Nevin eve vardığında, apartmanın içi bir hüzünle kaplanmış gibiydi. Adeta boşluğun içine düşen bir damla suyun yankısı gibi, sessizlik her köşeye nüfuz etmişti sanki. Her adımı, bir anlam arayışı gibi içinde yankılandı. Merdivenleri ağır ağır çıktı. Sanki her basamağa bastığında düşüncelerinin ağırlığını daha da artıyordu. Her birinin ardında unuttuğu ya da unutmaktan korktuğu bir şey vardı. Tüm bunlar, sanki bir türlü kapanmayan bir hesaplaşmanın yankılarıydı.
Anahtarını kapıdaki kilide geçirip çevirirken, kapının ardındaki sessizlik ona tuhaf bir şekilde dokundu. Gözlerini kapattı bir an. O eski, garip ama tanıdık duyguyu yeniden hissetti. Ev, ona doğru gelirken bir şekilde uzaklaşan bir gölge gibi her zamankinden daha soğuk ve durağandı. Sanki ev, ona bakarken geleceğini çoktan sezmişti ve o geleceği ne kadar da korkarak, aynı zamanda merakla bekliyordu.
Kabanını askıya astı, çantasını ise mutfak masasının üzerine bıraktı. İçindeki gereksiz telaşı silmeye çalıştı ama başarılı olamayacağını biliyordu. Dışarıda gece tüm yoğunluğu ve koyuluğuyla dünyayı sarhoş etmeye devam ediyordu. Bir sokak lambasının solgun ışığı, camdaki buğulu yüzeye yavaşça akarken, Nevin salonun perdelerini araladı. Her şey dışarıda o kadar sessizleşmişti ki, sanki dünya ona sadece bu anı vermek için durmuştu. Rüzgarın hafif uğultusu, içinde bir boşluk bırakıyordu.
Zarfı masanın üzerine çıkardı. Zarfın dokusu, tanıdık değildi. Ne de olsa eskiydi ama bir yandan dikkatle seçilmiş, özenle korunmuş bir şey gibi duruyordu. Belki de zamanla o kadar silinmişti ki her yeni detay, eskiyi hatırlatıyordu. Kağıdı evirip çevirerek etrafına baktı. Üstünde hiçbir yazı yoktu. Hiçbir iz, hiçbir belirti…
Azem’in o her zaman soğuk ve belirsiz sesi kulaklarında çınladı. "Bunlar başlangıcın olacak."
Ne demekti bu?
Ne amaçla verilmiş bir başlangıçtı?
Bir süre zarfa gözleriyle dokundu. O kadar uzun süre durdu ki ayakta. Sanki açmayı bir anlık bir karara bağlamaktan korkuyordu ama birden, içindeki kelimelere duyduğu açlık ağır bastı ve zarfa elleriyle usulca dokundu. Elleri neredeyse titreyecekti. Bir an soluklandı ve ardından baş parmağıyla açmaya başladı.
İçinden birkaç sayfa düşerek yere savruldu. Sayfalardan biri eski bir mektup gibi görünüyordu. Yıpranmış köşeleri ve sararmış kağıdıyla zamanın acımasızca bıraktığı bir hatıra gibiydi. Diğerleri ise fotokopi edilmiş belgelerdi. Her biri sanki bir sırra sahipmiş gibi mühürlü, damgalı ve bazıları tarihliydi. Fakat bir tanesi... Bir tanesi diğerlerinden çok farklıydı.
Nevin, yere eğilerek o belgeye ayrıca hassasiyet göstererek, dikkatle aldı. Elinden geçtiği anda içine tuhaf bir sıcaklık yayıldı. O belge, bir belge olmaktan çıkıp bir hikayeye dönüştü ama eksik, bozuk, belirsiz cümlelerle işlenmiş bir hikayeydi bu. Üzerinde yazan kelimeler, bir gizemin parçasıydı.
'Sistematik varlık transferi, yasal olmayan yolculuk belgeleri, örtülü ödenekler. Ateş Demirağ (Kayıt dışı tanımlı iş birlikçi).'
Bir isim daha vardı ama o isim silinmişti. Tükenmez kalemle üzeri çizilmiş değil de sanki birisi kasıtlı olarak kazımış gibiydi. Nevin’in kalbi hızla çarpmaya başladı. O an, belgenin altındaki diğer yazılara dikkatini verdi.
'Çağlı. İçsel takip kaydı. Özel gözlem. Şahit.'
Çağlı. Kendi soyadı… Ama bu, onunla ilgili olmamalıydı. Değil mi? Bir an, her şey durdu. Zihninde dönen soruların hızı, fiziksel bir acı gibi kendini hissettirmeye başladı. O belge, sadece bir evrak yığını değildi. O, hayatını değiştirecek bir anahtardı.
Belgelerin her biri karmaşık bir labirent gibi birbirine geçmişti. Raporlar, banka hareketleri, şirket isimleri... Her biri birer ipucuydu ama hiçbirisi ona bir cevap sunmuyordu.
Gözleri bir diğer belgeye takılı kaldı. O belge, Nevin'in dünyasının temellerini sorgulayan, tüm hayal gücünü sarsan bir anlam taşır gibiydi. 'Şahit' etiketi. Bir tanıklık kaydı… Ama ne tür bir tanıklık? Hangi olay? Hangi zaman diliminde?
Tanıksız bir boşluk, içini kavramıştı. Bunca belirsizlik, Nevin’i bir bataklığa sürüklemiş ve Nevin çırpındıkça daha da batmaya başlamıştı. Karnında tanımsız bir sancı dolaşırken, içindeki duygular karışıyordu. Panik değildi bu. Panikten çok daha derindi. Yavaşça, parça parça kırılan bir aynanın ardından bakıyordu yansımasına.
Bu belgeler... Bu belgeler sadece kağıt parçası değildi. Onlar, bu ülkenin karanlık gölgeleriydi. Bir sistemin derinliklerinde kaybolmuş, yalnızca azınlığın bildiği bambaşka yüzüydü.
Ateş Demirağ’ın adı, bir mafya lideri olarak kulağa ne kadar tanıdık gelse de Nevin’in gözünde artık başka bir şey ifade ediyordu. O, sadece mafya lideri değil, bir tür düzenleyiciydi. Bu sistemi işleyen, legalleştiren ama aynı zamanda geride kalarak gizlenen, yıpranmış ve kirli bir çarkın parçasıydı.
Ve bir şey daha vardı. Bu belgeler nasıl oldu da Azem’in eline geçebilmişti? Ne olmuştu da tüm bu bilgiler onunla birleşmişti?
En önemlisi de… Nevin’in bu belgeleri görmesinin sebebi neydi? Bu bilgileri ona verilmişti ama amacı neydi?
Nevin ellerinde kağıtlarla çalışma masasına doğru adımladı. Aklı allak bullaktı. Ne düşünmesi ya da ne hissetmesi gerektiğini bilemiyordu.
Masanın üzerindeki kahve bardağını eline aldığında ilk hissettiği şey sıcaklık değil, beklenmedik bir soğukluktu. Serin seramik, avuç içini yalayan sabah rüzgarı gibi bir ürperti yaydı bedenine. Buna rağmen yudumladı. Damağına ulaşan tat, zihnine inen bir gölgeydi sanki. Kahvenin acılığı dilinin değil de zihninin üzerine dökülmüş gibiydi. Düşüncelerinin katmanlarına yavaşça sızıp bilinçaltında yarım kalmış bir cümlenin sonuna eklenmişti. Nevin, o acı tatta aradığı şeyi bilmiyordu. Belki bir cevap, belki sadece sessizlik. Belki de yıllardır içine işlemiş ama bir türlü yüzleşemediği o karanlık boşluktu.
Belgeleri masanın üzerine serdiğinde, içinden taşan bir karmaşa da o sayfalarla birlikte masaya dökülmüş olmuştu. Tarihler, isimler, rakamlar, kodlar… Kimi kırık, kimi keskin kenarlıydı. Öylece dağılmışlardı. Nevin, düzen değil bir anlam arıyordu. Her biri, zihninin duvarlarına çarpıp yankılanan bir başka soruydu şimdi.
Gözleri, tüm bu kaosun ortasında sanki üzerine ışık tutulmuşçasına parlayan tek bir cümleye saplanıp kaldı.
Çağlı. Şahit.
Harflere uzun uzun baktı. Gördükleri yazı değil de bir bakıştı sanki. Doğrudan gözlerinin içine bakan, onu tanıyan ama adını anmayan bir yabancının bakışı. Gözlerinin önünde beliren bulanıklık, yalnızca geçmişin puslu anılarından değildi. Bu cümle, içini derinden delen bir anahtar gibiydi. O anahtar, yıllar öncesinden kalma, tozlu bir kapıyı aralıyordu yavaşça.
Birden, nedenini nasılını düşünmeden bir çocukluk anısı belirdi zihninde. Sanki geçmişi o anki bedeninde değil de iliklerine saplanarak geri dönmüştü.
Bir odanın kapısı aralıktı. İçeriden gelen fısıltılarla karışık bir gerilim vardı. Babasının sesi ve bir başka adamın daha. Konuşmalarını o yaşta anlayamamıştı belki ama bazı kelimeler, çocuk aklına kazınmadan da kalbinin içini çizebiliyordu. O gece, anlamadığı halde bir yere yazdığı tek bir kelime kalmıştı hafızasında.
Demirağ.
Nevin birden ayağa kalktı. Oturamıyordu artık. Sanki masa, sandalye, duvarlar... Hepsi üstüne üstüne geliyordu. Evin kendisi bile bu bilgilerle daralmış, soluk alamaz bir yere dönüşmüştü. Gözleri belgelerin üstündeydi hala ama zihni çoktan evin dışına, zamana, geçmişin tozlu merdivenlerine adım atmıştı. Her satır, çocukluğunda unuttuğunu sandığı bir başka anıya dokunuyordu. Şimdiyse tüm bu parçaları yeniden birleştirme vaktinin geldiğini hissediyordu.
O an kararını verdi. Bu belgelerle, bu kelimelerle, bu anılarla Azem’i yeniden bulmalıydı. Ama önce bazı şeyleri tek başına anlamalıydı. Çünkü bir şahit, önce neye tanıklık ettiğini bilmeli, bakışının neye yöneldiğini, neyin içinde kaldığını fark etmeliydi.
Herkes şahit olabilir ama herkes şahitliğinin bedelini taşıyamazdı ve Nevin, taşıyıp taşıyamayacağını bile bilmeden yürümeye karar vermişti.
Böyle düşünürken, gözleri bir kez daha o kelimeye değdi. Şahit.
Sanki kağıda yazılmamıştı da havada asılı duruyordu. Kağıt, yerçekiminden azat olmuş gibiydi. Elinden bıraksa yere değil, zihnine düşecekti. Bu kelime, artık onun bir parçasıydı. Adının yanına yazılmış gizli bir sıfat, içini sessizce kemiren bir yankıydı.
"Kimdi?" diye sordu kendi kendine.
Çağlı? Şahit olan kimdi? Hafızasını taramaya başladı. Akrabalar… Yıllardır görüşmediği uzak akrabaları. Bir bir isimler geçti gözünün önünden. Fakat hiçbiriyle ilgili böyle bir şey hatırlamıyordu. Ya da belki hatırlamak istemiyordu. Zihninin bir köşesinde, kasıtla inşa edilmiş bir duvar vardı. Bazı isimlere, bazı anılara yaklaşmak bile istemediği, yıllardır kilitli tuttuğu bir bölge. Kendi hafızasında, kendinden bile sakladığı bir yer… Şimdi o duvar çatlamıştı. Şahit kelimesi, o çatlağın arasından sızıyor, zihnini rahatsız eden bir sızı gibi yayılıyordu.
Nevin ağır adımlarla belgeleri topladı. Usulca katladı her birini ve tekrar zarfa yerleştirdi. Ardından kitaplığın en alt rafındaki, neredeyse unuttuğu eski ahşap kutuyu çıkardı. İçine koyarken kutunun kapağı hafifçe inledi ya da Nevin, öyle hissetti. 'Beni unutma,' diyordu sanki. Nevin, zaten unutamayacağını biliyordu. Bazı kelimeler insanın içine işler, orada iz gibi dolaşırdı ve şahit artık onun iziydi.
Sonra mutfağa geçti. Musluğu açtı. Su, ellerine çarptığında buz gibi bir keskinlikle yaktı tenini. Bu soğukluk bile içindeki o sızlamayı dindiremedi. Ellerinden akan suyu izlerken, düşünceleri hala belgelerdeydi. Belgelerde değilse, kendi içindeki o kırılgan sessizlikteydi. Çünkü bazen en yüksek ses, hiçbir şeyin söylenmemesiydi.
Nevin, sessizlikte bir ses arıyordu artık. Belki kendi sesini... Belki de geçmişin yankısında gizlenmiş, unutulmuş bir çocuğun fısıltısını.