TERK EDİLMİŞ DE İSKARİYOT AZİZESİ
“Cennette köle olacağıma,
cehennem de kral olurum.”
-John Milton
LİTH
İskariyot’un ilk azizesi. İmparatorluğun ikinci hainiydim.
Bağları koparıp yok etmeden önce mükemmelin kusursuz bir parçasıydık. Bir an... Sadakat ve ihanet arasında ki seçimde ki ince bir çizgi vardı. İhanet etmeyi seçmek kolay bir karar değildi. Kalanlara sırt dönmüştüm. Ailem olan insanlar artık düşmandı. Hançerin ucundan süzülen kana göz ucuyla baktım. belli belirsiz bir anıyı aklıma getirdi. Aslında sinsi bir yılan gibi sızdı aklıma. Annemin ölümü... Tüm kardeşlerim ve benim gözümün önünde kan çanağına dönmüş tuzlu yaşlarla kaplı irislerle ölüm anını izlemek zorunda bırakılmıştık.
Abel, Son Getirenler ordusunun askerleri haklamaya çalışmış ama ensesinden tutulup yere yapıştırılmıştı. Yerde tepiniyordu. Mercury başını eğmiş bu anı izlemeyi reddediyordu. Ona lanet okuyordu. Eva çığlık çığlığa bağırıyor ve durması için yakarıyordu. Ryan’ın da ölü bedeni meydana iki iblis tarafından ayak bileklerinden sürüklenerek getirilirken, Abel iyice çıldırmıştı. Kolları kırılacak, kanatları koparılıp alınacak olsa da mücadeleden vazgeçmiyordu.
Aris ağlıyordu. Benim masum küçüğüm. Ona dokunurlarsa ne yaparım bilmiyordum. Abel’in küfürleri ve Eva’nın yakarışları kulaklarımı çınlatıyordu. Aslında sadece o hissi hatırlıyordum. Çın. Çın. Çın. Gözlerim bakıyordu ama annem dışında bir şey görmüyordu. Sırtı Daimon’nun kılıç darbelerinden delik deşikti. Kanıyla arkasından izler bırakırken babamız Luxares ve ağabeyim Ryan’nın cesetlerine ulaşmak için çaresizce sürünmeye çalışıyordu. Tırnakları toprağı şuursuzca aşındırıyordu. Gözleri ilk ölendi. Annemin güzel içleri gülen gözleri ölüydü.
Annem en güçlüsü değil miydi? Bizi korumalıydı. Biz onları kurtarmalıydık. Kaderini kabullenen sadece ben miydim? Annemin sırtına bir kez daha saplanan kılıç sırtını yüzerken yüzünde zevk alma duygusu yok. Bomboş. Bir hiç. Annem neden pes etmiyor? Babama çok yakındı aslında. Ancak aldığı son nefesler onu babama ulaştıracak mıydı? Baba bir mezarımız bile olmayacak. En çok canımı yakan bu. Acı içinde ölürken unutulacağız.
Bir kılıç darbesi daha.
Bir tane daha.
Ve bir tane darbe daha.
Sesler konuşuyor. Abel, Eva ve Mercury. Aris bile ağlıyor. Doğalı birkaç gün oldu. Neden bana ait bir ses yok? Cennet ve cehennem yok. Babamın ve ağabeyimin ruhları nerede? Biz yaşayanlara ne olacak? Aklım başımda değildi. Ellerimde ki zincirlere baktım. Parmak uçlarım dokundu o zincirlere sıkıca kavradım. Abel ile uğraştıkları için askerlerin dikkati dağınık. Daimon bize annemi öldüğü anı izlettirerek işkence ederken intikamına odaklanmış. Zinciri çekip kırmayı düşündüm. Ve bunu yaptım.
Kırdım.
Kayin beni fark etti. Göt veren. İlk ihanet eden oydu. Benim ilgim ona değil, elinde ki kılıcı tutup anneme ağır darbeler indiren diğer dalyaraktaydı. Kanatlarımı açtım. İttatkar davrandığım için sadece benim kanatlarım kırılmamıştı. Havaya fırladım. Zincirler yoyo gibi döndü. İleri doğru salladığımda Daimon’nun boynuna dolandı. Onu tüm gücümle çekip, gökyüzüne yükselirken ayakları yerden kesildi. Kanatlarını açamadan bedenini yere sertçe fırlattım. Sonra ucu zehirli bir ok gibi yumruklarımı göğsüne geçirdim.
“Rahat bırak onu! Zaten can çekişiyor. Piç kurusu!” Dişlerimi sıktım. “Dokunma ona. Yeter! Annemden uzaklaş!”
Daimon bana karşılık vermedi. Biz onun için hiçtik. Beni iki kolumdan tutan onlara yeni katılan kardeşim Kayin ve Daimon’nun dostu sayılan Judas’tı. Kayin’e bir tekme atarak yere düşmesini sağladım. Judas idi beni sıkı sıkı tutup, kendine çekerek göğsüne yaslayan. “Sizi öldürmeyecek. Ölmek mi istiyorsun?” Sesini işittim. Sakin ama endişeli. Tiksindim. “Evet. Sen ölebilirsin ama kardeşlerinin ölmesini istemezsin. Ne tatlı. Özellikle son doğanınız Aris.”
Çaprazımızda duran büyükannem Beatrice’e baktım sessizce. Nefes alamadım. Aris kolları arasındaydı. Gözleri artık hissiz bakıyordu. Biraz önce ondan farksızdım.
Judas yine fısıldadı kulağıma. “Asilik etme Lith. Ailen için hala bir şans varken bunu mahvetme.” Burnu saçlarıma sürttü. “Lütfen. Baş kaldırma. Bir kez olsun dediğime uy.”
Dirseklerimi ona art arda vurup beni bırakmasını sağladım. Dizlerimin üzerine yere düşüp kaldım. Kan çanağı gözlerimle annemin babamın cansız elini tutuşunu izledim. En azından bunu başarabilmiştim. Annem babamın elinden tutarak avuç içine dudaklarını bastırıp, ona veda edebilmişti. Nefesleri sığdı. Sivri kulaklarım duyuyordu. Yavaşlayan kalp atışlarını ve kan akışının durmayan yakın olmasını. Daimon boynuna dolanmış zinciri kendinden ayırıp yere fırlatırken, anneme doğru yeniden yürüdü. Acelesi yoktu. Adımları ağırdı. Annemin başı gözleri yaşayan çocuklarını görecek şekilde toprağa düştü. Boşta kalan elini havaya kaldırıp bize de ulaşmak istedi.
“Sizi seviyorum. Kim olmayı seçerseniz seçin. Siz benim bebeklerimsiniz.” Dudaklarından kan sızdı. “Sizden asla nefret etmedim. Asla da etmem. Bu ve diğer dünyalarda annemiz olmakla şereflendirildiğim için Tanrı’ya müteşekkirim.”
Daimon çıplak elleri ile annemin göğsünü yardı hala atan kalbi avuçları içine alarak sıktı, kalın gümüş yüzükleri ile donatılmış parmakları ile sıkıp paramparça etti. Ardından başını kavradı. Boynunu hiç beklemeden kırıp parçaladı. Bir çatırt sesi hepimizin ruhunu acıya boğdu. Başını gövdeden ayırdı. Havaya kaldırdı. O an ilk kez çığlık attım. Annemin kanı yüzüme sıçradı. Tırnaklarımla suratımı yüzerken, Eva annemin adını haykırdı. Çıldırmıştım. Neydi bu nefreti? Var oluş için feda edilmesi mi? Yedi milyar dünyayı yok etmek öfkesini dindirmemiş miydi? Kayin o anda o bile bulunduğu yere oturup kaldı. Yüzü harap oldu. Elleri felç kalmış gibi iki yanındaydı.
Abel ise başının üzerinde bir asker ayağı varken ve suratı yere bastırılırken, “İstediğin bu muydu KAYİN?!” diye bağırdı. “Ailemizin yok oluşuna şahitlik etmemizi mi istedin? Ailemizin yüz karası!” Acı bakışların da toplanmış sesinde yankı buluyordu. “Güç istedin. Al sana güç. Ryan öldü. Babam öldü. Annem öldü. Mutlu musun, hain?! Seni ben geberteceğim. Seni ve tarafına geçtiğin piç kurusunu! Şerefinle ölseydin keşke... Şerefsiz!”
Kayin bir şey demedi. Judas askerlere emretti ve Abel annemizin cesedi yanından sürüklenip geçirilerek zindana götürüldü. Mücadele etmekten vazgeçmedi. Annemin başı atılarak dizlerimin dibine yuvarlanırken zaman yavaşça dondu. Acı yanı başımda dururken kollarımı ona sarıp üzerine kapandım. “Affet beni. Sözlerimde haksızdım. Sen harika bir annesin.” diye mırıldandım sanki beni duyacakmış gibi.
Öylece kaldım. Hava kararırken Eva’nın geriye sızlanmaları kaldı. Mercury başını bir kez olsun kaldıramadı. Beatrice hiç konuşmadı. Yalvarmadı. Çığlık atmadı. Acıyla yakarmadı. Aris onun kollarında ağlamaktan uyuya kaldı. Usul nefeslerini duyuyordum. Babamın ve abimin cesetlerini bilmediğim bir yere götürdüler. Babamın annemin kanına bulanmış kopuk kanatları annemin başsız bedeninin yanında toprakta değersiz bir şeymiş gibi yatıyordu. Babam kalbi yarılan göğüs kafesinden çıkarılıp alınırken, kanatları da aynı anda ondan alındı. Anneme bize zorla seyrettirildiği gibi babamın ölümü seyrettirilmişti.
Hissizlik üzerime bir yığın gibi çöktü. Başımı kaldıramıyordum. Hissedemiyordum. Zaman ağırca akıyordu ama nasıl geçtiğini anlamamıştım. Annemin başına sarılmış halde duruyordum. Başka yapacak bir şeyim yoktu. Annem ölüm kokuyordu. Annem ölüm mü kokuyordu? Bu imkansızdı. Saçlarını parmak uçlarımla okşadım. Tanıdık kokuyu solumayı umdum. Ancak bulamadım. Gözlerimi hiç açmadım. Ölmek istedim. Beni de öldürmesini istedim. Başımı kaldırdım ve bana doğrudan bakan Daimon’a nefretle baktım. “Aldın mı bari intikamını ilk doğan? Mahvettin bizi. Varlığı için feda edildiğin İmparatorluk düştü. Huzur buldun mu?”
“Hayır.” Yüzü ruhsuzdu. “Aslına bakarsan Lith hissetmeyi umduğum gibi hissetmiyorum."