Meltem’in aklında hâlâ tek bir kelime dönüp duruyordu:
“Korsan gibi…”
Olabilir miydi?
Yoksa sadece kendi hayal gücü mü onu bu kadar kurcalıyordu?
Parmakları sabırsızlıkla masaya vurdu. Bir an önce bilgisayarın başına geçip kodlara bakmalıydı. Kalbi hızla çarpıyordu; adeta bir düğüm çözülmek üzereydi.
O sırada, ekranın diğer ucunda Altan gülümseyerek geri yaslandı.
Meltem’in mırıldandığı “korsan gibi” sözünü duymuştu.
Ve biliyordu: Bu kız oraya takılır, söküp atamazdı kafasından.
“Tahmin ettiğim gibi…” dedi Tayfa’ya dönerek.
“Kraliçe kurcalamadan durmaz. Ve işte tam da bu yüzden, bizim oyuna katılacak.”
Ardından Tayfa’yı topladı. Hep birlikte, kullandıkları gizli villaya gittiler. Bilgisayarlar, ekranlar, kablolar… Hepsi savaş alanına hazırlanır gibiydi.
Altan, gözlerinde muzip bir parıltıyla çocuklara seslendi:
“Hazır olun, Kraliçe geliyor.”
Ve gerçekten de Meltem’in bilgisayarında iz sürmeye başladıkları ipuçları birer birer belirdi. Sanki kendisini adım adım bir labirentin derinliklerine çekiyorlardı.
Kodların ardında saklanan mesajlar…
Rastgele açılan dosyaların içinde bırakılan küçük şakalar…
Ve her adımda Meltem daha da inatla bağlandı bu oyuna.
Sonunda ekranda koca harflerle bir cümle belirdi:
“Hazır mısın?
Tanışmaya…
Katılmaya?”
Meltem’in nefesi kesildi. Ellerini klavyenin üzerinde kenetledi.
Ekranda o üç satır yanıp sönüyordu:
“Hazır mısın?
Tanışmaya…
Katılmaya?”
Meltem’in yutkunduğunu kendi kulakları duyar gibi oldu. Kalbi küt küt atıyor, parmaklarıysa “Evet”e basmak için kıvranıyordu. Ama tam o sırada annesinin sesi koridordan geldi:
— Meltem, sofraya otur kızım! Yemek hazır!
Bir an gözleri ekrana, bir an kapıya gitti. Derin bir nefes aldı.
“Tam zamanlama…” diye mırıldandı, istemsizce güldü. Bilgisayarını uyku moduna aldı ve kalktı.
Sofrada ailesiyle yemek yerken yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Babası sohbet etmeye çalışıyor, annesi yemekleri dolduruyordu; ama Meltem’in aklı hâlâ o üç cümledeydi. Lokmalar boğazından geçerken bile kendi kendine tekrarladı:
Hazır mısın?
Tanışmaya…
Katılmaya?
Kaşığı elinden düşürür gibi oldu. Abisi şaka yaptı:
— Ne o, devlet sırrı mı çözüyorsun yine?
Meltem, dalgın dalgın gülüp geçiştirdi:
— Yok, küçük bir bulmaca sadece…
Ama içinde fırtınalar kopuyordu.
O sırada ekranın diğer tarafında Altan ve Tayfa bekliyordu.
Zaman geçtikçe odadaki hava ağırlaştı. Çocuklardan biri homurdandı:
— Şef, ya gelmezse? Belki de korktu.
Altan elindeki kahve fincanını masaya koydu, gözlerini ekrana dikti. Dudaklarının kenarı titredi.
— Gelir… O kız pes etmez.
Ama içinden başka bir ses mırıldanıyordu:
Ya yanılıyorsam? Ya bu kez bizi yarı yolda bırakırsa?
Oyunla başlayan şey, artık bir sabırsızlığa dönüşmüştü.
Tam iki saat sonra Meltem bilgisayarının başına döndü.
Ekranda hâlâ o üç satır yanıyordu. Gözleri kararlı, dudakları kıpır kıpırdı.
Parmakları klavyenin üzerine düştü.
Ve yazdı:
“Evet.”