OFLAZ
“Düzgün konuş! Karşında devletin memuru var,” dedi, Deniz komiserin hemen yanında duran velet!
“Devlet memurları seks yapmıyor mu?” diye sordum karşımdaki herifi gıcık etmek için. “Üzüldüm. Yazık size!”
Adam üzerime doğru eğileceği sırada, Deniz kolunu tutarak, “Gökmen sakin ol,” diye uyardı.
Bakışlarım adamın kolunu tutan eline takıldı. Bana bir iyilik yapıp bizi başbaşa bıraksa, sıkıcı sorgu faslı daha eğlenceli geçebilirdi.
Burada ne arıyordum ben? Peynir kokusu alan fare gibi neden her olayda bu kız çıkıyordu karşıma? Adam gibi soruşturma yapılmadan koluma kelepçe takmayı kendine görev edinmiş gibiydi.
O kelepçeyi koluna takıp yatağa mıhlamak vardı da, şimdi sırası değildi.
“Telefon kayıtların inceleniyor. Başak Kula'nın eve giden yol güzergahı da inceleme altında. Dua et, şirketine, adamlarına ait herhangi bir araç o güzergahta görünmesin.”
“Dua edecek olsaydım, bir gece kulübü işletmek yerine camide olurdum,” dedim soğuk bir sesle.
Neden katil olduğumu bilmesine rağmen bunu kullanacak kadar hırslı bir kadındı. Benimle bir derdi olduğu da artık benim için aşikar bir hale gelmişti.
Özellikle yapıldığını anlamayacak kadar salak olduğunu düşünmüyordum. Tam tersi eline geçen fırsatı değerlendiren zeki ve kurnaz biri gibi gelmişti.
“Başak Kula ile tartıştığını söyleyenler var.”
“Avukatım ne zaman gelecek?” diye sordum sıkılmış bir sesle. “Avukatsız bir şekilde yeterince sorgulamadınız mı komiserim?”
Doğru yoldaydım, onu sinirlendirmeye başlamıştım.
Fakat benim de işim hiç kolay değildi. Gece karası uzun saçları, saçlarının rengiyle daha koyu görünen alev bakışları aklımı karıştırıyordu. Uzun zamandır bir kadına karşı böylesine yükseldiğimi hatırlamıyordum.
Kokusu, teniyle bütünleşmiş gibi beni kendine çekiyordu. Karanlıkta gizlenmiş, bir ormanın içinden gelen yoğun sedir kokusu duyularımdan içeri sızıyor, bana doğru yaklaştıkça ona eşlik eden amber, içinde sakladığı ihtirası açığa çıkarıyordu sanki…
“Avukatın yoldaymış. Ama gelene kadar susma hakkın yok. Burada seninle sohbet etmiyoruz, cinayet soruşturması yürütüyoruz.”
Sırıttım. Öne doğru eğildiği için yakası açılmıştı.
“Siz yürütün komiserim. Ben burada oturup manzaranın tadını çıkarıyorum.”
“Yettin sen artık!”
Gökmen denen velet sandalyeyi geri çekip, bana doğru bir adım attı ama Deniz tekrar kolunu tutarak itini sakinleştirdi.
Gözlerini benden ayırmadan “Gökmen, dışarı çıkar mısın lütfen? Sen bir hava al!” dedi. Onunla konuşurken bile gözlerinin üstümde olmasına karşılık tek kaşımı kaldırdım.
Gökmen bir süre bakışlarını Deniz’e kilitledi ve sonra dişlerini sıkarak küfür ede ede odadan çıktı.
“Ağzı da bozuk!” dedim dalga geçerek. “Bir kliniğe gösterin bence! Aşıları falan tamam mı?”
Biraz önce Gökmen'in çekiştirdiği sandalyenin bacağına bir tekme atıp, ellerini masaya indirdi yeniden.
“Çenene de mi kilit taksak?” dedi kelepçeleri işaret ederek. “Zaten işe yarar bir şey söylediği yok.”
“Ben daha kullanışlı yerler biliyorum aslında!” dedim göz kırparak.
Deniz’in gözleri kısılıp, dudakları küçülürken geri çekildi. Burnunun direği sızlamış gibi bir ifadeyle tiksintiyle yüzüme baktı. O anda dudaklarım kıvrıldı. Onun sınırlarını zorlamak keyifliydi. Bir sınırı daha çatırdattığımı hissettim.
“İğrençleşmeye devam edecek misin?”
Soğuk ve kuşku dolu sesi, aramızda bir süre asılı kaldı. Bence iğrençleşmek ne demek hiçbir fikri yoktu.
Bir kadının cinayetini üstüme yıkmak isteyenler daha iğrençti bence.
“Neden kavga ettiniz?” diye sordu biraz sakinleşmeyi başardıktan sonra.
Göz göze geldik. Gözlerinde aradığı cevabı bulmak isteyen bir soruşturmacı değil, sanki kendisini dışarıda bıraktığım için öfkelenmiş bir kadın vardı. Belki bu kısmı bana öyle geliyordu ama yine de bakışlarının içinde bir yerlerde hırstan gözü dönmüş bir nokta seziliyordu.
“Benimle yatmak istedi,” dedim umursamazca. “Ben de ‘aklımda başkası var,’ deyince, çıldırdı.” Yarım bir gülüş dudaklarımı yokladı.
Gözleri alev aldı. “Benimle oyun oynama! Kavgadan sonra niye mekanla ilişiğini kestin?”
Omuz silktim. “Bana tecavüz etmesinden korktum.”
Elleri bir kez daha masaya inerken bakışlarım da ellerini takip etti.
“Vurup durma, kızaracaklar.”
“Adam akıllı konuşacak mısın artık?” diye sordu dişlerini sıkarak.
“Avukatım?” dedim sırıtışımı hiç bozmadan.
Masaya doğru eğildiği için beni bir kez daha görsel şölene maruz bıraktı.
Böyle her sorguda masaya doğru eğildiğini düşünmek… Böyle mi alıyordu ifadeleri? Kim bilir kaç katil, kaç yalancı bu manzarayla çözülmüştür.
İtiraf edeyim ki canımı sıktı. Canımı sıkan kısmı bu işte. Masum değilim belki ama şu masanın başında işlenen manipülasyonlar da en az sokaktakiler kadar kirli.
Bana neyse!
“Masaya eğilmeyi çok seviyorsan,” dedim sesimi alçaltarak. “Kelepçeyi çöz de hakkını verelim.”
Gözlerinde bir şey değişti. Öfke mi, tiksinti mi, yoksa kendine duyduğu kızgınlık mı... Emin olamadım.
“Sanırım bir kelepçe de kemerine takmak lazım.”
“Oyuncak da seviyorsun demek!”
“Sen benimle kafa mı buluyorsun?” Yeni mi ayıyordu yoksa inadına mı soruyordu anasını satim!
“Öfken ateş gibi komiserim. Beyin yakan cinsten!”
Bir kez daha sabır dilenir gibi gözlerini kapatıp nefesini dışarıya oflarcasına üfledi. Arka cebine uzanıp bir kalem çıkardı. Saçlarını gelişigüzel toplayıp kalemi arasından geçirirken aklıma kazınacak sahneler hediye etti bana…
Kimdi? Benimle derdi neydi? Onu bana karşı bu kadar hırs küpü haline getiren sebep neydi, tek tek öğrenecektim. Bugünden itibaren o da benim radarımdaydı artık.
“Sen de beyin olsa, bir komiserle sorgu odasında flört etmezsin!”
“Ayıp ettin! Buradan çıkışta bana gideriz istersen? Yatak odası olur mu?”
O sırada kapı açıldı ve Gökmen yanında Ertuğrul ile içeriye girdi.
“Geldim!” dedi nefes nefese…
Böylece yatak odasına gelip gelmeyeceği sorusu da havada kaldı.
Yazık…
“Neredesin sen?”
“Trafik vardı!” Soğuk bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Kimi kandırıyordu göt oğlanı? Kim bilir feneri nerede söndürmüştü!
“Gelirken Doğan ile konuştum. Olaya hakimim.”
Sikimi hakimdi! Aklı sıra beni sakinleştirip, olayı ele almaya çalışıyordu. Buradan çıkalım adam akıllı ele alacaktım onu…
“Avukatın da geldiğine göre,” dedi Deniz sabırsız bir sesle. “Başak Kula ile neden tartıştınız?”
“Başak Kula,” diyen Ertuğrul, benden önce konuyu açıklığa kavuşturdu.
“Hakim’e uyuşturucu sokanların içeriye girmesine göz yumdu. Çalıştığı yere ihanet etti. Mekanla ilişiği kesildi,” diyerek sabahtan beri Deniz'in sorduğu soruların cevabını tek kalemde vermiş oldu.
“Bunun için kanıtınız var mı?”
Gökmen denen velet araya girdi. Sanki biraz önce başbaşa daha iyiydik. Sandalyemi öne doğru kaydırıp, arkama yaslandım.
“Elbette!” Ertuğrul'un kendini beğenmiş sesi kulağımı tırmaladı. “Kamera görüntüleri var. Doğan birazdan size ulaştıracak.”
“Görüyorsun ya,” diye araya girdim. “Polise dev hizmet yapıyoruz. Kanıtımızı da biz getiriyoruz.”
İkisi de birbirine bakış atınca konuştuğuma pişman oldum. Ne zaman radarıma girse, kıl kuyruğu da hemen dibinde oluyordu. Çıkmadan şu herifin soyadını da öğrenmek lazımdı. O da Deniz sayesinde radarıma girmişti.
“Müvekkilimi burada tutmak için hiçbir gerçek deliliniz yok.”
“Cinayet silahı var,” dedi inatla. Niye salakmış gibi davranıyordu bu kadın?
“Birini öldürecek olsaydım, silahımı orada bırakacak kadar gerizekalı birine mi benziyorum?”
“İlk cinayetinin detaylarını unutmuş gibisin. Hatırlatmamı ister misin?”
Aramıza yeni bir duvar çekerken bakışlarım buza kesti. Bilerek damarıma basıyordu. Bilerek en hassas noktaya oynuyordu.
“Gerek yok,” dedim bir duvar da ben çekerken. “Neyi, neden yaptığımı senden daha iyi bildiğime eminim. Amacın ne komiserim? Bitmiş gitmiş bir davayı ısıtıp ısıtıp önüme sürüyorsun?”
“Bir amacım yok. Kendin dedin cinayet silahını orada bırakacak kadar gerizekalı mıyım diye?”
“İlk cinayetimde ilgini bu kadar çeken ne merak etmeye başladım. Adamı meydanda asmam mı? Aletini ağzına sokmam mı yoksa bıçağı kalbine saplamam mı?”
“Detaya gerek yoktu.”
“Vardı. İki de bir hatırlattığına göre bir noktası ilgini çekmiş olmalı!”
“Adalete güvenmeyip, hükmü kendin vermen dışında ilgimi çeken bir şey yok.”
Aramıza bir duvar daha ördüm. “Olmalıydı.”
Olmalıydı ulan olmalıydı! Sanki keyfime göre hareket etmişim gibi benimle küstahça konuşmaya nasıl cüret ederdi?
Bakışlarım Ertuğrul’a döndü. Ne demek istediğimi anlayıp anında araya girdi.
“Soracağınız başka soru var mı? Eğer yoksa müvekkilimin serbest bırakılmasını talep ediyorum.”
“Cinayet silahının düğümü çözülene kadar burada!” diyen Deniz bana bir bakış daha attıktan sonra kuyruğu ile birlikte sorgu odasından çıktı.
“Lan nerdesin sen!” diyerek Ertuğrul'a döndüm.
“Trafik,” diyecekken bu kez masaya yumruğunu geçiren ben oldum.
“Sikerim senin trafiğini! Kimi düdüklüyorsun? Karıların koynunda ye diye ödemiyorum sana parayı! Kaç saat oldu lan ben alınalı!”
“Bir daha olmaz.”
“Bir dahası olmayacak zaten! Buradan çıktığımızda kendine başka bir enayi bul!”
“Oflaz!”
“Oflaz Bey!”
“Sıçtırma lan sinirine! Kadından çıkaramadın hırsını bana mı parlıyorsun? Abinim ben senin!”
“Kuzenimsin it! Ne abisi! Yemişim abiliğini! Bu iki etti. İkidir geç kalıyorsun! Seni koynundan çıktığın kadının koynuna gömerim. Siktir git memlekette yap, avukatlığını!”
“Babama söylerim.”
“Selamımı da söyle! Dalyarak! Şimdi git Doğan’ı ara! Bunların bir bok yapacağı yok. Bilerek tutuyorlar burada. Pars görüntüleri geçmişe doğru tarasın. Silah ofisten nasıl alınmış bulsun!”
“Tamam,” diyerek bana daha fazla bulaşmadan o da odadan çıktı. Böyle burada mı bekleyecektim ben bunları? Lan daha önce sorgu odası, sorgulama görmesek, işleyişin böyle olduğunu düşünürdü insan!
Deniz Kurt! Benim için giderek ilgi çekici biri haline geliyordu. Merakımı kamçılayan tavırları beni onu daha derinden araştırmaya sevk etmişti. İlk işim anasından doğduğu ana kadar öğrenmek olacaktı.
Benimle bir derdi vardı. Suçlu polis olayı değildi kesinlikle…
Bu işte de Veli'nin parmağı varsa, kesecektim o parmağını…
Aklıma gelen tek ihtimal oydu şu an! Masadaki herkes birbirini sırtından vurmaya yer arıyordu ama bana kolay kolay bulaşmazlardı. Korhan izin vermezdi bir kere! Kendinden başka dişlerin boğazıma geçirilmesine gönlü razı gelmezdi orospu çocuğunun!
Veli'nin ise kuyruk acısı vardı.
Deniz tekrar odaya girene kadar sorgu odasında bekletildim. Zamanı gelince bu muamelenin de hesabını sorardım elbet!
***
DENİZ
“Adamın damarına inadına mı basıyorsun kızım? Niye sürekli kendini hedef haline getiriyorsun?” Gökmen her zamanki gibi abi moduna geçip hesap sormaya başlamıştı bile…
Bazen babasından beter oluyordu bu konularda…
“Ne yaptım ki?” Oflaz yine kaçacaktı elimden belliydi yani… Başak o zaman neden öyle konuşmuştu? Oflaz’a ihanet edip hayatta kalarak mekandan gönderildiyse, bana neden Oflaz'ın ismini vermişti?
“Sorgu odasında bıraktın herifi! Nezarete almamız gerekiyor!”
“Özlemiştir bence. Hasret gidersin!” dedim kızgın bir sesle. Bana ettiği lafların çoğunu duymamıştı tabi…
Her cümleyi nasıl da yatak muhabbetine bağlamıştı. Hıyar herif! Beni o kadar kızdırmıştı ki, bazen verecek cevap bile bulamamıştım.
“Kardeşinin konusunu açman hoş olmadı,” dedi bu kez. “Bile bile damarına basıyorsun.”
“Kardeşinin konusunu açmadım ki!”
“Dalga mı geçiyorsun Deniz? İlk cinayetini gündeme getirmek ne oluyor?”
Hak etmişti! Ses kaydı alındığını bile bile konuyu sürekli cinselliğe getirmişti. Küstah adamın tekiydi. Kendine olan güveni sinir bozucuydu. Sürekli damarıma basan aslında oydu. Arıyı rahatsız edip edip, o sizi soktuğunda şikayet etmeye hakkınız yoktu bence.
Niyetim kardeşini gündeme getirmek değildi aslında. Ama hep üstten konuşan tavrıyla, öyle bir cevap verince ben de dayanamamıştım.
***
Saatler sonra gelen belgeler beklediğim gibi değildi. İstediğim gibi hiç değildi.
Deliller, Oflaz’ı temize çıkarıyordu.
Kendisi olmasa bile adamlarından birine yaptırdığına o kadar emindim ki, hayal kırıklığına uğradım.
Daha önce yaptıklarını biliyor olmasam, gerçekten de masum birini suçladığımı düşünürdüm. Ama ne mal olduğunu iyi biliyordum.
Kamera kayıtları, o gece onun mekanında olduğunu kanıtlamıştı. Plaka tanıma sisteminden geçen araçlar arasında şirketine ait olan yoktu. Son gelen görüntülerle birlikte, silahının ofisinden alındığı, şüpheye yer bırakmayacak şekilde netti.
Biri Oflaz'ın başına sürekli bela açmaya çalışıyordu. Ve bir şekilde bu olayların bana ulaşmasını sağlıyordu.
Babam mıydı?
İçimde bir şey parçalandı. Babam hala peşinde olduğumu anlamış, onu bana yem yapmaya mı çalışıyordu?
Elimi yumruk yaptım. Bileğimdeki damarlar kabardı. Masaya o an vursam, acısı kemiklerim çatlayana kadar sürseydi, yine de içimdeki öfkeyi söndüremezdi.
Amirimiz yine kendini köşesine çekmiş, işin pislik kısmını bu kez tamamen bana bırakmıştı. Alem puşt görmek istiyorsa, narkotik bürosunun amirine bakabilirdi.
Kapıyı açtım. Sorgu odasına girerken gözlerim onunla buluştu. Yorgun, umursamaz, gevşek bir ifadeyle bana bakıyordu. Yine o gülümseme. Yine o alay.
Nasıl da damarıma basıyordu. Kim demişti bu herif suratsız diye? Yedi yirmi dört sinir bozucu bir şekilde sırıtıyordu yemin ederim.
“Serbestsin,” dedim dişlerimin arasından. Her harfi çivileye çivileye. Cebimde anahtarı çıkarıp kelepçeyi çözmek için uzandım.
Kaşları kalktı, sonra tekrar sırıttı. Öyle bir sırıtışı vardı ki, boğazına yapışmak istedim. Yüzündeki sırıtışı dudaklarından söküp almak oldukça cazip olurdu.
“Ne oldu komiserim? Yine süklüm püklüm geldin bana doğru!”
Hiçbir şey söylemedim. Onun boğazına sarılıp o sorgu masasını ters çevirmek istedim. Ama sadece sırtımı dönmekle yetindim. Haklıydı adam! İkidir attığım kurşunlar bana geri sekiyordu.
Yok saymak tek korunma yöntemimdi.
Arkamdan gelen son cümlesi, damarlarımın içine zerk edildi.
“Yine de güzel vakit geçirdik, değil mi? Masaya eğilme performansın etkileyiciydi.”
Bir anda geri döndüm. Yumruğum havaya kalktı, elimi yakalayıp beni kendine doğru çekti. Bedenlerimiz birbirine yapışırken yüzündeki o alaycı sırıtış silinmiş, gözleri gibi dudakları da insanın içini üşütecek bir soğukluğa bürünmüştü.
Peki ben neden alev almış gibi hissediyordum? Üzerime doğru eğilip dudaklarını yanağıma sürterek kulağıma yaklaştı.
“Radarıma öyle bir girdin ki Deniz Kurt, çık çıkabilirsen!”
Bakışlarımı gözlerine diktim. “Belki de çıkmak istemiyorumdur Oflaz Dağtekin!”
“Ne ala,” dedi nefesi yüzümü okşarken. “Aynı dili konuşuyoruz o zaman!”
Beni bırakıp yavaşça uzaklaştı. “Yine görüşeceğiz,” dedi söz verircesine.
Buna emindim. Görüşecektik. Şüphesi olmasın!