Fena Çarpıldım

1811 Words
Açık mavi gözleri o kadar belirgindi ki insanın uzun süre bakmak isteyeceği kadar parlaktı. Yanık buğday teni, kusursuz sayılabilecek yüz hatları vardı. Siyaha yakın saçları gür ve de hafif dalgalıydı. Burnu ise sanki özenle yerleştirilmiş gibi duruyordu. Kendimi toparlayarak ona bakmayı kestim ve uzattığı eline elimi yerleştirdim. Beni kendine doğru öyle hızlı çekti ki bedenlerimiz birbirine yapıştı, uzun boyumdan dolayı burnumun hafifçe çenesine değdiğini hissedince panikledim. "Sanırım kabahat bende. Kendimi koşmaya fazla kaptırmıştım." dedim kendime çeki düzen vermek için geri çekilirken. O ise hoşnutsuz bir şekilde elimi bıraktı. Üzerimdeki tozları silkelerken gözüm onun ayakkabılarına takıldı. Siyah deriden parlak ve oldukça pahalı görünümlüydü. Gözüm yavaşça yukarıya çıkarken üzerine tam oturmuş siyah takım elbise olduğunu fark ettim. Sanırım iş adamıydı. Belki de bir avukat ya da moda dergilerinden fırlamış bir mankende olabilirdi. "Doğrusu takım elbiseyle parka pek uyum sağlamıyorsunuz." Az önceki düşüncelerimi dile dökerken, sesime alaycı bir tını eklemeyi de ihmal etmemiştim. Sevimli bir şekilde ensesini kaşıyışına şahit olduğum da bu görüntünün oldukça tatlı olduğunu düşündüm. Bu adamın kadınları etkilemek konusunda fazla bir şey yapmasına gerek bile yoktu. "Bugün maalesef şanssızlıklar benden yana, arabam caddenin öbür tarafında arıza yaptı. Bende iş görüşmeme yetişebilmek için burayı kestirme olarak kullanmak zorunda kaldım. Ama neyse ki size çarpınca üzerimdeki bütün uğursuzluklar yok olup gitti. Bugün başıma gelen en güzel şeysiniz siz." Adam keskin bakışlarını bütün vücudumda gezdirirken karşısında utanmıştım. Birçok erkeğin beğeni dolu bakışlarına maruz kalıyordum ama hiçbiri bana böylesine güzel ve özel hissettirecek şekilde bakmıyordu. Sanırım yakışıklı ve zengin olduğu kadar da işini bilen çapkın bir adam duruyordu karşımda. "İyi olduğunuzdan emin misiniz?" diye devam etti. Ciddi bir ifade takındım. "Evet iyiyim." Popom biraz acıyordu ve dirseklerim de ama bunu kendime saklamayı uygun bularak söyleme gereği duymadım. "Dilerseniz şurada biraz oturup soluklanın." Hemen ilerimizdeki bankı işaret ettiğini gördüm. Evet belki de otursam iyi olacak diye düşünüp sakince banka doğru yürüyüp oturdum. Kıçım ahşap bankın üzerine değer değmez, canımın acısıyla yüzümü buruşturdum. Şahin gözleri bunu hemen fark etti. "İncinen bir yeriniz yoktur umarım." Sesi sıcak hatta belki eğlenir gibiydi. "Hayır yok." dedim en huysuz sesimi bularak. Kendinden emin bir tavır sergileyerek ellerini pantolonunun ceplerine soktu ve bana dikkatle bakmaya devam etti. "Sadece hatamı telafi etmeye çalışıyorum. Bu kadar kızmayın lütfen." Bunu hiçbir imada bulunmadan söylediğini bakışlarından anladım. İlgiliydi, son derece kibar ve de düşünceliydi şu an, az öncenin aksine. "Tamam sorun yok gayet iyiyim." Bana öyle dikkatli bakıyordu ki gerilerek bundan rahatsız oldum. "Asıl siz iyi değil gibisiniz. Dilerseniz siz de oturup soluklanın." derken gülmemek için büyük çaba sarf ettim. Benden etkilendiğini bu kadar belli etmesi oldukça komikti. Sözlerim karşısında hafifçe gülümsedi. Anlamıştı altta yatan imayı. "Sanırım fena çarpıldım." Bunu hangi manada söylediğini anlamaya çalıştığım sırada eliyle karşı caddede bulunan bir kafeteryayı işaret etti. "Haklısınız çarpılmanın etkisiyle oldukça sarsılmış durumdayım. En iyisi ben şuradaki kafeterya da oturup soluklanırken siz de bana eşlik edersiniz. Sanırım hafifte olsa başım dönüyor." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Adama bak hiçbir fırsatı kaçırmıyor diye iç geçirdim. "Etrafımda yıldızların uçuştuğunu ve karşımda da bir meleğin durduğuna yemin edebilirim." Birden dünya dönmeyi bıraktı. Hatta nefes bile alamaz oldum. Bana melek demiş adımla hitap etmişti. Bunu farkında olmadan yapmış olsa da benim için anlamı büyüktü. İçime dolan o ılık duygunun beni sarıp sarmaladığını hissettiğim sırada kendime annemin varlığını ve Arthur'la olan sözleşmemi hatırlatarak duruşumu değiştirdim. Gergin bir tavırla boğazımı temizlediğimde hızla ayağa kalkmıştım. "Yardımınız için minnettarım." Sesim cılız çıkmıştı. O ise kararsız ve aynı zamanda hayal kırıklığına uğramış gibi duruyordu. "Bu hayır demek değildir umarım." "Kabul etmiş gibi mi görünüyorum." "Bak Melek kız sana tuhaf gelebilir ama ben kadere inanıyorum. Şu an bu yaşananlar asla boş bir tesadüf olamaz." Yok daha neler... Tam ağzımı açmış cevap verecektim ki o sırada telefonu çaldı. Genç adam telefonunu cebinden çıkarırken bunu fırsat bilerek hızla koşmaya başladım. Ondan bir miktar uzaklaşarak; "Hoşça kalın, size iyi günler." diyerek seslendiğimde, bana hayretle baktı. Bunun karşılığında tebessüm ettim, Tanrım bunca panik halinin nedeni benim gidiyor olmamdan kaynaklanması ilginçti. "Kahretsin lanet telefon... Hey dur gitme..." Arkamdan seslendiğini duydum ama durmadım tabi. Hızımı arttırarak ondan uzaklaştım. Kaçar gibi gitmem beni şaşırtsa da bunun üzerinde kafa yormayacaktım. Eve gittiğimde hızlıca duş aldım. Sonrada akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa girdim. Arthur gelinceye kadar kitap okuyarak ve televizyon seyrederek oyaladım kendimi. Vaktimin çoğu bu şekilde geçiyordu. Görüştüğüm o kadar az insan vardı ki. Arthur'un bu konuda oldukça katı kuralları vardı. Mesela sorun etmediği kişilerden biri on dokuzuncu dairede kalan Bonie Hanımdı. Bu sevimli cana yakın kadın altmışına merdiven dayamış, kocasını on yıl önce kanserden kaybetmiş, yalnız yaşayan birisiydi. Otuz iki yıllık evliliğinde hiç çocuğu olmadığı için birkaç akrabasının dışında kimsesi yoktu. Bu yüzden onunla sık sık görüşmeye çalışıyordum. Onu her ziyarete gittiğimde bana mutlaka kahve yapar ve yanında o nefis tarçınlı kurabiyelerinden ikram ederdi. Öyle güzel tarçınlı kurabiye yapıyordu ki neredeyse dillere destandı bu kurabiyesi. Bir gün ondan tarifini istediğimde beni nazikçe reddettiğini hatırlıyorum. Benimle o kendine has naif hareketleriyle konuşmuştu. "Bu tarif çok gizli Julietta." dedi fısıltıyla ve devam etti. "Bunu bana büyük babaannem öğretmişti. Kurabiye yemek için onu her ziyarete gittiğimde bıkmadan usanmadan tarifini istiyordum. Bir gün bana sana bu tarifi vermeyeceğim sevgili kızım dedi. Bunu duyunca çok üzüldüm. Ama o açıklamaya başladığında bütün hüznüm yağmur sonrası dağılan kara bulutlar gibi aydınlandı. Çünkü dedi devamında bu tarifin özelliği yapan kişinin evinde sohbet eşliğinde yenmesinde gizlidir." O an ne demek istediğini hemen anladım ve gülümseyerek masanın üzerinde duran elini tuttum. "O halde bu özelliği bozmayalım Bonie teyze. Çünkü sohbetinden ve güler yüzünden asla mahrum kalmak istemiyorum." Gözleri dolu dolu bana baktı. "Biliyor musun güzel kızım, babaanneme ben de aynısını söylemiştim. Yıllar sonra vefat ettiğinde bana bir miktar para ve de bu tarifi bırakmıştı. Onu her zaman sevgiyle anıyorum." Çatı katında bulunan evimi seviyordum. Özellikle mutfakta zaman geçirmek çok hoşuma gidiyordu. Yemek yapmayı sonradan öğrenmiştim. İlk zamanlar geçmişe takılıp yemeği yakmamaya çalışmak için ayrı bir çaba harcamıştım. En son yemeği yaktığımda Arthur'un bana yaşattıklarını hatırlayınca tüylerimin ürperdiğini hissettim ve sanki aynı acıyı tekrar yaşamışım gibi içim acıdı. Kocam beni o sefil hayattan kurtardı ve iyi bir hayat sundu diye hatırlatıp duruyorum kendime. O benim kurtarıcımdı. Ama yine de onun hayatına ayak uydurmakta zorlanıyordum çünkü Arthur huysuz, aksi ve de dengesiz bir adamdı. Ruh hali sürekli değişiyordu. Bu nedenle çoğu zaman onun nasıl davranacağını kestiremiyordum, değişken hallerine ayak uyduramadığım için sürekli sorunlar yaşıyorduk. Son zamanlarda bana şiddet uygulamaya başlamıştı. Hayatım bol para içinde ama mutsuz bir şekilde sürüp gidiyordu. Arthur'un lügatında olumsuz kelimelere yer olmadığını uzun zaman önce acı bir şekilde öğrenmiştim. Gidecek bir yerim yoktu, başka bir seçeneğim de yoktu zaten annem için katlanıyordum ona. Katlanmak zorundaydım. "Selam güzelim. Hımm her zamanki gibi güzel kokular geliyor." dedi Arthur beni düşüncelerimden sıyıran sesiyle. Elimdeki salata tabağını masaya koymadan önce ona baktım. Kapıya yaslanmış beni izliyordu. "Hoş geldin" dedim neşeli görünmeye çalışarak. "Geldiğini duymadım." diye ekledim. "Görebiliyorum. Çünkü tam üç dakikadır burada dikilmiş seni izliyorum." Bakışlarından bana kızıp kızmadığını anlamak güçtü. Her zamanki gibi sabit ve ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Ona nasıl davranacağımı bilediğim o anlardan birini yaşıyordum yine. Onu kızdırmış olma düşüncesiyle gerilince, hoşlandığı ses tonumu bulmakta zorlandım. "Yemek hazır hayatım. Dilersen hemen servis yapabilirim." "Olur. Ben üzerimi değiştirip geliyorum." Evet hayatımız bu şekilde sürüp gidiyordu. Pek fazla sohbet etmiyorduk. Böyle olması onun tercihiydi. Ben de istediği gibi ona ayak uyduruyordum. Evliliğimiz muhabbetten uzak sadece ona itaat ve hizmet üzerine kurulu olduğu için buna alışmış (bu kendimi kandırmacadan başka bir şey değildi) ve zamanla kabullenmiştim. Zaten bizim anlaşmamızda bu şekildeydi. Onun istediği her şeyi yapacak, beraberliğimiz boyunca sonuna kadar memnun edecek ve sözünden asla çıkmayacaktım. O da istediğim hayatı altın tepsi de sunacaktı bana. Kulağa hoş gibi görünmese de mecburiyetten kabul etmiştim onun bu acımasız teklifini. Her ne kadar o çöplükte yaşamaktan bıkmış olsam da aslında daha çok annem içindi bu evliliği kabullenişim, yatalak olduğu için özel bakıma ihtiyaç duyuyordu ve bu sayede özel bir doktorun kontrolünde adım adım iyileşme yolunda ilerliyordu. Bilmiyorum belki de ben kendimi kandırıyordum ama ne olursa olsun Arthur sözünü tutmuştu bu nedenle ben de ona en iyi şekilde hizmet etmeyi bir görev olarak görmeliydim. Arthur mutfağa geri geldiğinde ben çorbaların servisini yapmıştım. Üzerine gri bir tişört ve altına da siyah bir eşofman altı giymişti. Sessizce yerine oturdu ve çorbasından birkaç kaşık aldı. Konuşmasa da bakışlarının üzerimde olduğunu hissedebiliyordum ve bu da beni fazlasıyla geriyordu. Her ne kadar keyifli görünmeye çabalasam da durgun göründüğümün farkındaydım, oda bunu fark etmiş olacak ki benim her bir hareketimi titizlikle incelemekten geri kalmıyordu. Bana işkence etmekten hoşlanır gibi davrandığını görmezden gelmekten başka bir çarem yoktu. Annemin hiçbir ilerleme kat etmemesini kafaya takmıştım yine. Doktorunun söylediğinin aksine annem yerinde sayıyor olsa da iyileşeceğine dair inancımı yitirmemiştim. Bu inanca ihtiyacım vardı çünkü böylesi bir hayatla baş edebilmemin tek nedeniydi bu. Bir anlığına parkta gördüğüm adam aklıma gelir gibi olunca anında bu düşünceyi en derinlere gömdüm ve üzerini de bolca toprakla örttüm. "Julietta" Arthur'un tok sesiyle silkindim ve zoraki gülümsememi takınarak ona baktım. Kaşlarını çatmış bakarken oldukça kızgın görünüyordu. "Efendim hayatım." Ona sakin bir şekilde karşılık verirken kalbim deli gibi atıyordu. Yuvarlak masamızda karşılıklı oturarak huzurlu bir şekilde yemek yememizi beklemekle ne kadar da yanıldığımı anladım o anda. Söz konusu Arthur'du. Dünyayı yönetmiyordu belki ama beni oldukça iyi yönetiyordu. "Günün nasıl geçti?" "Her zamanki gibi..." "Her zaman ki gibi derken?" "Sabah koşusu, sonrasında ılık bir duş ve de günlük rutin ev işleri." "Peki bu hüzünlü halinin sebebi nedir?" Dilim tutulmuşçasına sessiz kaldım. "Annene uğradığın için olabilir mi?" Savunmaya geçtim. "Sadece onun durumunun iyiye... " Sözümü kestiğinde suçlulukla alt dudağımı ısırdım. "Sana daha önce isteklerimi ve beklentilerimi net bir şekilde söylediğimi hatırlıyorum. Ve bunları tekrar etmekten hoşlanmadığımı biliyorsun. Senden tam olarak istediğim şeyi anladığından pek de emin değilim artık." "Seni gayet iyi anlıyorum Arthur." Yaşadığım gerginlikle kucağımdaki peçeteyi elimin içinde büzüştürmeye başladım, iyi ki bunu görmüyordu hoşlanmayacağı bir hareketti çünkü. "O halde senden beklediğim şeyi söyle?" "Evde senin yanındayken her daim güler yüzlü olmamı bekliyorsun. Çünkü üzgün ve neşesiz olmam senin ruh halini etkiliyor." Bu konuya neden bu kadar takıntılıydı anlamıyorum. Bir insan nasıl olur da her zaman mutlu görünmeyi başarabilirdi ki üstelik hayat bu kadar zorluklarla doluyken ama Arthur bunu göremiyordu ne yazık ki. "O halde söyle bana, neden seni öyle görmüyorum?" Kahretsin sinirlendirmiştim onu. Oysaki belli etmemeye çalışmıştım. Nedense annem söz konusu olduğunda kendime hakim olmakta güçlük çekiyordum. Sanki o benim zayıf noktamdı ve o bunu çok iyi biliyordu. Bu konuda anlayışlı olsa ne olurdu sanki. Oysa bugüne kadar onu hiçbir konuda hayal kırıklığına uğratmamış aksine onu kendimden bile önde tutmuştum. Suçlu çocuklar gibi başımı eğdim, derin bir nefes alarak ona baktığım da çatılmış kaşlarıyla ve kararan gözleriyle fırtınayı toplayan kara bulutların habercisi gibi duruyordu karşımda. "Özür dilerim hayatım. Bu bir daha tekrarlanmayacak." Ve maskeli itaatkar kadın geri gelmişti. "Özrün hissettiklerimi telafi edemez." Kahretsin bunun için artık çok geçti çünkü Arthur sinirli bir şekilde masadan kalktı ve kucağındaki peçeteyi masanın üzerine fırlattı. Peçetenin bardağın üzerine süzülüşünü korkuyla ve çaresizce izlemekten başka bir şey yapamadım. "Anneni ziyarete her gidişinde böyle olacaksa o halde korkarım ki onu görmeni engellemek zorunda kalacağım."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD