bc

MAFYA DELİSİ (DELİ SERİSİ 1)

book_age18+
2.0K
FOLLOW
23.7K
READ
forced
mafia
scary
single daddy
like
intro-logo
Blurb

Zaman her şeyin ilacıdır derlerdi eskiler. Şimdilerde zaman sadece yaranın kabuğunun daha derinden soyulmasıydı onun için. Tek bir hata yaptı. İnandı. Onu sevdiğini sandığı adama sonsuz bir güvenle inandı ve sonunda karnında bebeği gözünde yaşı ve başka bir kadının gözünde metres olarak ortada kaldı.

En savunmasız ve güçsüz olduğu anda yedi ikinci darbesini. İzah etmesine izin vermedi kimse yüzüne tokadı karına tekmeyi geçirirken. Sonunda vazgeçti hayatından da bebeğinden de. Kendini bulduğu deniz kıyısında tek amacı son vermekti hayatına boğazına dolanan kollar olmasaydı.

Karanlığın içinde sadece zehir yeşili gözlerle varlığını sürdüren deli lakaplı bir adamdı Balamir Atalan. Acımasızdı. Sertti. Eyvallahı yoktu. İhanet ve mazluma dokunan el tek kırmızı çizgisiydi. Düşmanlarına en büyük uyarısı kazık göndermekti.

Bir deniz kıyısı, canından olmak isteyen bir kız ve can almak için koşan adam.

“Abi, abi dur.”

“Abinin amına koyim ne var lan adam kaçtı.”

“Abi kız. Kız kanıyor.”

Balamir ilk kez bakışlarını önce banka sonra da yere çarpan kıza çevirdi. Beyaz elbisesinin eteklerinden görünen ince bacaklarından sızan kızıllık kaşlarını çatmasına neden oldu.

Ölüm öyle ya da böyle gelmişti kapısına. Peki şimdi ne olacaktı?

İçeri alacak mıydı? Yoksa kollarında taşıyan adamın karanlığında yok olup gidecek miydi?

***

“Sana güvenmiyorum.”

“Duygularımız karşılıklı.”

“Seni sevmiyorum da.”

“Ben sana ölüyorum ama dağ çiçeği onu ne yapacağız?”

chap-preview
Free preview
1. BEYAZ LÜKS ARABA
Sayfalarca masal okudu kendine. Sağ elini solla avuttu zorda kaldığı her an. Bir kız çocuğu düşünün korktuğunda ya da ihtiyacı olduğunda kendine sarılan. Ayna karşısında kendi saçlarını okşayıp geçecek diyen.      Umay. Anne babası hatta abla ve abileri olan ama yanlızlığı iliklerine kadar işlemiş kız çocuğu. Ruhunun tüm tarlalarına dağ çiçekleri ekmiş ve yaban gülleri büyütmüş genç kız. Ateşi çıktığında, canı acıdığında, teni kanadığında yaralarını saran kadın. Hep kendinin bir şeyleri olan ama hiç kimsenin vazgeçilmezi olmayan. Hoş zaten herkes vazgeçilebilir değil miydi?     Çalıştığı iplik fabrikasına gitmek için sabah kalktığında kahvaltı sofrası hazırdı. Ama bir ona yer yoktu. Oysa herkesten daha düzenli para sokuyordu eve. Mesailere kalıp fazladan kazanç sağlayınca seviniyordu çünkü babası bir o zaman bakıyordu yüzüne gülümseyerek. Ya da annesi bir o akşam yapıyordu en sevdiği köftelerden. Yine konmuş olan çay bardaklarına bakarken göz devirdi. Abileri ve ablaları anne babası. Kadro tamamdı. Yedi çay bardağı yedi tabak çatal haşlanmış yumurta.     Üzülmemek için kendini telkin ederken annesi mutfaktan çıktı. Elinde çaydanlık vardı. Masaya bıraktığında “İşe geç kalmadın mı sen? Hala niye evdesin?” dedi en soğuk ses tonuyla. Umay, dudaklarını aralayıp daha vaktinin olduğunu söyleyecekti ki ondan iki yaş büyük ablası arkasında belirdi.     “Tembellik yapıyor işte anne niye şaşırdın ki. Bu ay mesailerden fazla para getirmezse çeyizime aldığımız tencere setinin taksiti aksayacak ya bana inadına yapıyor.”    Genç kız arkasına inanamayan gözlerle dönerek baktığında saçlarını toplayan ablası göz devirip “Yalan mı? İstemeye geldikleri günden beri çeyiz için ne alsam laf yapıyorsun. Kıskançsın kızım bana ne kızıyorsun.” değince yutkunan Umay kaşlarını çattı. Bu defa en büyük abileri ve belirdi salonun kapısında.     “Bana bak kız, sabah sabah kavga mı çıkartıyorsun yine? Alırım ayağımın altına. Doğru işe hadi naş. Sağa sola da bakma mahalleden geçerken lafın sözün gelirse yemin ediyorum gebertirim seni.”     Omuzuna taktığı çantanın kulbunu sıkan kız dudaklarından firar etmek isteyen tüm cümleleri yuttu. Hem anlamayacaklardı hem de değmeyecekti. Sonuç; yirmi beş yaşında dayak yiyerek işe gitmiş olacaktı. Ses çıkarmadan ayakkabılarını giydi eylül ayında olmanın verdiği o hafif serinlik hissiyle ince hırkasının önünü elleri ile sağa sola büzüştürüp sarıldı ve yürümeye başladı. Kimseyi görmek ya da duymak istemiyordu. Hemen kulaklığını takıp müzik listesini açtı. En damar ve depresyona sürüklemelik listesini aktif hale getirip servise bineceği durağa doğru ilerledi.     Arkasından bakıldığının farkındaydı. Bakımsızlıktan fırça gibi olmuş sarı saçları ensesinde öylesine toplanmıştı. Yüzü solgun, göz altları fazla mesailerin ve ağlama nöbetlerinin eseri olarak torbalanmış ve de morarmıştı. Dudakları, kemirilmekten yara olmuş kabul bağladığı içinde bolca kurumuştu. Bedeni zayıftı. Bir altmış beş boyuna rağmen kırk beş kiloydu ve arkadaşlarının dalga konusu oluyordu. Neymiş kuvvetli rüzgar esse uçarmış? Nelere katlandığını neleri göğüsleyip yıkılmadığını görseler sesleri dahi çıkmazdı ya Umay kilitli sandık gibiydi.     Her zamanki köşe başına geldiğinde servisin geleceği güzergaha baktı. Ofladı. Yine geç kalacaklardı anlaşılan çünkü durduğu yerden büyük caddedeki trafiği görebiliyordu. Bir şeyi anlamıyordu. Para yok diye kim ağlıyorsa kapısında arabası oluyordu. Herkes sabah trafiğine özel arabası ile çıkıyor buna rağmen toplu taşımalar sıkış tıkış ilerliyordu. Ne kadar çok araba onun iki katı insan yaşıyordu İstanbul’da. En sevmediği gudubet kadın Nermin bile para yok markete gidemiyorum derken bir hafta önce araba almış havasını da bir güzel atmıştı. Annesi ehliyeti olduğu için Umay’a “Maaşın üzerinden kredi çek bizde alalım araba.” dediğinde babası “Düğün var önümüzde onun için kredi çekecek arabayı sonra alırız nasıl olsa Umay birkaç aya maaş artışı alacak öder o” demiş araba işini rafa kaldırmıştı. Tabi kazık yine Umay’ın kıymetlisinin ucunda bekliyordu. Koca iki abisi vardı ama çalıştıkları evden çok süslerine gidiyordu. Ablaları ise sözde çeyiz için para biriktiriyor eve çok az bir miktar veriyor ama yine alınanların taksiti Umay’dan çıkıyordu.     Kafası öyle dalgındı ki ayağının dibinde çalınan korna ile öyle bir korktu ve çığlık attı ki kalbi göğüs kafesinden çıkacak gibiydi. Başparmağı ile damağını kaldırdığında kulaklığını çıkardı ve korna çalan oldukça pahalı arabanın açık camından içeri çemkirdi.     “Derdin ne senin ya? Ödümü patlattın.”     Hafif eğilip kıza bakan adam gözünden gözlüğü çıkarıp ukala bir tonla “Yolun ortasında durursan ödün ve beynin de hatta kasen de patlar. Çarpmadık uyardık hala çemkiriyorsun” değince genç kız bir an duraksadı. Nerede olduğunu anlamak ister gibi sağıla soluna baktığında baya kaldırımdan bir adım yola doğru geldiğini fark etti. Servis güzergahına bakarken olduğu yerde kalmıştı anlaşılan zihnine ailesi çöreklenince. Yutkundu. Ses tonunu düşürerek “Şey, ben özür dilerim yolda olduğumu fark etmedim ama yine de böyle korkutmanıza gerek yoktu.” deyip hemen arabanın arkasına yanaşan servis daha fazla bir şey demeden dönüp ilerledi. Servise bindiğinde hemen şoförün arkasındaki yerine oturdu. Kimse onun yerine oturmaz araba tuttuğu için şoför camından hava alsın diye boş bırakırlardı.     Genç adam birkaç haftadır babasının işleri yüzünden Bakırköy tarafına geliyordu. Aynı yoldan geçmesi gerektiği içinde bazı şeylere aşinalığı artmıştı. Çarpmamak için korna çalış korkuttuğu kızı hafta içleri sürekli görüyordu. Öyle aman aman bakımlı ve dikkat çeken bir tip değildi ama kulağında kulaklık yüzünde durgun bir ifade öylece yere bakarak yürür köşede beklerdi. Kendi şaşalı hayatına tezat sakinlik kızın tüm hal ve hareketlerinden akıyordu. Mutsuzluğu onun tasasız ve özensiz hayatı ile bastırmaya başlamıştı. Onu görünce yüzü istemsiz gülüyor, biraz yavaşlayıp birkaç saniye daha izliyordu. Bugün konuşma fırsatı bulmuştu. Korkması bir an durup düşünmesine yetmişti ama sevimli yüzü yorgun mimikleri ve insanı huzura sevk eden bir tınısı vardı.     Yanından geçip giden transit aracın arkasındaki büyük fabrika amblemi dikkatini çekti. Kendi işi için biraz zamanı vardı. Bu nedenle servis aracının arkasına takıldı ve takip etmeye başladı. Bakırköy'den Yenibosna’ya kadar gittiler. İç kısımlara girip büyük bir fabrikanın önünde durduğuna diğer servislerin yanında duran arabadan çalışanlar tek tek indi. Kaşlarını çatıp gözlerini kısarken inen ince hırkalı kızın midesini tutarak inmesini izledi.     Kenardaki çöp kovasına koşarken hemen başka araçtan inen siyah saçlı kız onun yanına koştu ve birkaç kez öğürdüğünde saçlarını topladı. Aybars’ın anladığı kızı arabanın tuttuğuydu. Benzer durumu kız kardeşinde yaşadığı aklına gelince adını bilmediği ama dikkatine takılan kız için üzüldü.     Başını kaldıran genç kızın yüzü daha da sararırken arkadaşı sayesinde elini yüzünü yıkadı ve hemen çantasından çıkardığı ekmek arasını kenardaki banka oturarak yemeğe başladı. Bu defa kaşları ilgiyle kalkan adam durumun açlıkla alakalı olup olmadığını düşündü.     Boş mide ile daha kötü olan Umay arkadaşı Emine sayesinde karnını doyururken ona minnetle gülümsedi. Kaderleri birdi. Onun da ailesi erkek evlat delisiydi. Emine ortanca çocuktu ve hem erkek kardeşinin hem de abisinin otoritesi altında eziliyordu. Daha yirmi dört yaşındaydı ama liseden sonra çalışmaya atılmayı aile zoruyla yaşadığı için içi buruktu.     “Çok teşekkür ederim kuzum, biraz daha iyiyim.”     “Bak benim ekmeğimden de al. Sabah erkek kalkıp hemen poğaça yapmıştım sıcak sıcak ondan getirdim. Çay molasında da ondan yeriz.”     Umay, utanç içinde başını sağa sola salladı. Midesi az yediği için zaten küçücük kalmıştı. Çeyrek ekmek arası bile yetmişti. Sonunda ikili kalkıp personel giriş kapısına yürürken Umay bir an duraksadı. Sanki hafifçe esen rüzgar geri dönmesi için kulağına fısıldıyordu. Omuzunun üzerinden arkasına baktığında her zaman gördüğü arabaları ve insanları gördü. Sonra durdu. Bir araba dikkatine takıldı. Beyaz, oldukça lüks ve daha yarım saat kadar önce gördüğü araba kenara çekmiş duruyordu. Kaşları şaşkınlıkla kalkarken yutkundu. Filmli camlar yüzünden içindekini göremese de kalbi anlık teklemeyi kendine borç bilmiş gibiydi.     Onun bakışından saniyeler sonra araba hareket etti ve gitti. Yüzü bununla az da asılan Umay fabrikaya girip kadınlar için olan giyinme odasına girdi. Kendi dolabının yanına geçip üzerindeki siyah kotunu hırkasını ve badisini çıkardı. İş için giydiği eşofman ile kısa kolu üzerine geçirip önlüğünü de alarak dolabını kilitledi. Cebindeki makasını ve yaka kartını kontrol ettiğinde eksik yoktu. Çalışma alanına girerken kapı yanındaki saç için bonelerden alıp topuz yaptığı saçlarının üzerine taktı. İşi kıl tüy kabul etmezdi. Çalıştığı fabrika örgü iplerinin boyanması şişirilmesi ve yumak haline getirilerek paketlenmesi üzerineydi.     Boyama işini yapan erkekler yumaklar için ham ip paletlerini kendi taraflarına çekerken Umay makinesinin başına gitti ve çalışma saatinin başladığını belli eden zil sesine kadar kenardaki paletin kıyısına oturdu. Emine ile yan yana çalışıyorlardı. Elinde su şişeleri ile gelen kızlar gülümseyen Umay “Sen olmasan ben ne yapardım acaba kuzum?” değince suları her zamanki yerine bırakan Emine kıza sarıldı ve “Esas sen olmasan ben ne yapardım kızım? İki dertli bulduk birbirimizi ne yapalım” diye şakayla karışık mırıldandı.     Zil çaldığında işlerinin başına geçtiler. Aybars ise gerekli evraklarla başvurulması gereken ihaleye imzasını atmış, dönüşte de yine aynı fabrikanın yanında kenara çekip orayı izlemeye başlamıştı. Biraz incelediğinde sadece ip üzerine değil banyo içinde kaliteli takımlar olduğunu fark etti.     Kaşlarını kaldırırken kulağına dolan ince zil sesiyle yavaş yavaş dışarı çıkanları gördü. Saatine baktığında yemek molası olduğunu anladı. Dışarı çıkıp ara sıra içtiği sigarasından yakarken gözleri çıkış kapısındaydı. Beklediği sarı saçlar görüş açısına girdiğinde dudağının ucu kıvrıldı. Elinin birini cebine sokarken birkaç adım ileri yürüyüp demir kapının önüne kadar geldi.     Genç kız kafasını kaldırmadan sabah oturdukları banka gelirken onu izleyen erkekler canını sıkmıştı. O sırada yardımcı olan kızın “Umay, kahve alayım mı ikimize?” diye seslenmesiyle “Olur” cevabını veren sarışın kız kendini yorgunca banka bıraktı.     Aybars “Umay” diye tekrar etti kendi kendine. İç çekerken ismini öğrenmesine sevinmişti. Güzel isimdi Umay. Birkaç kez daha tekrar ettiğinde ağzına da yakıştığını fark etti. Sigarasından derin derin soluklar çekerken esen rüzgarın dumanı genç kıza götürmesini beklemiyordu. Yüzüne gelen dumanla öksüren Umay başını çevirdiğinde bir çift mavi gözle karşı karşıya kaldı. Gözlerini kısıp baktığında ise sabahki adam olduğunu anladı.     Kaşları kalkıp emin olmak için “Sen?” derken sesi belirgin derecede yüksek çıkmış ayağa kalkıp parmaklıklı demir kapıya yanaştığını genç adamı daha net girdiğinde anlamıştı.     “Ben.”    “Burada ne arıyorsun?”     “Bilmem. Korkutacak sarı saçlı ela gözlü bir kız arıyorum. Galiba adı Umay.”     Umay, şöyle bir etrafına bakındı ve onu izleyen diğer çalışanlarla içini korku kapladı. Çünkü erkek çalışanlar içinde abisine laf taşıyanlar vardı. Adama dönerken “Lütfen gidin. Neden buradasınız bilmiyorum ama sizinle konuşmak istemiyorum.” diye sesinin tonunu düşürerek konuştu. Aybars kızın gözlerini kaçırmasından, erkeklerin tarafına dönüp korkmasından sıkıntı olduğunu sezmişti.     “Evli misin?”     Umay gözlerini büyütüp “Ne, hayır tabi ki evli değilim.” diye tepki verdi.     “O zaman ailenden birileri onların içinde” derken burnunun ucuyla erkeklerin oturup sigara içtiği kısmı gösterdi.     Nefesini seslice bırakan genç kız “Hayır, ama abime laf taşıyanlar çok. Şimdi başımı belaya sokmadan lütfen gider misin?” deyip ona kahve getiren arkadaşının yanına gitti.     Aybars kızın farkında olmadan kendine hesap vermesine sevinse de aile ve abi muhabbetine sinirlenmişti. Klasik Türk aile yapısına sahiplerdi anlaşılan çünkü bir kızın abisinden bu kadar korkması normalde ona saçma gelirdi. Kendi kız kardeşi ondan korkmaz aksine en çok onunla anlaşır hatta sırlarını bile paylaşırdı.     Dediğini yapıp oradan ayrılırken sabah yine aynı yerde kızı beklemeyi kafasına not etti. Belki o zaman biraz daha konuşabilirdi. Kendi şirketine geçerken asistanından olacak toplantı ile ilgili bilgiler aldı. İnşaat şirketi vardı ve arsası için ihaleye girdiği otelin çizimleri konusunda mühendislerle görüşmesi gerekiyordu.     Akşam olduğunda mesai için çalışanların içinde dolanan ustabaşı Umay’ı görünce direkt yazdı ve “Mesaidesin” dedi. Sabah sekizde işe girmiş kız gece on iki de çıkacak eve gidecek ve sabah yine yedide evden çıkacaktı. Emine, akşama misafir geleceği için annesinin baskısı ile mesaiye kalmadı. Ona kedi gibi bakan kızı öpüp “Kendine dikkat et kuzum eve gidince bana yaz tamam mı?” dediğinde ona anlayışla baş sallayan kız “Hadi geç kalma servis kaçar yoksa. Eve girmeden yazarım sana.” dedi.     Mesaiye kalanlar yemeğe çıkarken doğru dürüst kimse ile muhatap olmayan Umay yemekhanenin bir köşesine geçip aldığı yemekleri yerken ablasına mesaide olduğunu mesaj attı. Dönüş mesajı ise sinirlenmesine yetmişti.     “Mesaideyim diye yalan söylemiyorsun değil mi?”     “Hayır abla, Tahsin abilere sorabilirsiniz.”     “Bilemem valla. Neyse çalış sen para lazım.”     Parmakları tuşlar üzerinde dolandı.     “Keşke sizde çalışıp biraz daha fazla verseniz eve” ama hemen sildi. Gece vakti eve girdiğinde sorun yaşamak istemiyordu. Çıkış saatine kadar birikmiş malları bitirmek için ter topuğundan çıkana kadar çalışan Umay kemiklerinin sızladığını hissediyordu. Nihayet çıkış zili çaldığında hemen lavaboda elini yüzünü yıkayıp giyinme odasında üzerini değişti. Çantasını omuzuna alıp kartını okuturken esnemeden duramıyordu.     Servis aracına bindiğinde başını cama yasladı ve gözlerini birkaç dakikalığına da olsa kapadı. Omuzundan dürtüldüğünü hissettiğinde göz kapakları zorlukla aralanmıştı.     “Umay geldik evladım.”     Bir anda sıçrayan genç kız durakta olduklarını fark etti. Çantasını alıp hemen inerken kısık bir sesle Hayırlı geceler abi demeyi ihmal etmedi. Ev ile servisten indiği yer arasında beş dakikalık yürüme mesafesi vardı. Çantasının içinden sakladığı para ile aldığı biber gazı tüpünü avucunun içine alıp yürümeye başladı. Sokağın başına geldiğinde patlamış birkaç sokak lambasına sövmeden edemedi. Tedirgin adımlarla sağına soluna baka baka evin kapısına geldiğinde ışıkları kapalı görünce göz devirdi. Abileri ve babası vardı ama kimse onu almaya gelmiyordu. Başına bir şey gelse belki de ölse haberleri para gelmediği zaman olurdu büyük ihtimalle.     Emine'ye evin kapısında olduğuna dair mesaj attıktan sonra kilide anahtarını sokup açmak istedi ama olmayınca kaşlarını çattı. Arkada anahtar bırakmamaları konusunda uyarsa da dinlememişlerdi anlaşılan. Beş kez zile bastı. Homurdanırken “Sanırsın ölüm uykusuna yattılar.” diyordu.     Sonunda evde ışık yanıp homurdanarak gelen birinin ayak sesleri kapıya kadar ulaştığında yorgunluktan bitap düşmüş Umay kenara yaslanmıştı. İkinci abisi kapıyı açar açmaz “Ne basıyorsun lan zile car car herkes uyuyor.” diye bağırdığında ayakkabısını çıkarak kız “Anahtar var kapının üzerinde kör müsün nasıl gireyim eve?” diyerek sinirle homurdandı. Ensesine bir tane şaplak atan adam “Kes sesini. Bir daha kapı açılmazsa git kömürlükte yat. Babanın uşağa yok sana kapı açacak. Geç içeri” deyip odasına geri gitti. Başını ovarken “Elin kopsun emi” diye söylendi ama sesi kısık çıkmıştı. Küçük odasına girip hemen üzerini değiştirdiği gibi yatağa girdi. Alarmını kontrol ettikten sonra uyudu çünkü göz kapakları resmen isyan ediyordu.     Sabah yine küçük çaplı bir hır gür sonucu yanağına yediği tokatla evden çıkarken iş yerinde yirmi dört saate kalmayı planlıyordu. Eve gelmezse sorun da yaşamazdı.    Kızarmış yanağından ötürü saçlarını saldı ve sol yanağına doğru bıraktı. İçin için ağladığından kızarmış elalarının rengi daha da açılmıştı. Kulağında kulaklık alt dudağının içini kemirerek yürüyordu ki servisi beklediği durağa gelmesiyle beyaz lüks arabanın yine kaldırım kıyısında durduğunu gördü. Burnunu çekip gözlerini silerken açılan kapıdan inen genç adamın gözlüğünü oldukça karizmatik biçimde çıkarışını merak ve de korku ile izledi.     Hem etraftan tanıdık biri görebilirdi hem de yanağındaki kızarıklık belli olduğu için sorulara maruz kalabilirdi.     Aybars, kızın karşısında durup gözlerini gözlerine dikerek “Günaydın Umay” dediğinde dudaklarını bastıran kız tek kelime etmedi. Bir servis güzergahına bakıyor bir etrafını kontrol ediyordu ama gözlerini genç adamın mavilerine tutundurmuyordu.     Her zaman saçları toplu olan kızın şimdi böyle salık bırakması başta genç adamın hoşuna gitse de korkulu ve kızarık gözler bunun normal olduğunu kulağına söylüyordu. Başını eğip kıza inatla bakarken “Umay, neyin var? Gözlerin kızarmış ağladın mı sen?” dedi. Birinin ona nasıl olduğunu sorması, ailesinin gözünde bir yabancının gözündeki kadar merak ve merhamet uyandırmadığı tüm duygularına öyle dokundu ki iri bir yaş göz pınarlarından kopup yanağından yuvarlandı. Sol yanağındaki yaşı silmek için uzanan Aybars saçları kenara çekince beş parmağın izini gördü.     Kaşları önce şaşkınlıkla havaya kalktı sonra sinirle çatıldı.     “Bunu kim yaptı sana?”     “Lütfen bırak beni. Biri görecek daha fena olacak.”     “Umay, abin mi yaptı bunu ya da baban? Etraftakiler de umurumda değil. Söyle hadi.”     Onun değildi belki ama Umay’ın umurundaydı. Evden çıkmazdan para için tokat yemişti. Şimdi onunla konuşan adamı görüp evdekilere söylerlerse kemiklerinin kırılacağını adı gibi biliyordu.     Aybars kızın konuşmayıp yanından geçip gideceğini fark edince kolundan tuttu. İtiraz etmesine fırsat vermeden arabanın ön koltuğuna kapıyı açıp oturturken “Dur” diyen kıza kemeri takmak için el kaldırarak uzandı ve anından kollarını yüzüne siper edişiyle sıkı bir küfür savurdu.     Direksiyona geçtiğinde arabayı çalıştırdığı gibi fabrikaya doğru sürerken hem kendini hem de bu kızı yakacağını biliyordu.  

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
5.9K
bc

Leyl Tutkusu

read
306.4K
bc

HÜKÜM

read
135.3K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.6K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
13.1K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.7K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
8.0K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook