İLK KURBAN: MERT
Kadın onu barın loş ışığında ilk gördüğünde, kadehini dudaklarına götürmeyi unuttu.
Adam köşede tek başına oturuyordu. Bakışları kimseyi aramıyordu. Ama aranmamak, her zaman bulunmaktan daha tehlikeliydi. Üzerinde koyu bir ceket vardı. Omuzları genişti. Duruşu yorgun ama kendinden emindi.
Kadın, bardağını yavaşça masaya bıraktı.
Topuklarını hissederek ayağa kalktı.
Av, seçildi.
Yanından geçerken parfümünü özellikle adamın üzerine bıraktı. Bilerek… Hesaplayarak… Adam başını çok az çevirdi. Sadece bir an. Ama o an yeterdi. Kadın onun gözlerine yakalanmıştı.
Bir süre sonra adam da ayağa kalktı.
Kapının önünde çarpışmaları bir tesadüf değildi.
“Çok mu sert çarptım?” dedi kadın, parmaklarının istemsiz gibi adamın göğsüne değmesine izin vererek.
“Bazı çarpmalar insanın dengesini bozar,” dedi adam alçak bir sesle.
Kadın gülümsedi.
“Bozulmak bazen iyidir.”
Birlikte yürümeye başladılar. Hava serindi ama aralarındaki mesafe gittikçe ısınıyordu. Kadın konuşurken bazen duruyor, bazen bilerek susuyordu. Suskunluk, erkeklerin en zayıf noktasıydı.
“Adın?” dedi kadın.
“Mert.”
Kadın başını yavaşça eğdi.
“Benimki… bu gece sana göre değişebilir.”
Mert güldü. Ama gülüşü kısa sürdü. Çünkü kadın yürümesini yavaşlatmış, kalçasını ona çok yakın bir ritimde hareket ettirmeye başlamıştı. Bilerek… Fark edilmek için…
Adamın nefesi ağırlaştı.
“Sokak lambası yüzünü çok güzel aydınlatıyor,” dedi Mert.
Kadın durdu.
Işığın tam altına girdi. Yüzünü ona çevirdi. Gözlerini kaldırdı.
“Yüzümü değil,” dedi fısıltıyla,
“Beni izliyorsun.”
Kapı kapandığında evin içi karanlık bir sıcaklığa büründü. Kadın ışığı tamamen açmadı. Yarı karanlık… Yarı gizli…
Ayakkabılarını çıkarırken Mert hâlâ ayakta bekliyordu. Kadın sırtı ona dönük halde ağır ağır kıyafetinin askısını omzundan kaydırdı. Bilerek… Çok yavaş…
“Yaklaşabilirsin,” dedi.
“Isırmam.”
Mert arkadan yaklaştığında aralarındaki temas bir çarpışma gibi değildi. Bir sızma gibiydi. Kadının beli adamın sıcaklığını hissetti. Nefesler karıştı. Tenler konuşmaya başladı.
Kadın yavaşça arkasını döndü. Aralarındaki boşluk artık yoktu. Adamın parmakları kararsızca beline kondu. Kadın onun kararsızlığını kalçasıyla ezdi.
“Bu kadar kontrol… yorucu olmalı,” dedi.
“Bırak.”
Dudakları birbirine değdiğinde zaman yine çözüldü.
Öpüşme derinleşti. Yavaş başladı. Sonra sabırsızlaştı. Mert onu belinden kavradı. Kadın boğuk bir nefes verdi. Sanki ilk kez dokunuluyormuş gibi… Ama aslında sonun başlangıcını yaşıyordu.
Yatak odasına geçtiklerinde artık kelimelere gerek yoktu. Dokunuşlar karanlıkta daha cesur olurdu. Kadın adamı yavaş yavaş yatağa yönlendirdi. Kontrol tamamen ondadır artık.
Saatler sonra Mert, yorgun ve savunmasız bir halde uykuya teslim oldu.
Kadın ise uyanıktı.
Sessizce doğruldu. Üzerine düşen ay ışığı bedenini bir hayalet gibi gösteriyordu. Mutfaktan bıçağı aldı. Elleri titremiyordu. Kalbi hızlanmıyordu. Bu, onun için bir alışkanlıktı artık.
Yatağın kenarına oturdu. Adamın göğsü düzenli inip kalkıyordu. Kadın bir an parmağını onun dudağına sürdü.
“Beni asla tanımadın,” dedi.
Bıçak indi.
Ve gece, bir nefes daha eksildi.
Kadın üstünü giyindi. Kapıda durdu. Arkasına son kez baktı.
“Arzunun bedeli her zaman aynıdır,” dedi.
“Hayat.”
Defterinde yeni bir isim daha vardı: MERT