bc

NİKAHSIZ ( KUMA +21)

book_age18+
17.9K
FOLLOW
243.6K
READ
dark
love-triangle
contract marriage
family
HE
fated
forced
opposites attract
second chance
friends to lovers
arranged marriage
stepfather
mafia
heir/heiress
drama
tragedy
bxg
kicking
campus
small town
secrets
cruel
musclebear
polygamy
like
intro-logo
Blurb

Şiddet ve detaylı cinsellik içerir!

Üzerimde beyaz gelinlik, kendimi ait hissetmediğim bir odada, yatağın kenarına oturmuş, ilk kez bugün yüzünü gördüğüm o adamı bekliyordum. Aramızda on yaştan fazla olduğu kesindi. İçeri girdiğinde kapıyı sertçe çarptı. Gözlerinde nefretin her tonu vardı. Ama benden nefret edeceği hiçbir şey yapmamıştım.

" Tek yapman gereken karımla benim çocuğumuzu doğurmak. "

"Sen evli misin? Böyle bir şey yapmayacağım. Ben KUMA olmak istemiyorum. "

" Seni bunun için satın aldık. Şimdi görevini yapmak için bekle. "

" Satın almak mı?"

" Haberin yok gibi davranmayı kes. Masum ayakları da yapma. Seninle ilgili hiçbir şey umrumda değil. Doğurgan olman dışında ve baban bu konuda garanti verdi. "

Ben garanti belgesi olan bir eşya mıydım?

" Haberim yoktu. Bana sormadın ki. Bırak beni gideyim. "

Başım tokadın etkisiyle savruldu. Ve yatağa düştü. Dudağımdan sızan kan beyaz çarşaf üzerinde leke bıraktı. Benim kabusum böyle başladı.

chap-preview
Free preview
PROLOG
Benim adım Zerya. Benim hikayem, 18 yıl önce Mardin ’in unutulmaya yüz tutmuş, taş evleri, dar sokakları, kışları ayaz, yazları cehennem sıcağına dönen küçük bir köyünde başladı. Gözümü açtığımda, dünyanın adaletsizliğini annemin gözlerinde gördüm. Annem... Güçlü kadındı aslında. Ama bu topraklarda kadınların gücü çoğu zaman sadece katlanabilme yetenekleriyle ölçülüyordu. Annem bana nasihatler ederdi. Onun hayatı zaten başlı başına bir ders gibiydi. Bana öğrettiği en önemli şey verdiği nasihatler değildi, bana öğrettiği en önemli şey fazla cesaretin aptallık olduğuydu. Üç çocuğu vardı annemin. Abim, benden beş yaş büyük; ablam, üç yaş büyük; ve en küçükleri bendim. Ama bizim doğduğumuz evde, bir kadının üç çocuk doğurması bile ahırdaki öküz kadar değer etmiyordu. Babamın gözünde annem, çocuk doğuran, yemek yapan, dayak yiyen, susturulan bir kadından fazlası olmadı hiç. Şiddet... Onun için yeni bir şey değildi. Bazen gece yarısı uyanır, annemin sessizce ağladığını duyardım. Bazen de sesler öyle yükselirdi ki, köyün öbür ucundan duyulurdu. Babam bazen içip gelir, bazen hiçbir sebep yokken öfkelenirdi. Annem genelde karşılık vermezdi. En fazla, biz duymayalım diye yutkunurdu. Yutkunamadığı zamanlar ise babam daha fazla öfkeli bir hal alırdı. Ama bir gün... O gün farklıydı. Altı yıl önce, canına tak etmişti artık. Babamın o geceki öfkesi belki son damlaydı. Sabahın ilk ışıklarıyla bize, üç çocuğuna, sessizce hazırlanın dedi. "Gidiyoruz." dedi sadece. Nereye? Nasıl? Kaçarken geride ne bırakacağız? Bunları sormadık. Çünkü annemin gözlerinde ilk kez umut gördük. Köyden şehre gittik. Otobüse bindik. Annem her şeyi göze almıştı. Dedikoduları, lanetleri, peşimize düşecek insanları... Bu köyden kurtulacaktık. Annem bu zinciri kıracaktı. Ablam, "Anne, tuvalete gideceğim." dedi. Annem başını salladı. "Çabuk ol kızım. " O gelecek ve biz başka bir hayata yol alacaktık. Ablamdan ayrıldığım o an, hala gözümün önünde. Tuvalete giderken bana arkasını dönüp gülümsemişti. Ben de ona el sallamıştım. O gülümseme... son kezdi. Babam nasıl bulmuştu bizi? Kimden duymuştu? Sonradan anladım. Meğer bizi kendi kanımız satmış: Abim. Abim... Onu o anda çözemedim. Babamın ellerinde şekillenen bir heykel gibiydi. Babam ona ne verdiyse aldı. Ne öğrettiyse benimsedi. Annem göremedi onun içindeki karanlığı. Annelik, evladın kötülüğünü görmeyi reddetmekti bazen. Belki de umut işte. Babam otobüse bindi. Kalabalığın içinde annemi kolundan yakaladı. Kadıncağız direnemedi bile. Ben annemin koluna asıldım: "Anne!" Abim kolumdan tutup geri çekti. "Bırak!" dedi kısık sesle. O an anladım. Her şeyi babama o anlatmıştı. Bizi otobüsten indirdiler. Abim beni babama doğru itti. Lavaboya doğru ablamı almaya gidecekti ki babam polis o tarafta gördü. " Gel buraya gidiyoruz. " dedi abime. Anneme de; " Sesini çıkarırsan sıkarım kızının gırtlağını. " dedi. Bizi zorla yürüttüler. Arabaya bindik, yola çıktık. Her kilometre annemin gözlerinde ayrı bir umudu öldürdü. Köye döndüğümüzde babam hemen jandarmaya gitti. "Kızım kayboldu." dedi soğukkanlılıkla. Jandarma geldi, araştırdı. Annem ablamın nerede olduğunu deli gibi merak ediyordu. Bu yüzden hiçbir şekilde kaçmayı denemedi. Babamın düşüncesi yaşı tutmadığı için ablamın ona getirileceğiydi. Annem babamın anlattığı hikayeyi anlattı her seferinde. Başı doğru sonu yanlış bir hikaye. Annem, abim, ablam ve ben İstanbul' a annemin bir akrabasına gidecektik. Biletler ablamdaydı. Abim valizimizi taşıdığı için bileti ablam almıştı. Annem ona yaşam hakkı sunulmadığı için pek tahsilli biri değildi. Ablam hesap işlerinden daha iyi anlardı. Aslında buralar doğruydu. Ama sonrası... Babamın bize söylettiği, ablamın otogarda kaybolduğu, bizimde onu ararken otobüsü kaçırdığımız oldu. Jandarma araştırdı. Ablam İstanbul otobüsüne binmişti ama oradaki akrabalarımıza hiç gitmemişti. Biz onu ararken o otobüse bindi biz görmedik sanıyorlardı. Ablamı hep çok merak ettim. Üzerinde fazla bir para yoktu. Annem bileziklerine güveniyordu ama onlar annemin kolunda kalmıştı. 15 yaşında tek başına İstanbul' da ne yapmıştı da polis hiç iz bulamadı. Babam jandarma gelmez olunca ; "İnsan gibi davranmak hataydı." dedi. Ve bizi cezalandırmaya karar verdi. Annemle beni ahıra kilitledi. Nemli taş duvarların arasına, saman kokusuna, loşluğa hapsetti. Karanlıkta titreyen annemi izledim. Onun ne kadar güçlü olduğunu orada, o ahırda anladım. "Korkma kızım." derdi her gece. Ama sesi titrerdi. Ben hiç korkmadığımı söyledim ona. Oysa ödüm kopuyordu. Her sabah babam gelir, kapının kilidini kontrol ederdi. Abim de her defasında sessizce izlerdi. Bazen göz göze gelirdik. Ben onda abimi değil, babamın bir yansımasını görürdüm artık. Ablam ise... Onu her gece düşündüm. Hala da düşünüyorum. O büyük şehirde ne yaptı? Birileri ona yardım etti mi? Yoksa o da başka bir cehenneme mi düştü? İşte benim hikayem böyle başladı. İçinde korku var. İçinde ihanet var. İçinde umut var. Ve hala içinde yanıtlanmamış sorular var. Ben Zerya ’yım. Ve bu daha başlangıç. .... Babam jandarmanın artık gelmeyeceğinden emin olduğunda, sanki içindeki tüm şeytanlar serbest kaldı. Daha vahşi, daha acımasız, daha korkunç biri oldu. Annemin o gün o otobüse binmeyi denemesi, onun gözünde affedilmez bir suçtu. Babamın dünyasında, erkek ne yaparsa yapsın, kadın susmalıydı. Kadın dayanmalı, katlanmalıydı. Gitmek, hakkı bile değildi. Onun gözünde bu; aileye, erkeğe, namusa ihanet demekti. Babam için annem artık sadece bir beden, sadece bir günahkardı. Bizi her gün dövmeye başladı. Özellikle annemi. Yumrukları, tekmeleri, bazen eline geçen ne varsa. Her defasında sanki içindeki nefretin bir parçasını kusuyordu üzerine. Annem susuyordu. Gözleri boş bakıyordu artık. Bazen ben dayanamayıp araya girerdim, beni de iter, bazen vururdu. Yemek diye verdiği şey artık neredeyse hiç yoktu. Çoğu zaman açtık. Abim… O bazen acır gibi olurdu. Arada bize artan ekmeğini, bayat bir çöreği, bazen de tabağında kalmış üç lokma yemeği getirirdi. Ama asla babama karşı gelmezdi. Onun gözünde hala babam bir ‘erkek’ti. Güçlüydü. Haklıydı. Belki de korkuyordu, bilemiyorum. Annem bana gelen o azıcık lokmaları hep bana yedirmeye çalışırdı. “Sen ye kızım. Senin yaşaman gerek…” derdi. Ama sesi eskisi gibi değildi. Zayıflıyordu. Gücü kalmıyordu artık. Gözlerinin altındaki morluklar, çürükler iyileşemiyordu bile. Ve sonra... Babam her dövdüğünde "Bir gün elimde kalacaksın kadın!" derdi. O gün geldi. Ben o günün sabahını hiç unutmuyorum. Annem yere düştü, babam hala vurmaya devam etti. Ses çıkarmıyordu artık. Sadece başı yana kaymıştı. Gözleri tavana boş boş bakıyordu. “Anne? Anne?” dedim. Dokundum. Hareketsizdi. Annem, o ahırda, taş duvarların arasında, açlıktan, dayaktan, çaresizlikten öldü. Babam birkaç dakika hiçbir şey yapmadan oturdu başında. Pişman oldu mu? Asla. Sonra hiç acele etmeden kalktı. Onu bir battaniyeye sardı. Kapıdan çıkardı. Nereye götürdü, bilmiyorum. Geri gelince hiç konuşmadı. Sadece eski haline döndü. Cenazesi bile olmadı annemin. Duaları okunmadı. Bir mezar taşı bile yok. Sanki hiç yaşamamış gibi. Babam, köyde annemin İstanbul’ a ablamı aramaya gittiğini söyledi. Ablamın kaybolmuş olması ona büyük cesaret verdi. Jandarma, polis bulamamıştı. İnsanlar da ona inandı. Kimse sormadı, kimse sorgulamadı. "Kadın aklı işte, dayanamadı kaçtı." dediler. "Kızını aramaya gitmiş." dediler. Annem köyde herkesin gözünde kötü kadın oldu. Arkasında bir tek iz bırakmadan silindi. Onun taşıdığı onca acı, onca fedakarlık... Hepsi bir yalandan ibaret oldu. .... Ve ben… Annemin öldüğü o ahırda kaldım. Altı yıl boyunca, çocukluğumu, gençliğimi, insanlığımı o taş duvarların arasında bıraktım. Zamanımın çoğu orada geçti. Babam bazen gece eve gelmezdi. O zaman zinciri takardı bileğime. Paslı, kalın, ağır bir zincir. Kaçamayayım, kimseye ulaşamayım diye. Zincirin sesi hala kulağımda çınlar. Her halkasında bir günah, bir zulüm asılıydı sanki. Kış başka bir işkenceydi. Ahırın taş duvarları buz keserdi. Nefesim havada beyaz duman olurdu. Üşüdüğümde dişlerim birbirine vurur, vücudum titremekten yorulurdu. Elbiselerim inceydi, çabuk eskirdi. Bazen üzerime atılan eski bir keçeyle geceyi geçirirdim. Ama titremeyi durduramazdım. Yazsa… Yaz ayrı bir cehennemdi. Havasız, rutubetli ahırda terden sırılsıklam olurdum. Böcekler, sinekler, akrepler… Uyurken üstümde yürüyen haşerelerin sesini duyardım. Uyuyamazdım çoğu zaman. Yemek desen… Zaten yoktu çoğu zaman. Babam kafasına estikçe verir, çoğu zaman vermezdi. Abim bazen yine acıyıp gizlice bir parça kuru ekmek getirirdi. O ekmeği yerken ağlamamak için dudaklarımı ısırırdım. Annem aklıma gelirdi her lokmada. "Sen ye kızım, sen yaşa…" diyen sesi kulaklarımda yankılanırdı. Köy… Aslında herkesin bildiği ama görmek istemediği bir mahşer yeriydi benim için. Evler birbirinden uzak olduğu için kimse ahırdaki hayatımı tam olarak görmüyordu belki. Ama bilenler vardı. Görenler de oldu. Babam bazen zinciri takarken bile yakalanırdı gözlere. Ama kimse bir şey demedi. Babamın hikayesi köyde tek gerçek kabul edildi: "Karısı kaçtı." "Büyük kızı kayboldu." "Küçük kızını da kontrol altında tutuyor, mecbur." Bu kadar basitti herkes için. Erkekti babam. Onlara göre 'namusunu' koruyordu. Bazıları gözlerini kaçırırdı beni görünce. Bazıları acır gibi bakardı. Bazıları duymazdan gelirdi. Ama hiç kimse dur demezdi. Babam, gerçekten dur deyecek kişilere zaten göstermezdi. Ya onlardan saklardı ya da onlara başka hikayeler anlatırdı. Köyün ileri gelenlerine karşı çok farklı bir adam olurdu. Onların gözünde hala zavallı, terk edilmiş, çaresiz bir koca; kayıp kızı için dua eden bir baba… İşte ben o ahırda böyle büyüdüm. Bileğimde zincirin izi kaldı. Ruhumda daha derin izler… Her gün dua ettim: Bir gün bu zincir kopacak. Bir gün ben de çıkacağım buradan. Ve kimse bana bir daha zincir vuramayacak. Galiba fazla hayalperest biriydim.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.6K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.8K
bc

HÜKÜM

read
222.6K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
518.5K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook