KALPTEN ÇIKAN CENAZE

1063 Words
BU KURGUDA GEÇEN TÜM KİŞİ VE KİŞİLER HAYAL ÜRÜNÜDÜR. GERÇEKLERLE BAĞLANTISI YOKTUR. M.S. 2100 (Malvior’dan Sonra) Küçük adımlarla annesinin yanına ilerlerken korkudan nefes almak bile istemiyordu. Babası annesini yine alıp odaya hapsetmişti. Verdiği ilaçlar yüzünden annesi kendini öldürmeye çalışmış ama babası gelip son anda engel olmuştu. ve onu odasına götürmüştü. Minik adam temkinli adımlarla ilerlerken bir yandan da dün doktorun iki kez iğne yaptığı yeri sertçe kaşıdı. Kolu simsiyahtı. Babasının annesini kilitlediği odayı gölgelerle takip ederek bulmuştu, bir de annesinin attığı acı dolu çığlıklarla. Gözleri yaşlarla doluydu her adımında bir tane dökülüyordu yanaklarına. Yavaşça kapıya ilerledi. Babası onu görürse yine onu bağlardı ama hiçbir şey annesinden önemli olamazdı. Kendi canı bile. Krem rengi kapıya yaklaştıkça kalbinin atışları da artıyordu. Gözü merdivenler ve kapı arasında o kadar hızlı gidip geliyordu ki bir an başı döndü küçük oğlanın. Son anda kapıya tutunmayı başardığında toparlanmak için kendine biraz zaman tanıdı. Nefeslerini o kadar sınırlı ve sessiz bir şekilde alıyordu ki ciğerleri havayla buluşamadan tekrar çıkıyordu dudaklarından. Bir iki saniye daha bekledikten sonra yavaşça kapının kulpunu tutup aşağı indirdi. Annesi için güçlü olmak zorundaydı. Bu yüzden gözlerini iyice kurulayıp kararlı bir şekilde içeriye adımladı. Her yer bembeyazdı. Birkaç bebek mavisi vazo dışında her şey… Duvarlar, kapılar, örtüler, pencereler, koltuklar… Küçük çocuğun gözleri annesini aradı koskoca odada. Ama göremiyordu kapının girişinden bu yüzden içeriye adımladı. Sonra annesinin ayaklarının ucunu gördü yerde. Tırnakları dökülmüş ayaklarını… Yatağın diğer tarafında yere oturmuş kafasını da dizlerinin üstüne koyup iki koluyla kendisini gizlemişti ama aldığı içli nefesler ve dudaklarından kaçan hıçkırıklar onu ele veriyordu. Minik adam dizlerinin üstüne çöktü önce ve o şekilde, emekleyerek, annesinin önüne doğru gitti. Çünkü annesi yere çökmüşken kendisi ayakta durmayı kendisine yakıştıramıyordu. Tam önünde duruyordu şimdi işte. Annesi onun geldiğini bildiği halde ağlamaya devam ediyordu. Birkaç hafta öncesine kadar oğlu gelince ne olursa olsun gülümseyen anne gitmişti yerini de yıkık dökük ve acılar içinde kıvranan, kafasında saç kalmamış; vücudu siyah, mor ve yeşil damarlarla kaplı biri almıştı. Bunu güzeller güzeli annesine babası yapıyordu. O an öldürmek istedi o adamı ama yapamayacağını biliyordu ve bunun getirdiği çaresizlik onun küçücük yüreğini dağlıyordu. “Anne…” Dedi belki bir umut varlığıyla annesine güç vereceğini düşünerek. Ama uzun bir sessizlik çöktü odaya. Fısıldadığı için annesi duymamış olabilir miydi? Annesi biraz daha ağladıktan sonra yavaşça kollarını açıp kafasını tedirginlikle kaldırmıştı oğluna doğru. Çocuk annesinin yüzünü görünce istemeden korkuyla geri attı vücudunu ve kalçasının üstüne düşüverdi. Annesinin ağzından ve burnundan katran rengi bir sıvı dökülüyordu, çoktan ağzını terk etmiş olan dişleri ise durumu daha da korkunç hale getiriyordu. Göz bebekleri titredi çocuğun, hem korku hem de acıyla çünkü hatırlıyordu, annesinin dünyalar güzeli yüzünü… Birkaç saniye sonra çıplak ayaklarında bir ıslaklık hissetti. Annesinin ağzından dökülen sıvı, beyaz mermerin üstüne dağılıp küçüğün ayaklarına bulaşmıştı. Ama o hiçbir şey yapmadı. Çünkü annesinden iğrenmediğini kanıtlaması gerekiyordu. Yaşı on üç olabilirdi ama o bedeninden büyük duygulara ev sahipliği yapıyordu. Hızlıca toparlandı ve üstündeki gri renkli düz tişörtü çıkarıp annesinin yüzünü silmeye başladı. Çenesini, burnunu, o sildikçe tekrar dökülüyordu ama pes etmedi, sonunda akan sıvıyı durdurmayı başardığında bir zamanlar genç olan kadının ağzından bir fısıltı duydu. “Çok acıyor.” Annesinin boynunu temizleyen titrek elleri durdu, geri çekilemedi çünkü annesinin gözlerindeki acı onu da yakıp geçiyordu her seferinde. Sonra hiçbir şey demeden devam etti son kez silmeye annesinin mor damarlarla dolu boynunu. Ama annesi susmadı. “Bana, bize neden bunu yapıyor?” Dedi bu seferde, her konuştuğunda ağzının kenarlarından fışkırıyordu o pis sıvı. Minik adam en sonunda geri çekilip annesinin gözlerine bakmak zorunda kaldı. “Anne,” dedi, seviyordu annesine anne demeyi, “O hep böyle miydi?” Merakına yenik düşüp sorduğu soruyla genç kadın titreyerek ve daha da yürekten ağlamaya başladı. Oğlan ne olduğunu anlayamadan annesi bir yandan konuşup bir yandan ağlamaya devam etti. “Hayır, hayır böyle değildi o, beni çok sever bulutların üstüne çıkarırdı. Sen doğduğunda havalara uçmuştuk, senin odanı duvarından kalemine kadar o tasarladı biliyor musun?” Duyduğu şeye inanamadı çocuk. Babası? Annesini ve kendisini mahveden, onlara acı çektiren babası mı yapmıştı o odayı? Oğlundan bir cevap beklemediği için tekrar konuştu. "Ama sonra çok değişti, nedenini bilmiyorum. Hep bilime, keşfetmeye merakı olan bir adamdı birçok icat tasarlar ve ileride senin seveceğin oyuncaklar yapardı. Ama sonra-” Lafı yarıda kalmıştı çünkü merdivenlerden ayak sesi geliyordu. Annesi korkuyla kapıya bakarken oğlunu alıp sıkıca sarıldı. Oğlu korkmasın diye değil, kendisi korktuğu için… Ama küçük çocukta korkuyordu, daha iki saat önce çıkmıştı oradan şimdi sinirlenirse yine götürürdü kendisini. Bu yüzden annesine sıkıca sarılıp yatağına altına girdi hızla, kendi odasına gidebilmek için geç kalmıştı. Yaklaşan adım sesleriyle birlikte annesi yatak örtüsünü tutup iyice aşağıya indirmişti. Minik adam burukça gülümsedi. Her şeye rağmen annelik görevini yerine getirmeye çalışıyordu. Adım sesleri odanın içinde yankılandı. Çocuk nefesini aldı ve bırakmadı. “O, oğlumuz burada mıydı?” Duyduğu soruyla donup kalmıştı yatağın altında. Sesi buz gibiydi. Sanki yıllarca zemheride kalmış gibi… Nereden anlamıştı? Korkuyla elini ağzına götürdü çünkü acıyla inleyecekti neredeyse. Annesi fısıltıyla konuştu, “Hayır, bunu ben odasından almıştım dün gece.” Dediğinde anlamıştı, tişörtünü orada bırakmıştı. Ah! Ne kadar aptaldı. Babası bir şey demedi. Sadece aldığı nefesi bıkkınlıkla verdi. “Bütün bunları senin iyiliğin için yapıyorum Serelthia. Neden bana nefretle bakıyorsun?” “İyilik mi?” dedi annesi. Yine fısıldıyordu, acıdan… “Evet!” dedi babası kendinden son derece emin bir şekilde. “Tabi ki senin ve oğlumuzun iyiliği için yapıyorum. Sizi olabilecek tüm felaketlere karşı hazırlıklı hale getirmek için dünya kadar masraf yapıyorum ama sen, sen hala benden tiksiniyorsun sevgilim.” Annesinden çıt çıkmıyordu. Babası sessizliğe dayanamayıp tekrar konuştu: “Ah, benim güzeller güzeli karım. Serelthia’m. Seni şimdiki halinden daha iyi yapacağım. Sadece biraz daha zaman ver bana!” Annesinin ayağa kalkmaya çalıştığını anladı oğlan, hemen yanı başındaki hışırtılardan dolayı. “Eğer gerçekten beni seviyorsan buna bir son ver ne olur? Canım, oğlumuzun canı ne kadar yanıyor görmüyor musun? N’olur sevgilim, lütfen bizi artık rahat bırak!” Ve bir tokat sesi. Annesinin hıçkırıklarla ağlaması, ayak sesleri… Babası annesini dövüp çekip gitmişti. Oğlan çocuğu ayak sesleri kesilene kadar beklemek zorundaydı ama o da saklandığı yatağın altında gözyaşı döküyordu. Annesinin acısı yüreğini dağlıyor ve minik adamın elinden hiçbir şey gelmiyordu, hiçbir şey. Sesler kesildiğinde korkarak saklandığı yerden çıktı ve hala yere kapanarak ağlayan annesine baktı, yavaşça yanına gitti ve kafasını kaldırıp dizlerinin üzerine yatırdı. İncitmekten korkarcasına… Annesi ağladıkça, oğlu ağladı, oğlu ağladıkça annesi ağladı. İki güçlü ama çaresiz yürek bir zamanlar onlar gibi olan birisinin cenazesini çıkardılar o gün kalplerinden. Bir daha yaşatmamak üzere.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD