Düşünmek bir yana dursun, aklımın ucundan dahi geçmezdi evlilik işi.
"Hasta mıdır nedir ya? Oğluyla evlenecekmişim!"
Ayaklarımı yere vura vura villanın üst sokağına kadar çıkmıştım. Adam bana resmen göz koymuş. Eminim ki oğlunun bu saçma sapan fikirden haberi dahi yoktu.
***
"Çok uzak kalıyor, yoruluyorum Rasim amca."
İki saattir o villaya tekrar gitmeyeceğimi anlatmak için dil döküyordum ama nafile...
"Şoför her gün götürecek seni."
Yaşadığım yoğun stresten dolayı camdan dışarı bakan yönümü Rasim amcaya geri çevirdim. Ha bir de her gün mü gidecektim?
"Sana saygım sonsuz Rasim amca ama ben bu işte yokum. Şimdi izninle odama geçip dinlenmek istiyorum."
Kapağı açık kitabın rüzgarda savrulan yaprakları gibi olmuştu hayatım. Çevrilen sayfalarım hür ve özgür irademle gerçekleşmiyordu. Rüzgar hangi yönden eserse... Ya öne gidiyordu hikâyem, ya da geriye...
Odama geçince uzun uzun düşünme fırsatım oldu. Halis beyin bu işin peşini kolay kolayına bırakmayacağını biliyordum.
Küçücük odada attığım adımların haddi hesabı yoktu. Tam her şey düzeldi demişken çıkan evlilik muhabbeti tadımı kaçırmaya yetmişti.
Saatler yıl gibi geldi bana bu gece. Rasim amcanın kötü giden iş gidişatını kulak misafiri olarak öğrenmiştim. Muhtemelen benim evliliğimde diretmesinin nedeni, Halis bey ile bir kaç aydır üstünde çalıştıkları projeydi.
İşte tam da bu yüzden çok zordu karar vermek. O adam benim için hiçbir masraftan kaçınmayarak özel okullara, dershanelere yollamıştı. Tamam, ben de tembel öğrenci değildim, hiçbir zaman da olmamıştım ama yine de emeği çoktu üstümde.
Sabah üzerime doğarken ben hâlâ düşünüyordum. Kalbim oğluna aitken, başkasıyla evlenmek istemiyorum nasıl derdim adama?
Bana açtığı evinin kapılarını 'yazıklar olsun!' diyerek kapatmaz mıydı?
Ama mutsuz olmak istemiyordum. Gönlümde yeri olmayan, yüzünü dahi görmediğim bir adamla evlenmeyi kabul etmek hiç de içten değildi. Sanırım şimdilik susmak, kararıma saygı duymalarını beklemek en iyisiydi.
***
Kahvaltı sofrasına bizzat çağırılmıştım. Özellikle gelmeyeceğim desemde Rasim amcanın bizatihi daveti mecbur bırakmıştı beni. Önümdeki peyniri çatallamaktan başka hareket sergilemiyordum çünkü iştahım yoktu.
"Hayırlı sabahlar canım ailem..."
Cihan'ın enerjik sesi durgun sofrayı kısa bir anlığına da olsa renklendirmişti.
Annesi ve babasının yanağından öpücük alarak her zamanki yerine, tam karşımdaki sandalyeye oturdu.
Cihan yemeği hep hızlı hızlı yerdi ve yine öyle yapıyordu. Midesine düşkün, her erkek gibi yemek yemeyi keyifli bir aktivite haline getirmişti.
"Valide sultan yine döktürmüş valla." dedi ağzı doluyken.
"Ağzın doluyken konuşma Cihan." dedi Gülten teyze. Cihan'ın annesi, bu evin kraliçesiydi. Hayatımın çoğu gününü ona özenerek geçirirdim. Asil ve zarafet dolu bir kadındı. Geçen ay 50 yaşını bitirmişti ama 30'luklara taş çıkarırdı.
"Cümlemi söylemek için ağzımı yutmamı beklersem hiç konuşamam anne çünkü benim ağzım hep doludur."
Espri seviyesinin yüksek oluşuyla soğuk ortamları dahi neşelendirirdi Cihan. Her şakasına içtenlikle gülerdim fakat bugün modumda değildim ve somurtmaya devam etmeyi tercih ettim.
"Birileri şakalarıma gülmez olmuş artık."
Duymadım... Öylesine dalmışım ki evlilik muhabettine, kalbimin ritmini değiştiren adamın sesini duymamışım.
"Oo! Dünyadan Asiye hanıma! Burda mısın Asiye!"
İsmim ağzından şiir gibi çıkıyordu ya da ben öyle duyuyordum.
Elim yanağımda öylece baktım Cihan'a. Modum yoktu ve esprisine karşılık vermek yapmak istediklerim arasına giremiyordu.
Yüz ifademi görür görmez şakacı mimiklerinin yerini ciddiyet aldı.
"Sen gerçekten iyi değilsin." dedi.
Ne konuşacak hâlim vardı ne de derdimi anlatacak takatim...
"Saygısızlık olmazsa eğer odama çekilebilir miyim?" dedim. Cihan'ın cümlelerine dahi cevap vermeden...
"Asiye... Derdin mi var kızım?" dedi Gülten teyze.
"Derdi yok. Sadece düşünmesi gereken ufak olay var o kadar." dedi Rasim amca. Normal sartlar altında olsa yerime cevap vermesinden hoşlanmazdım ama şimdilik işime gelmişti.
Gözünün içine baktım. Reddetmeme rağmen hâlâ düşünmemi bekliyorsa anlaşılan o ki işi baya sıkıntıda. Aksi hâlde böylesi bir konuda beni asla sıkıştırmazdı.
"Neymiş o olay baba?"
Derin nefes aldı Rasim amca. Ardından "Asiye kararını verince size kendisi söyler." dedi.
Kendimi sıktığım hâlde sol gözümden akan yaşa engel olamadım. Boğazımda bir yumru vardı ve yutkunamıyordum. Sandalyeden kalkıp yavaşça geriye ittim. Odama çıkmak da kurtarmazdı dinlenmeden düşünen beyin yorgunluğumu...
Çantamı alarak doğrudan dışarı attım kendimi. Yürümek, kafamı dağıtmak istiyordum ve bunun en doğru adresi Eyüp'tü.
Ne zaman gitsem huzuru kalbimin en derinliklerinde hissediyordum. Eyüp Sultan hazretlerini görmek, camide namaz kılmak... Burası adeta ilaç gibi geliyordu bedenime.
Namazını kılanlar ayrılırken camiden, en kuytu, insanların en az olduğu yere geçtim ve ağlaya ağlaya döktüm içimi... O'ndan başka kimimiz vardı ki zaten?
***
Kadınlara ait olan üst katta, alt katı görebilmek için yapılan o küçük camı araladım ve aşağıdaki insanları izlemeye başladım. Hepsi de farklı yük taşıyordu omuzlarında. Kiminin annesi, kiminin babası, kiminin evladı, kiminin eşi... Her birinin imtihanı farklıydı.
Kimi ellerini yüzüne kapatarak için için dua ediyor ve anı yaşıyordu, kimisi ise elinde telefonla camiyi kareliyordu. Hangisi daha şanslıydı? Anı yaşayarak zihnine kazıyan mı yoksa kareye dökerek içinde bulunduğu ortamı sadece fotoğraflayan mı?
***
Orada ne kadar süre kaldığımı bilmiyorum. Camii sürekli turist ve ziyaretçi alıyordu. Ne zaman kalkmaya niyetlensem içimden bir ses 'biraz daha...' diyordu.
Saat 4'e gelirken yavaştan ayaklandım ve son kez baktım aşağıya. İşte o an dikkatimi çeken birisi oldu. Uzun boylu, gözlüklü genç adam bulduğu en sakin köşeye geçerek oturdu ve ellerini semaya kaldırdı. Anlattıkça anlatıyor, derdini son damlasına kadar döküyordu.
Tam tamına 17 dakika boyunca orada öylece dua etti. İşin ilginç yanı gözlüklerini asla çıkartmamasıydı. Sanki tanınmamak içindi tüm bu çabası.
Yavaştan ayağa kalktı, üstünü düzeltti ve gözlüklerinin altından akan yaşları sildi. Kim demiş erkekler ağlayamaz diye?
Genç adamın her hareketini izliyordum. Ağır adımlarla camiden çıkınca bende koşa koşa çıkışa doğru yürüdüm. Yakından görmek istiyordum.
Ayakkabılarımı alıp merdivenleri hızlı hızlı indim ve hemen ayağıma geçirdim. Zamanla yarışıyor gibiydim sanki.
Girişe geçtim, bekledim ama yoktu. Nasıl bu kadar hızlı gözden kaçırabilmiştim ki?
Gittiğine kanaat getirdiğim an bende ayrıldım Camiden, Eyüp'ten...
***
"Seni bekliyorum Asiye."
Halis beyden olduğunu tahmin ettiğim mesajı görür görmez sinirlendim. Pes etmek lügatında yoktu adamın!
En iyisi gidip daha keskin cümlelerle olmayacağını söylememdi.
***
Villanın önüne gelince kapılar kendiliğinden açıldı. Kendiliğinden derken, diğeri gibi kim olduğum falan sorulmadan direk yani...
"Halis Ağa odasında sizi bekliyor Asiye Hanım."
Hanımınız batsın sizin!
İçeri girdiğimde bahçenin sakinliğiyle karşılandım. Dünkü gelişimde hayli hareketliydi doğrusu.
Çantamı çapraz askıdan koluma geçirdim ve sıkı sıkı tuttum. Adamın amacı öğretmen bulmak değil, oğluna karı almaktı!
"Koskoca villlada yaşarsın, bi gelin mi bulamazsın kendine!"
Mırıldanarak dile döktüğüm cümlelere kimsenin şahit olmaması iyi olmuştu.
Kapıya yaklaşırken bahçeden olduğunu düşündüğüm nefes alışveriş sesiyle duraksadım. Kafamı hafif sola çevirmemle yaklaşık 5 metre ötede, masada oturan adamı gördüm.
Sandalyeye sırtını yaslamış, daha doğrusu yayılmış pozisyonda, işaret parmağıyla orta parmağının arasına sigara yerleştirmiş, bacakları birbirinden ayrı şekilde oturuyordu.
Dertli olduğu duruşundan belliydi. Gözleri kapalı, zihni başka diyarlarda gibiydi.
Bir dakika! Yoksa... Halis beyin oğlu... Bu adam mıydı?
Bulunduğum yerdeki varlığım biraz uzun sürmüştü sanırım. Adam kafasını hafif doğrulttu ve tek gözünü açarak bana baktı.
Boş bir bakıştan ibaretti. Sanki 'umurumda değilsin' der gibi geri kapattı gözünü. Karakterinin soğukluğu kalbimi ürpertmişti.
Kendimi topladığım gibi villaya giriş yaptım. İçeride kimsenin olmaması şaşırtıcıydı. Sanki hepsi planlı olarak çıkarılmıştı evden. Dün geldiğimde hangi odaya çıktıysam, yine oraya doğru adımladım. Aralık kapının dışında beni gören Halis Bey "Hoşgeldin kızım. Gel otur." dedi.
Heyecan ve stresten ellerim terlemeye başlamıştı.
Dik durmaya çalışarak karşısındaki koltuğa oturdum ve konuşmasını bekledim. Neyseki zaman kaybı yaşamadan başladı...
"Buraya geldiğine göre kabul edeceksin dimi kızım?"
Sen hem gelmeye mecbur bırak, hem de kendi isteğimle gelmişim gibi konuş. Olacak iş değil!
"Ben kararımı dünde söylemiştim ama siz..."
Elini kaldırdı havaya. Sözü dinlenmeyince, kendi fikirlerinden başka fikir duyunca alnındaki damarın belirginleştiğini farketmiştim. Dünde hayır diyince aynısı olmuştu.
Dizlerimi birbirine kenetleyip dinleme modumu açtım.
"Bak kızım... Sözümün üstüne söz söylenmesini sevmem."
Onu gayet açık beyan görebiliyordum.
"Düşün dedim, karar ver dedim ama kararının olumsuz olması beni üzüyor."
Üzmekten çok sinirlendiyormuş gibiydi ama neyse...
"Ama siz benden hayatımı zıttı yönde değiştirmemi ve hiç tanımadığım oğlunuzla evlenmemi istiyorsunuz. Çok özür dileyerek söylüyorum fakat aklı başında olan her insan böylesi teklife hayır cevabı verir."
"Aklı başında olan her kız, benim bu teklifime evet cevabı verir. Varlıklı, adı bilinen aileyiz."
"Aklı parada demedim efendim, aklı başında dedim."
İstiyorsan dünyanın en zengin ailesi ol. Aşık olmadığım adamla evlenmem!
Tek kaşını üzerimde hakimiyet kurmak istercesine kaldırdı. Çevirdiğim laf, cümlesinin üzerine söylenen aksi cümleye tahammül edemediği aşikârdı.
"Tık tık tık!"
Kapıya vurulunca ikimizde konuyu şimdilik askıya alarak sessizliği tercih ettik.
"Gel!" dedi.
Kapı açıldı ve az önce aşağıda oturan genç adam odaya girdi. Bu kurulu bir plandı! Evde kimsenin olmaması, adamın buraya kadar gelmesi... Tıkır tıkır işleyen plandı ve ben bu yeme çok kolay düşmüştüm.
"Hoşgeldin Barış!"
Tamda tahmin ettiğim üzere, adı Barış'tı. Yani evlendirilmek istediğim çocuk.
Anlık bana baktı ama fazla oyalanmadan babasına döndü.
"Sorun mu var baba?" dedi. Sesinden ince bir sızı gibi dökülen soğuklukla olduğum yerde huzursuzca kıpırdandım.
"Gel otur. Seninle konuşacaklarım var."
"Ben kalkayım o zaman." dedim ve apar topar ayaklandım.
"Ben kalkabilirsin demedim!"
Kalkmam için izin mi almam lazımdı? Saçmalık da nirvana yapmış bu adam!
"Otur Asiye, sende otur Barış!"
Kaçamak bakışlarla Barış'a göz attım. Temas kurmadan sandalyesine oturup kafasını yere dikti.
Hâlâ ayakta bekliyordum.
"Otur demedim mi kızım?"
"Halis bey... Kusura bakmayın ama-..."
"Sözümün üstüne bir daha söz söyleme!"
Avuç içini sert darbeyle masaya vurdu. Yerinde irkilen bedenimle 1.60'lık boyum 1.70'e ulaşmış olmalıydı. El mecbur geri oturdum.
Eliyle alnındaki terleri silerek işaret parmağını bana doğru salladı.
"Rasim senden hiç böyle bahsetmemişti. Söz dinleyen, laf çevirmeyen bi kızdır dedi ama pekte öyle değilsin anlaşılan!"
Ne yani? Rasim amcayla oturup beni mi konuşmuşlar?
"Kimseye saygısızlık etmem efendim ama kendi irademi kullanacak kadar özgürüm." dedim.
Dediklerimi kaba koymadı ya da kale almadı. Doğrudan, hiç dolandırmadan "Birbirinizle tanışın, 2 aya kadar düğününüz var." dedi.
İşte bu cümleyle nihayetinde buluştu gözlerimiz. İkimizde şaşkınlıkla bakıyorduk birbirimize.
Ben kabul ettim, nişanlandık, 2 aya da düğünümüz var öyle mi! Halis beyin akli dengesinden şüphe ediyordum.
Ceketini geriye savurarak ayağa kalktı Barış.
"Bittiyse çıkıyorum!" dedi.
"Ben çıkabilirsin demedim, otur!"
"Uşağın değilim baba! Evlilik muhabbeti kapandı diye biliyordum ama anlaşılan o ki sen hâlâ aynı yoldan devam ediyorsun!"
Sustum ve sadece ikisini dinledim. Öfkeleri karşısında ağzımı açtığım an kabak bana patlardı biliyorum.
Halis bey de ayağa kalktı.
"Bu mevzu hiçbir zaman kapanmadı, bunu sen de biliyorsun Barış!"
"Ne istiyorsun benden! Karşıma kız oturtacaksın, bende boyun eğip kabul mu edeceğim!"
"Aynen öyle!"
"Bununla evleneceğime gider amcamın kızına nikâh kıyarım daha iyi!"
Aşağılanmış hissettim kendimi.
"Leyla olmaz Barış! Vazgeç artık şu kızdan!"
Ha birde başkasına aşık!
İkisi çetin kavga yaşarken usulca ayrıldım odadan. Sesleri çok sert geliyordu. Sanki uzun zamandır içinde sakladıklarını birbirilerine kusuyorlardı. Bu muhabbetin önceden de sık sık gündeme geldiği ve üzerinde yoğun kavgalar yaşandığı apaçık belliydi.
Ama adam haklı! Sevdiği varken niye başkasıyla evlenmeyi kabul etsin ki?
Elim ayağıma dolaşıyordu. Halis beyin otoriterliği korkunç boyutta büyüktü. Ve ben bu güçsüzlüğümle nasıl direneceğimi bilmiyordum.
"Çekil sende önümden!"
Tam yanımdan gelen sesle irkildim.bBu ne zaman dibime kadar gelmişti?
"Kime diyorum kızım! Çık önümden!"
Mal gibi suratına bakıyordum. Babasından daha sertti.
"Nereye gidiyorsun Barış!"
"Leyla'ya nikâh kıymaya!"
Yanlarından kaçtım ama bu seferde onlar buldu beni. Sanki bir girdabın içindeydim ve su dönmeye devam ettikçe dibe batıyordum.
"Bu akşam sözü var Leyla'nın!"