ÖNCESİNDE “SÖNMÜŞ CENNET DE”
Mutlak egemenlik ışığının altında. Gölgelerin düştüğü kül yığınlar ebedi hükümranlığın son bulduğu cennet. Kimsesiz kalmış araf gibi cehennemde farksızca kül yığınları arasında. O muazzam mutlağın sonu yedi milyar kez getirildi. Zaman yok. Yer yok. Yeryüzüne ait hiçbir emare yok. Görülen sadece küller. Dahası yok. Gözler ellerde. Kanatları sırtından yere düşmüş küller üzerinde. Bedeni üzerinde süzülen beyaz bir ışıltı var. Mahremler ortada değil. Melek önünde duruyor. Bir Nefil ilk kez cennette. Dudaklar aralanıyor tutuk bir nutukla önüne bakıyor. Erkek görünüşünde kanatlı bir melek.
Yüzü pırıl pırıl. Dişler Aphrodite ‘in deniz kabuğu incilerine benziyor. Bembeyaz. Gözler güneş amberi. Ten dişlerden farksız. Beyaz, soluk. Ölü ama canlı. Bir yunan heykeli hassasiyetin de. Bir roma sütunu sağlamlığın da. Kanatlarının görkemli ışıltısı evrende ki tüm karanlıkları aydınlatacak bir yıldız. Pırıl pırıl bir yüze yaraşır kadim bir gülümseme. “Eva Kut. Ruhaniyet İlahası.” Pırıl pırıl yüze, kadim bir gülümsemeye yaraşır bir şey daha; Yüce vadilerden gibi geliyor olan ulu bir ses. “Seni bulmak doğumun gibi bir mucize.”
“Neden huzurundayım?”
Salt bir sesle gelen buz gibi bir soru.
“Amaçlar bir. Ortak bir yol.” Atlas’a benzer kuvvetli omuzları çöktü. “Savaşı bitirmeyi amaç edindin. Benim de amacım bu.”
“Nasıl?”
Ulu ses vadilerden yankılanır gibi yankılandı;
“Üç ruh ufukta göründüğün de;
Kurtarıcılar yakında ki gelecekte.
Cennet fısıldadı fani ebedilere;
Tanrı bizimledir.
Tanrı iyileştiricidir.
Tanrının ışığı üzerimizdedir.
Kalpten kalbe, zihinden zihne bağlılar.
Bizi karanlıktan kurtaracaklar.
Kutsal olan kanlar.”
Dudaklar kıpırdadı. "Bir kehanet?”
“Tanrıdan son kez gelmiş bir vahyi.” Gözler parladı. Doğan beyaz saçlı, sarı saçlı ve kahverengi saçlı üç bebek üç annenin kolları arasında göründü. “Üç kurtarıcı, kutsal kandan gelenler. Kıyamet Getirenin oğlu ile kurban gidenin oğlu. Ve isyan edenin kızı.”
“Yeğenlerim?” Kutsal kandan gelen üç çocuk. “Neden ben?”
“Biz melekler, bizi koruyan ve muhafaza edem cennet ışığına muhtacız.” Doğuştan bir lütuf Ruhaniyet İlahası olmaktı. Eva düşündü. Ruhu istediğinde ölmeden cennet ve cehennemde soyut bir ruhaniyet de görünebilirdi. Meleğin onu seçmesi akıllıcaydı ama hala sorusuna cevap yoktu. Melek elini kalbine götürdü. “Doğacak olanlar senin korumana ve muhafazana muhtaç olacaklar İmparatorluğun İkinci Güneşi.”
“Ben mi? Yalnız başıma mı? Ben annem değilim...”
“Son doğan en büyük yardımcın olacak.” Sesi bir arp gibi mistikti. “Aris Kut. Annenin sana emaneti. Sev, yaşat ve koru. Bunu zaten yapıyorsun Eva. Bu sensin. Seven. Yaşatan. Koruyan. Topraktan bitmiş bir çiçeğe dek merhametle kutsandın.”
Minnet hissiyatıyla gülümsedi. “Sen Gabriel misin?”
“Mars.”
“Mars...” Eva savaşa dayalı bir ismi duyunca irkildi. “Sen de Son Getirenler ordusundaydın. Haksız mıyım?”
“Haksızsın.” Melek kanatlarını kaldırdı. “Asla savaş yanlısı olmadım. Olmayacağımda. İkimizde barış istiyoruz. Ve bunu sağlayacağız.”
“Kurtarıcılar ne zaman doğacak?”
“Arayışa girme. Güce odaklan.” Buruk bir mutluluk ve keskin bir acı. ”Sana doğuştan hak olarak verilen güce eriştiğinde kurtuluş senin iktidarının huzuruna gelecek. İkinci Güneş ufuktan doğacak. Gücüyle yükselecek. Kudretiyle yönetecek.”
Gözler aniden bir yıldırım çarpma etkisiyle açıldı
Eva uyandı. Sönmüş Cennet ki görüşme her ayrıntısıyla aklındaydı.
Sessizce mırıldandı;
“Üç ruh ufukta göründüğün de;
Kurtarıcılar yakında ki gelecekte.
Cennet fısıldadı fani ebedilere;
Tanrı bizimledir.
Tanrı iyileştiricidir.
Tanrının ışığı üzerimizdedir.
Kalpten kalbe, zihinden zihne bağlılar.
Bizi karanlıktan kurtaracak.”
Ardından bebek ağlayışları mağaranın içinde çınladı. Eva kalkarak bohçalara sarınık duran kardeşini kucağına alarak pışpışladı. Bebeğin başını koluna yatırdı. Kıvrık saçları minik boynuzlara dolanmıştı. Eva gülümseyerek sevimli boynuzlardan büyük bir sevgiyle öptü. Terk Topraklarda, Kıyamet Getirenden uzakta sürgündeydiler. Aris, Eva’nın zorluk günlerinde ilerlemeye devam etmesinin sebebiydi. Bebek sakinleştiğinde minik çenesi Eva’nın omzuna gelecek şekilde ablasının kolları arasında uyukluyordu.
Mavi gözlerini varla yok arası açtı sonra yeniden yumdu.
Eva kız kardeşinin kokusunu soludu. Üç yıl dolmadan annelerinin kokusunu unutmaya başlamışken, Aris kokusuyla Eva’nın hafızasını diri tutuyordu. Eva eliyle usul usul bebeğin sırtını sıvazladı. Küçük odanın içinde daireler çiziyordu. İçinden günleri saydı. Kıyamet başlayalı bin yüz gün olmuştu. Aaron ve Elizabeth önce sonra da Arthur ölmüştü. Aris’i korumak için canlarını hiçe saymışlardı. Abel en başta hayatını veren oydu. Ailesinin özgürlüğü için Kayin’nin kılıcıyla canının alınmasına izin vermişti. Katledilmişti. Kıyamet yoldaşlarını ve ailesinden parçaları bir kez daha ondan almıştı.
Logos, Mercury ve Beatrice hala yanındaydı.
Kimse ihtiyaç olmadıkça konuşmuyordu. Bebeğin sesleri dışında kulaklar başka bir şeye şahitlik etmemişti. Beatrice yas tutuyor. Logos geride kalanları bulmak için bir yol arıyordu. Mercury Eva gibi Aris’i koruyordu. Kıyamet Getiren yaşayanları sürgün ettiğinde ölümün ağzına atılan lokmalardan farkları kalmamıştı. Gelmiş, parçalamış ve ele geçirmişti. Aris’i kalbini çıkarıp boş kalan göğüs kafesinin içine alıp saklamak istedi. Bunu bir an düşündü. Ancak kalbini nereye saklayabilirdi ki? Meleği düşündü. Yüzü aklındaydı ve söyledikleri. ‘Kıyamet Getirenin oğlu ile kurban gidenin oğlu. Ve isyan edenin kızı.’ Kim oldukları az çok belliydi.
İmparatoriçe olacağını biliyordu. Zaman ve an belirsizdi. Ama biliyordu işte. Kurtuluş gününü bekleyecekti. Yedi erdemden en fazla sabra münhasırdı. Melek ile şeytan arasında ki farkı anlardı. O varlık Kıyamet Getirenin cennetten kopardığı meleklerdendi. Cennetten koparılmış bir melek. Derin bir nefes aldı. Kendini tahtın üzerinde başında taçla hayal edemiyordu. Ağabeyini düşündü. O tahtta en çok Ryan yakışırdı. Bir İmparator. Öldüğü gün Aris doğmuştu. Ve iktidar hakkı Eva Kut’a geçmişti. İmparatorluk yokken bu hak anlamsız olurdu. Ama vahyi işitmişti.
İmparatorluğun İkinci Güneşiydi.