Sonbahar, Şırnak ’a ağır ve yorgun bir hüzünle çökmüştü. Güneş kendini göstermekte zorlanıyor, rüzgar arada bir hafifçe saçlarımızı savuruyordu. Sararan yapraklar, yol kenarlarında biriken tozla karışmıştı. Gökyüzü griydi ama içimdeki kasvetin yanında rengarenk sayılırdı. Araba yola devam ederken, ablam pencereye dönük, Şırnak’ a yıllar sonra ilk kez bakıyordu. Yüzünde ne merak vardı ne de şaşkınlık. Belki de hepsini içine saklamıştı. Zülal bu; hep öyleydi. Ne düşündüğünü anlamak, dikenlerin arasından çiçek toplamak gibiydi. Güzeldi, gösterişliydi ama bir o kadar da dikenliydi. Agit önde, sessizliğini bozmadan şoföre kısa talimatlar veriyor, bazen birkaç cümleyle nerede olduğumuzu açıklıyordu. Her zamanki gibi, kısa ve öz. O anlatırken ben de kafamda harita çizmeye çalışıyor, hangi soka

