Çağrımın ardından şafakla birlikte gelmişlerdi.
Zeplinler, Sulei’nin mavi semalarında görünmüştü. Geliyorlardı. Logos hemen bir karşılama timi organize etmişti. Mercury yanımda sessizce dikiliyordu. İkimizin gözleri bir an sessizce kesişti sonra sessizce yeniden açık mavi semaya baktık. Zeplinler yaklaştıkça durgun bulutların arasından daha belirgin hale geldiler. Zeplinlerin çevresinde süzülen benim gibi olan diğer Nefilleri de gördük. Tövbe eden, bağışlama dileyen ve bizimle savaşmak isteyen düşmüş melekler soyundan gelenlerdi. Dev bir arı sürüsü gibilerdi. Ancak esen rüzgarın kulaklarımda bıraktığı uğultu dışında bir ses yoktu. Geleceklerini tahmin etmemiş olsam da kıymetli konuklardı.
Önden gelen Nefiller süzülerek yere alçaldılar. Karşılama için bekleyen saray muhafızlarının hemen karşısında dikiliyorlardı. Belki bazıları Sulei’ye ilk kez geliyordu. Genç olanlar çevrelerine merakla bakıyorlardı. Zeplinler üzerimizden geçerken gölgeleri üzerimize düştü. İniş sahasına indirileceklerdi. Eski teknoloji ürünü zeplinler kullandıkları enerji kaynağı helyumu Beatrice sayesinde ham olarak bulması ve işlemesi zor olmuyordu. Asıl bin yıl önceki teknolojinin bile yeni kaldığı antik ulaşım aracını gördüğümde hayranlık duymadan edemedim. Üzerinde Ryu’nun bulunduğu kızıl ejder gökyüzünde süzülerek uçuyordu. Ukiyo-e , resim sanatında çizildikleri kadar yarattığı rüzgar akımıyla birlikte mükemmelce hareket ediyordu. Kırmızı derisi şafakla birlikte göz kamaştırıyordu.
Ryu katanasını gökyüzüne savrulduğuna yavaş yavaş oluşan hava akımına kendini bıraktı. Oluşmuş girdapta süzülerek uçuşan kimonosu ile Nefillerin arasına indi. Element Taşıyıcılarından kalan son kişiydi. Ejder saraya doğru tüm asilliği ile süzülmeye devam etti. Ryu bana bakarken, çenemi yükselterek ona selam verdim. Mekanik ellerini önünde birleştirerek eğildi. “İmparatorluğun İkinci Güneşini selamlıyorum.” Sesi gür ve keskindi. Ağzımı açacağım anda yeşil bir ışık bir anda tüm gözleri kamaştırıp anında söndüğünde Jasper’ı da gördüm. Omuzları silktiğinde büyücü pelerini dalgalandı. Kalkık omuz yakalarını düzeltti ve o da beni selamladı.
Mercury’den verilen komutla muhafızlar resmi tören müziğini çaldı. Nefiller birbirlerine takılarak gülüştüler. Anlaşılan bu durum onlara komik geliyordu. Bana kalırsa resmi tören prosedürleri bile saçmalıktan ibaretti. Tören müziğinin bitmesine yakın gözlerimi kapatıp bıkkınca bir nefes aldım. Tüm gece Daimon ile uğraştığım için uykusuzdum. Üstelik bugün başımın etini yemek için sırada bekleyen bir sürü vardı. Tören sona erip muhafızlar geriye çekildiğinde Jasper ve Ryu en önde Nefiller arkada hareket ediyorlardı. Mercury bana bir bakış attı. Sabrımın son deminde olduğumu o da görebiliyordu. Askeri resmi bir selamlaşmadan sonra Jasper en önlerinde tam bir adım karşımdaydı. Arkamda dikilen dört saray muhafızı ve yanımda duran Mercury bir adım geri attılar.
Katılaşmış bedenimi hareket ettirdiğimde biraz olsun rahatlamıştım. İşte otoritemi bu kez tüm baskınlığı ile konuşturacağım kurul toplantısına dakikalar kalmıştı. “Gelmenize sevindim. Herkesin. Sulei’nin sınırları içindesiniz. Karşınızda İmperim’un İmparatoriçesi duruyor. Eva Kut.” Ellerimi birlikte gür kanatlarımı da iki yana açtım. Bu sembolik bir güç gösteresiydi ve Nefillere özgüydü. Nefillerin liderleri böyle selamlaşırdı. İçlerinden genç bir adam Jasper’ın yanına çıka geldi. Nefillere has zarif bir suratı vardı. Çıkık elmacık kemiklerin, uzun altın sarısı saçların, ve açık yeşil gözlerin sahibiydi. Som parlak ve değerli taşlarla süslenmiş bir zırhın içindeydi. Ellerini benim gibi açtı ardından kanatları havaya yükseldi.
“Majesteleri huzurunuzda olmak bir şereftir.” Hafifçe eğildi. “Adım Giborim. Nefillerimin seçtiği elçiyim.” Kanatları yeniden sırtının ardında kaybolup içine çekildi.
“Bir lideriniz yok mu?”
Giborim sorum karşısında şaşırmıştı. “Hayır efendim.”
“Hım, her neyse.” Elimle arkamızda tüm görkemiyle duran sarayı işaret ettim. “Benimle gelin. Sizi Kurul odasına götüreyim. Bir an önce konuşmamız gereken önemli konular var. Üstelik size verdiğim kararlarımı da açıklayacağım.”
Arkamda ki muhafızlar geriye çekilerek, bana yol verdiler. En önden ilerliyordum. Mercury Ryu ve Jasper’ın arkasında kalmıştı. Ben iki büyüğümün ortasındaydım. Ana giriş kapısından girdikten sonra sarayın koridorlarını geçtik. Güneş pencerelerden süzülerek yüzüme bir çarpıyor bir yok oluyordu. Kurul Odasına sadece liderler ve söz hakkı verdiklerim girebilirlerdi. Giborim dışında diğer Nefiller karşı çıkacak gibi olsalar da babamın bize bakan kılıç çekmiş efsanevi yağlı boya ile karanlık tonlama kullanılmış tablosunu gördüklerinde bir şey demekten vazgeçtiler.
Beyaz renkli altın varaklı kapılar sonuna dek açıldı. Zihin kontrol gücüne bayılıyordum. Ayrı mistik bir hava veriyordu. Kapılar açıldığında öncekilerden daha devasa, göz alıcı ışık içeri adım atana dek gözleri kamaştırırdı. Böylece Kurul Odasını içeride olanlar dışında kimse göremezdi. Bu hem güvenlik hem gizlilik açısından annemin mucidi olduğu özel illüzyon tasarımlı bir odaydı. Yer ve gök bir gibiydi. Ayna kaplı duvarlar, zemin ve tavanda açık mavi gökyüzünde süzülen beyaz bulutların huzurlu manzarası vardı. Kapılar kapandığında bizi Beatrice ve Logos karşıladı. Ryu onu görür görmez Beatrice’e sarıldı. Aralarında kan bağı vardı. Beatrice de ona sarıldı ve sırtını sıvazladı. Jasper elini omzuma koyarak tüm dikkatimi üzerinde topladı.
“Yeni bir gelişme mi var Eva?” Yeşil gözlerinde meraktan çok kuşku vardı. Hala benim toy olduğumu düşünüyordu. “Bizi çağırman çok ani oldu. Savaş meydanından gelmek öyle şıp diye olmuyor.”
Omuz silktim. “İlgini çekecek bir konu. Hatta İmparatorluğun kaderini etkileyecek türden hayati bir konu diyebilirim.”
“Saygısızlık ettiğimi düşünmeyin ama majeste.” dedi Giborim. Mercury haricin de tüm gözler sarışın Nefile çevrildi. O bana bakıyordu. “İmparatorluk demek ne kadar doğru? Kurak, Yanık, Parça ve Terk, bu toprakların her bir metre karesinde bulundum. Sizden alınmış toprak parçalarına rağmen hala nasıl bir bütünmüş gibi İmparatorluk diyebiliyorsunuz?”
Logos öfkelenerek kabardı. “Seni hadsiz.”
Elimi hızlıca kaldırıp susmasını emrettim. Nefile karşı dostça gülümsedim. “Biz hala İmparatorluğuz.” Derin bir sessizlik oluştu. “Parçalanmak üzere olan bir İmparatorluk olduğumuzu kabul ediyorum ama bunun olmasına asla izin vermem.” Gözlerimden kızıl bir yansıma geçti. Aynada ki yansımam da kendimi görüyordum. “Siz de bu amaç yüzünden buradasınız. Elde ettiğiniz güç ve statünün amacı da İmparatorluk çıkarları. Ki eğer düşman değilsen İmparatorluğun düşmesini zaten istemezsin.”
Giborim ciddileşti. “Gerçekçi davranıyorum. İmparatorluk düştü ama yükselişinin taraftarıyım. Gerçekler gurur kırsa da gerçekleri söylemekten karşımda kim olursa olsun söylemekten geri durmam.”
“Buna bende dahilim anlaşılan.” dedim sakince. “Cesaretin takdire şayan. Ancak cesaretini sivri dilinle değil, savaş meydanında göster.”
Yerime geçerek sessizce oturdum. Benimle laf dalaşına girmenin sonu kelleden değil gururdan olma ile sonlanırdı. Herkes etrafımda ki yuvarlak masaya oturdu. Logos soluma, Beatrice sağıma. Onun yanına sırayla Ryu, Jasper, Mercury ve en son benim karşıma gelen sandalyeye Giborim oturdu. Beni inceliyordu. Tek bir erkeğin ilgisini çeksem yeterdi. Yılanı andıran gözlerine baktım. Sarışın Nefil gözlerini Logos ve Beatrice de gezdirdi. Jasper Ryu’nun kulağına fısıldıyordu. Masada bir sandalye boştu. Derin bir nefes alarak kurulu başlatacağım sıra dış kapı çaldı. O kapıya dokunabilecek iki kişi vardı. Biri babamdı ve o ölüydü... Diğeri ise ikizi olan, amcam Darkamon idi. Karabasanları dışarıda kalırken o devasa yarı iblis yarı melek görünümü ile odanın içine girdi. Gelmeseydi onu itaatsizlikten yargılardım. Ama o her zaman tam zamanını bulurdu.
“Kurak Topraklar kanla bereketleniyor. Ama benim ırkımın kanıyla! Neden?”
Sesiyle yıldırımlar gibi gürledi. Şu toplantı her an kaynamaya hazırdı. Aris’in çıktığı gizli görevden kimsenin haberi yoktu. Suratına bomboş baktım. “Amca. Nerede olduğunu, kimin karşısında olduğunu unutma.”
“Söylentileri duymuş olmalısınız.” Sesi karanlık bir tona büründü. “İblis Kıran.” Ellerini beyaz saçları arasından geçirdi. “O yamyam. Askerlerimi yedi ve himayeme giren köylere saldırdı. Kadın ya da erkek ayırt etmeden onları yiyor!”
“Amca-” Hemen sözümü kesti.
“Benim değil onlar senin de halkın Aris. Bu kıyıma bir son vermeliyiz.” Darkamon’u anlayabiliyordum. Aris midesine düşkün bir yamyamdı. Bu bilgiyi üç kişi biliyordu. Ben, Beatrice ve Logos. Darkamon öfkeyle bir nefes verdi. “Her an kan dökülüyor. İblis ya da melek belki de melez kanı olsa da bir önemi yok onlar masum.”
Kimse masum değildir. Hiç kimse.
Ayağa kalkarak masaya ellerimi yasladım. “Kan sadece Kurak Topraklar da akmıyor. Her yerde kan akıyor. Irk, yaş cinsiyet fark etmeksizin. Sizi buraya çağırma amacım savaşı sonlandırmak.” Ellerimi masaya çarptım. Öfkelenmezdim ama şu anda sabrım taşmıştı. Biri aşırılık yapar, diğeri baskın yapar gibi gelirdi. Amcam Darkamon’un siyah zırhında kurumuş kan vardı. Yerde sürünen kanatları pörsük ve kirliydi. Direkt savaş meydanından mı gelmişti? Boş sandalyeyi bakışlarımla işaret ettim. “Otur amca.” Omuzlarını düşürdü ve sakinleşerek sandalyesini çekip oturdu. Ellerimi önümde birleştirdim. “Kurul başladı.” Tüm gözler benim üzerimdeydi. “Bu hepimizin savaşı olduğu gibi her birimizin barışı da olacak. Bu sözler aklınızda bulunsun. Buraya toplanma amacımız sonun başlangıcı olan kişi... İlk doğan, Daimon.”
“Daimon?” Jasper tek kaşını kaldırdı. “Gücü yok. Yaşayan ama boş bir kabuk o. Daha önemli tehditler var. Örneğin; Cehennem Yarığından namı diğer lağımdan gelen yaratıklar. Öldürülüyor. Yok oluyor ama asla tükenmiyorlar. Bizi tüketiyorlar ama asla bitmiyorlar. Eğer savaşı bitirmek istiyorsan İmparatoriçe söyle bana. Yarığı kapatabilecek ya da akın akın gelen yaşayan ama ruhu olmayan bizi diri diri yiyen o yaratıkların kökünü nasıl kurutabileceğimizin cevabını biliyor musun?”
“Evet.” Bir kalpsizdim. Sesim duygudan yoksundu. “Cevabı biliyorum.”
Beatrice’in kaşları şokla kalktı. “Ne? Nasıl?”
Giborim bile şaşırmıştı.
Darkamon sessizliğini bozarak, “Anneni diriltmenin bir yolunu mu buldun?” diye sordu. “Diğer türlü bunun aksi halinde kazanmamız mümkün değildi.”
Darkamon amcam, sonunda annemin ondan daha güçlü olduğunu kabul edebilmişti.
Ryu başını bana çevirdi. Çekik gözleri açılabildiği kadar açılmış siyah görünen aslında mavi olan irislerini görülebiliyordu. “Mia onu...” Derin bir nefes aldı. Sesi titremişti. “Yeniden hayata döndürebilir misin Eva?”
“Eva.” dedi Jasper eşinin mekanik elinden tutarak iki eli arasında sıkarken. “Açıklama bekliyoruz.”
Kendimden emindim. “Daimon’u özgür bırakacağım.”
Buz gibi enerji tüm bedenlerde gezinince bir anlığına kimse nefes alamadı. Çünkü Daimon tam yanımda duruyordu. Onu zindandan çıkarınca ona kalacak gizli bir oda vermiştim. Kendini biraz olsa da şekle sokmuştu. O ortaya çıkar çıkmaz parmak uçlarımdan elektriklenen güçle onları yerlerinde sabit tuttum. Kimse kıpırdayamadı. Ryu katanasını almak istemiş, amcam Darkamon kılıcına uzanmaya çalışmış ve Beatrice zaman temelli güçlerini kullanmayı düşünmüştü.
“Ben Lith değilim. İhanet etmem. Kayin de değilim kimseyi arkasından bıçaklamam. Kulaklara kötü geldiğinin farkındayım ama bu onun asıl cezası.” Daimon göz devirdi. Nasıl hissedeceğini biliyordum. Marya’nın cesedini bulduğunda acı hissedecekti. Onu bir zamanlar sevmişti ve o bu dünyaya aitti. Nefret ettiği bu dünyaya ait bit kadını sevmişti. “Ondan daha büyük sorunlarımız var. Bilirsiniz CEHENNEM YARIĞI! Daimon içi boş, kırılası bir kabuk.”
“Eva aptallık etme.” Jasper sadece mimiklerini hareket ettirebiliyordu. Kaşlarını çatmıştı. “O Darkamon’un karabasanlarının meskeni olduğu zindanda karanlık da kalmalıydı! Hak ettiği yer orası.”
Ryu tısladı. “Sen İmparatoriçesin. Kendine gel. Bu kansızı azat edemezsin.”
“Azat ettiğimden değil.” Burnum kırıştı. “Sadece zindanı değişiyor.”
Giborim dudaklarını büzerek, “Siz gerçekten delirmişsiniz.” diye mırıldandı. “O annesini acımasızca öldüren bir katil. Dahası öldürdüğü kadın yani eski İmparatoriçemiz sizin de annenizdi. O İmparatorluğu sonunu hazırlayan baş mimar. Amacınız akıl dışı.”
“Kaçırdığın bir kısım var. Amacımı açıkladım. Planımdan bahsetmedin.” Gülümsedim. “Sen hiç savaş stratejini önceden askerlerine söyledin mi Giborim? Hiç sanmam. Her an her yerden bir köstebek çıkabilir. Bu riski göze alamazsın.”
Bedenleri özgür bıraktım.
Beatrice düşmüş omuzlarıyla sandalyesine çöküp kaldı. “Neden? O olmak zorunda mı? Öldürülememesine göz yumdum ama onu özgür bırakman, buna katlanamam.”
“Acı çekecek Beatrice. Zindanda olduğundan daha fazla acı hem de.”
Logos, önce bana sonra Daimon’a baktı. “Ziyaretle sınırlı kalmayacağını bilmem gerekirdi. Her zaman daha fazlasını düşünmüşsündür. Ancak. Sınırı bu denli ileri gitmen...”
“Asla o cümleyi tamamlama. Ben İmparatoriçeyim. Bir suçluyu azat etme hakkına sahibim., istediğime istediğim cezayı da veririm.”
Mercury burnundan soludu. “İstersen zindana at. Umurumda değil Eva. Bize yaptıklarını ne çabuk unuttun? Annemiz ölürken ne denli acı çektiğimizi...” Ellerini masaya çarparak ayağa kalktı. “Onu bırakırsan, otoritenin nasıl sarsılacağından haberin var mı?! İktidar uçurumun ucunda onu kendi ellerimle mi aşağı atacaksın? Sen-”
“SESSİZLİK.” dedim, kelimenin üstüne bastıra bastıra. “Emre itaatsizliğin cezasını biliyorsunuz. Hatırlatmama gerek yok.”
Daimon sessizce, “Ölüm.” diye fısıldadı.
Darkamon, “Sen kapat çeneni. Sûr’un oğlu.” dedi, bu ismi anarak ona hakaret etmişti.
Daimon sinirlenmişti. Babasından ve annemizden ölümüne nefret ediyordu. Darkamon onun damarına bastığını anlayınca gülümsedi. Erkekler kışkırtıldıkları zaman soğuk savaşı severlerdi. Ortada komik olan bir durum yoktu. Benim kim olduğumu bildikleri halde baş kaldırmaktan geri durmazlardı. Benden yaşça büyük olmaları umurumda değildi. Kim olduğumu biliyorlardı. Onlar için önemimi de. Kardeşlerim arasında son kutsal kan ben olmuştum. Aris’i bu sorumluluğun altında da bırakmazdım. Yeterince zorlu şartlarda büyümüştü. Daha fazla zorluğa ve zorunluluğa gerek yoktu. Statümün farkında olmalarını sağlamak için sert oynayacaktım. Ama asla Tiran olmayacaktım.
Mercury, “Oylama teklif ediyorum majesteleri.” dedi yeniden yerine otururken. “Kurulun amacı budur. Siz de biliyorsunuz.”
“Benim kararımın üzerine oylama yapmak, saçmalık. Aksini seçseniz bile son söz hakkı bende Mercury. Sen de bunu biliyorsun. Diplomatımsın. Görevlerinin sorumluluğunu ve yerini bilsen yeterli. Son sözüm-” Darkamon sabırsızca sözümü kesti.
“Bunu tek bir şartla kabul ederim.” Parmağı ile Daimon’u gösterdi. “Onun yeni zindanı Kurak Topraklar olacak. Diğer topraklara bir adım bile atarsa o zaman onu Cehennem yarığına atarım. Ölmüyor ne de olsa.”
Beatrice, “Dark haklı. Düşün bunu.” dedi. “Eğer kabul edersen bende sesimi çıkarmam.”
Giborim sessizce güldü. “Cennetin Son Işığı sayın Darkamon, sormamda sakınca yoksa; Kurak Toprakları seçmenin sebebi İblis Kıran mı? Hani şu yamyam olan canavar. Ayırt etmeden her etten tadan...”
“Kabulüm.” dedim başımda ki tacı sabitlerken. “Sûr’un oğlu, İmparatoriçenin katili ve İmparatorluğun kıyameti. Hükmüm; yeni zindanın Kurak Topraklar.”