kafasını sallayarak ''tamam canım ben burdayım merak etme''dedi.
Devran sevdiğine minnet dolu gözlerle bakıp doktorun yanına giden merdivenleri ağır ağır tırmandı. boynu büküktü tıpkı annesini yitirdiği dönemler gibiydi. Sanki bir anda birkaç yaş yaşlanmıştı. Hayır hayır o masum çocuk geri dönmüştü. Koca beden de minicik bir ruh!
Doktordan babasının durumunu aşağı yukarı öğrendikten sonra rahat bir nefes aldı. İyileşmemesi için bir neden görünmüyordu şu an için. Sonra hemşire odasında olduğunu öğrendiği babasının özel eşyalarını teslim aldı hemşireden. Poşeti elinde evirip çevirdi. Baktı içindekilere. İlk defa eline geçen telefonu kurcalama gereği duydu. Merak çok kötü bir şeydi, anlayacaktı. Fakat pahalıya mal olacaktı bu. Teker teker açıp inceledi her bir uygulamayı. Gördüğü şeyle donup kaldı. Ne kadar süre öyle kaldığını bilemedi.
Devran, aşağıya indiğinde neredeyse akşam olacaktı. Manasızca etrafına göz gezdirdi. Bir şeyler arıyor da bulamıyor gibiydi. Kafasını kapıya doğru çevirdiğinde Poyraz’ın kendisine doğru geldiğini gördü. Elindekileri cebine sıkıştırarak ona doğru yönlendirdiği adımlarını hızlandırıp arkadaşına yaklaştı. Tokalaşıp geçmiş olsun dileklerini kabul etti.
''Nasıl olmuş bu olay niye bize haber vermediler Devran?''
''Bilmiyorum, bana da haber veren olmadı. Gül’ü aramışlar öyle geldim bende. Tesadüfen duydum yani. Şimdi doktorla konuştum sadece kalp krizi geçirdiğini bu gece de kontrol amaçlı yoğun bakımda kalacağını söyledi.''
''Çok büyük geçmiş olsun kardeşim şimdi iyi mi Fethi amca? ''
Buz gibi bir sesle ''Evet iyiymiş durumu, yaşayacak. Sağ ol bu arada sen nasıl öğrendin?'' diye sorarken aynı anda kardeşiyle kız arkadaşına doğru hareket ettiler.
''Defileyi haber vermek için Gül'ü aradığımda söyledi. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyorum inan ki.''
Devran teşekkür ederek ‘’neden inanmayayım oğlu gibi sever seni ’’ dedi arkadaşının yanına gelen kıza kitlenen bakışlarına takıldı gözleri. Tanıştırmak zorunda hissetti kendini. O gün bugünmüş diye içinden geçirmeden edemedi.
''Poyraz, bu kız arkadaşım Ahu. Ahu buda Poyraz.”
Yüzeysel bir şekilde tanıştırmak yeterli geldi. Zaten derdi başından aşkındı. Bir de Poyraz’ı çekemezdi. Ama Poyraz durmuyordu. Ne hastaneden anlıyordu ne hastadan.
Poyraz, Ahu'nun elini tutup dudaklarına götürürken ''Kıskanç adam! hiç değişmeyeceksin bu güzellikle niye daha önce tanıştırmadığın anlaşıldı. Korkma almam yengeyi elinden. Tanıştığımıza memnun oldum yenge'' dedi.
Ahu ''Bende memnun oldum'' derken adamın söylediklerinden rahatsız olduğunu belli edercesine elini çekip arkasına sakladı. Yabani bir kız gibi görünmek istememişti ama rahatsız olmuştu nedensizce. Adamın fazla samimi hallerinden böyle olduğunu düşündü ama çok sonra…
Poyraz’ın tavırlarından hoşnut olmayan Devran bıkkınlıkla saldı nefesini.
''Saçmalamayı bırak artık Poyraz. Ahu, Gül nerede?''
''Ayarladığın odaya götürdüm dinleniyordu, hah!..’’ İleride görünen arkadaşını işaret etti ‘’ o da arkanda geliyor işte. Devran neden geç kaldın? Babanın durumu neymiş? Hemşireden bir şeyler öğrenmek istedik de pek söylemedi.''
Devran kollarını karşıdan gelen kardeşine uzatarak sarılmasını beklerken ''Gel Gül gel. Babam iyi Ahu. Bu gece ben buradayım. Poyraz da sizi eve bırakacak.'' dedi.
Gül ağabeyinin karşısında durdu.
''Hayır ağabey kalmak istiyorum seninle, uyandığında ilk ben görmeliyim onu.''
Sıkıntıyla soluyan Devran ''Merak etme sen göreceksin zaten! Şimdi söz dinle eve git'' diyerek yanlarından uzaklaştı. Sinirli çıkışına kimse anlam veremedi.
Ahu arkadaşının koluna dokunarak kendisine bakmasını sağladı.
''Hadi Gül seni eve bırakalım da geri geleyim ben.''
''Canım, ben eve gitmeyeceğim babam da kalacağım bugün, sen Devran ile ilgilen istersen ya da eve git dinlen yoruldun sende. Beni eve bırakırsın değil mi Poyraz ağabey?''
''Tamam arabada tartışırız kimin nereye gideceğini. Ben emrinize amadeyim bu gece. Hanımlar önden…''
Ahu'nun gözü bir elini ve kafasını hastane odası camına yaslayan adama takıldı. İçine sinmedi onu öylece bırakıp gitmek. Birden atılarak '' Gül madem evine gideceksin ben burada kalayım. Evde de tek kalmamış olurum'' dedi.
Gül, bir ağabeyine bir Ahu 'ya baktı sonra ''tamam ona iyi bak'' diyerek arkadaşıyla vedalaştı.
Gül ve Poyraz giderken, Ahu sevgilisine arkadan sarıldı. Genç adam görmese de o olduğunu anlamıştı. Kim ona böyle şefkatle yaklaşırdı ki ondan başka? Arkasına bakmadan ''neden gitmedin?'' diye sordu.
''Seni burada bir başına bırakacağımı düşünmedin inşallah.''
''Şimdi de Gül yalnız kalacak.''
''Merak etme Poyraz ağabeyine emanet ettim. O iş bende dedi.''
Devran Ahu'nun ellerini çözdü yüzünü ona döndü güzel sevgilisinin her zerresini gözleriyle taradı. Daha sıkı bir şekilde sarıldı ''çok teşekkür ederim çok'' dedi.
&&&&&
Defne ise akşam yemeğinden sonra ölüm sessizliği hakim olan evde kendisine ait olan bölüme geçti. Yaşadıklarını tek başına yüklenmek ağır gelmişti Ulaş’a anlatamayacağına göre daha önce de düşündüğü gibi Ahu’ya anlatsa belki rahatlardı. Uzun uzun çaldırdı arkadaşının telefonunu tam ümidi kesip kapatacağı anda açıldı.
Arkadaşının ''Efendim canım'' diyen sesi ağlamaklı geliyordu. Tam sırasıydı diye düşündü Defne, kendi derdini anlatamadan dert dinleyeceğe benziyordu. Zaten sıkkın olan canı daha da sıkıldı. Birisi de Defne bu halin ne olacak deseydi ya? Nerdeee diye düşündü. Şu an hayatta en son yapmak, sormak istediği şeyi sordu.
''Canım iyi misin? Sesin kötü geliyor sanki.''
''Ben iyiyim de arkadaşımın babası hastanede onun yanındayım. Çok üzgün dolayısıyla bende üzülüyorum. ‘’
‘’Hımm anladım çok geçmiş olsun.’’
‘’Sen nasılsın?''
Defne, sanki Ahu onu görüyormuş gibi eliyle kendini göstererek konuşmaya başladı.
''Ben mi? Ben tahmin edemeyeceğin kadar iyiyim. Seni özlemiştim malum memlekettesindir diye görüşememiştik. Sorayım bir halini hatırını dedim.''
''öyle mi ? Teşekkür ederim. Haklısın görüşemedik ama ben memlekete hiç gidemedim ki?''
''Yaa öyle mi?''
''Evet canım.''
''Anlıyorum neyse müsait bir anında ara da görüşelim.''
''Bir şey olmadığına eminsin değil mi Defne?''
Defne ''Evet merak etme iyiyim sorun yok, arkadaşınla ilgilen geçmiş olsun her ikinize de. Bu arada ders çalışmana engel olup seni hastanelere taşıyan arkadaşını merak ettim. Bu konuyu da ayrıca görüşeceğiz'' deyip Ahu'nun konuşmasına fırsat vermeden telefonu kapattı. Bu gidişle yalnızlıktan kırılacaktı Defne. Normalde en gereksiz anlarda binbir fikirli arkadaşlar çevresinde üşüşür şimdi adamakıllı kimse yoktu.
Ahu oturduğu masa da başını sağa sola sallayıp kendi kendine gülerken Defne'ye hak vermeyi de ihmal etmiyordu. Kısa zamanda hem bu adama alışmış hem de okulunu unutturacak kadar sevmişti. 'Tostlar hazır' sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Ayağa kalktı iki tane de çay alıp Devran’ın yanına gitti.
Genç adam elindeki saate ve telefona bakıp iç çeke çeke ağlıyordu. İyi ki Gül beni böyle görmedi diye düşünmekten de kendini alıkoyamıyordu. Böyle bir anda bile onu düşünmek zorundaymış gibi hissediyordu garip bir şekilde. Ahu elindeki tepsiyi boş bir sandalyeye bıraktı Devran’ın önüne diz çökerek göz göze gelmeyi sağladı yeniden.
''Bilmediğim bir şey mi var canım?''
Bu adam, kızın tüm sınırlarını zorluyordu. Kullanmaya çekindiği kelimeleri adamın gözünün içine bakarak rahatça kullanabildiğini gördü Ahu.
Devran bu yumuşak ezgilerle şarkı mırıldanır gibi çıkan sesin sahibine ağlamaklı gözlerle içten bir gülümseme bahşetti. İyi ki bu kız sevgilim, iyi ki bugün 'git' dediğimde gitmedi dedi iç sesiyle. Dışından söylese de Ahu şımarıklık etmez havalara girmezdi ama diyemedi.
Devran ''Yok bir şey her şey daha önce anlattığım gibi'' dedi ama bu cümleyi gözlerini kaçırarak kurmuştu.
Ahu bir şeylerin ters gittiğini anlasa da üstelememeyi tercih etti. Nasılsa anlatırdı bugün değilse yarın...
Ahu ''Peki öyleyse bir şeyler yiyelim açlıktan bayılırsan seni kaldıramam biliyorsun'' dedi şakayla karışık.
'' Sen ye istersen ben tokum çay içsem yeter.''
''Tamam ben de tokum, senin için almıştım zaten. Çay bana da yeter.''
Nasıl da çok yönlü ikna kabiliyeti vardı bu kızın şimdi de yemek yememekle tehdit ediyordu gizliden gizliye. Yine başarılı oldu. Devran farkında olmadan bu tavırları bir bir kaydediyordu belleğinde.
Devran , pes eden bir edayla ''Tamam beraber yiyelim çöpe gitmesin bari'' dediğinde Ahu'nun mutluluğu gözünden okunuyordu.
&&&&&
Poyraz Gül’ü eve bıraktığında bu gece onun zorunlu misafiri olduğuna da ikna etmişti. Devran her ne kadar duyduğunda hoşlanmayacak olsa da gidip onun yatağına uzandı. rahatına da pek düşkün diye düşündüğü adamın yatağında iyice kaykıldı. Kendine de isteyecekti aynından. Ne kadar da alışmıştı bu komşu aileye. Kendi anne babası ne kadar zamandır yanında değildi fark etmemişti bile. Sahi yarın gece defile vardı ve onlarda muhtemelen sabah evde olacaklardı. Hiçbir zaman kaçırmazlardı Poyraz'a ait moda gösterilerini. Tek evlatlarına bu güzelliği çok mu göreceklerdi.
Erken uyanıp Defne'yle podyumda yürüyüş provaları yapacaktı daha. 'Umarım yanlış bir karar değildir o kızı baş model yapmak’ diye içinden geçirdi genç adam. Fakat neye mal olursa olsun yapacaktı çünkü bu kızı istiyordu. Belki uğraştıracaktı ama kimse Poyraz’a hayır diyemezdi eninde sonunda onun dediği olurdu. Derin düşünceler göz kapaklarını ağırlaştırmıştı iyice. Hemen uykuya daldı.
Gül ise odasında dolandı durdu Poyraz abisinin ısrarlarına rağmen yemek yiyememişti. Uyuyamayacağını da anladı. Ahu'yu arayıp son durumu sormuş bir değişiklik olunca aramasını rica etmişti. Hala ses yoktu. Babasının odasına gitti, yatağına uzandı. Evde olsa hiç hoş karşılamazdı bunu. Yastığına sarılarak ağladı uzun bir süre. Babası gibi kokuyordu bu yastıkta oda da . Sonra babasının onu eve getirdiği ilk günü hatırladı. Aslında hiç unutmamıştı. Sert rüzgarın hakim olduğu bir sonbahar günüydü. Fethi bey o kimsesiz kızı köyden alıp, getirirken 'ben artık senin babanım 'demişti. O da usulca kabullenmişti. Babam değilsin demeye çekinmiş hatta korkmuştu. Araba eve doğru ilerlerken rüzgara aldırmadan açık camdan kafasını dışarı çıkarıp bol ağaçlı yoldaki tüm ağaçları saymaya çalışmıştı. Annesinin öğrettiği kadarıyla, yani sadece ona kadar sayabiliyordu. Kaç tane on saydı kendi de hesaplayamadı. Uzun bir yolculuktan sonra evinin bahçesine girdiğinde kendisinden büyük bir çocuk görmüştü. O soğukta bahçe de ellerini çenesine koymuş öylece oturuyordu.
''Amca kim bu ağabey? '' diye sorduğunda Fethi Bey'in çatılan kaşlarının aksine yumuşak çıkan sesi Gül’ü de şaşırtmıştı.
''O senin ağabeyin... benim de.... Oğlum'' demişti zorlanarak da olsa.
''Şimdi git ve tanış onunla seni çok sevecek. O çok iyi bir çocuk'' demişti açık yüreklilikle. Gerçekten de ağabeyi onu sevmiş ona evlatlık olduğunu hiç hissettirmemişti. Ne yaparsa yapsın hep arkasında olmuştu bu aile.
Zaman zaman ağabeyinin babasına Fethi Bey demesine, mesafeli duruşlarına anlam veremese de gerçekten sevmişti onları, minnettardı. Her zaman çok sevip sayarak bu minnetini onlara hissettirmişti. Gecenin geç saatlerine kadar geçmişlerini düşünüp ağlamaktan bitap düşüp uyudu genç kız da.