Gülmeyi hatırlamak
Deniz kenarındaki bir bankta öylece oturmuş bir yandan ağlarken bir yandan da resim çiziyordum.
Kağıda düşen göz yaşları sinirlenmeme sebep olunca kağıdı buruşturup yere attım.
Artık tek yaptığım sessizce ağlamaktı.
Dışarıdan bakıldığında oldukça duygusuz, soğuk biri gibi gözüküyordum ancak öyle değildim.
Zaten kim dışarıya yansıttığı kişiydi ki?
Yedi yaşımıza girdiğimiz gün ikiz kardeşimi kaybetmiştim.
Üstelik bu tamamen benim suçumdu.
Babam ile hiçbir zaman tanışmamıştım çünkü ikizim ve ben bir kaza sonucu dünyaya gelmiştik.
Kardeşimi kaybettikten sonra annem benimle aynı evde yaşamak istemediği için başka bir evde bir sürü dadılarla büyümek zorunda kalmıştım.
Bütün bunlara rağmen hayatımın kontrolü tamamen annemdeydi.
O ne isterse onu yapmak zorundaydım çünkü o her zaman en iyisini bilirdi(!)
Benim dışarıya yansıttığım kişi gibiydi annem, soğuk, duygusuz ve korkulası kadın.
İkiz kardeşimi kaybettikten sonra sanki baştan beri o hiç yokmuş gibi davranıyordu ve bu sinirlerimi bozuyordu.
Onun mezarına gitmeme bile izin vermiyordu, bugün de izin vermediği gibi.
Oturduğum banktan kalkmadan önce yanımda duran çantamın üzerindeki origami kelebek dikkatimi çekti. Bunu benim koymadığıma emimdim ama yanıma birinin gelmediğine de neredeyse emindim.
Kağıdı elime aldım, belki içine yazılmış bir not olabilir düşüncesiyle şeklini bozmadan bakmaya çalıştım.
Ancak kağıtta herhangi bir yazı yoktu.
Kağıdı çantama atıp banktan kalktım.
"hadi Jaerin bir kere de itiraz etme ve kabul et, bak gerçekten çok eğleneceğiz."
Seoulhyun akşam onlarla bir bara gitmemi istiyordu ama ben annem yüzünden bu tür yerlere gidemezdim.
O bu tür bir yerde "kazayla" beni yaptığı için benim de aynı şekilde bir hata yapmamdan korkuyordu anlaşılan.
Ancak madem kendi hayatımın iplerini kendi ellerime almak istiyordum, bir yerden başlamalıydım ve belki de atmam gereken ilk adım bu akşam o bara gitmekti.
"iyi, peki madem geleceğim."
"süper! Dersten sonra bana gideriz ve hazırlanırız."
Onu kafamla onaylayıp, dersimizin olduğu amfiye doğru ilerledim, neredeyse geç kalmak üzereydik, profesör genelde geç kalanlara çok sinirlenirdi ve 500 kişinin içerisinde azarlanmak istemezdim.
Tanrıya şükür ki derse geç kalmadan yetişmiştik. Ama ben hiçbir şekilde derse odaklanamıyordum çünkü aklım annemden nasıl kurtulacağımdaydı, bu hiç de kolay olmayacaktı, kesinlikle biliyordum.
Benim yaşlarımda bir gencin kendi hayatını annesinden kurtarmaya çalışması oldukça trajikomik bir durumdu. Ama sonunda bunu fark edip buna bir dur diyebilecek olmak beni oldukça heyecanlandırıyordu.
Belki annemin de kendine göre haklı nedenleri vardı ancak ne olursa olsun bu benim hayatımdı ve yaşayacak olan bendim, dolayısıyla kararları verecek olan da bendim.
Ben boş boş duvara bakarak düşünürken Seoulhyun omzumu dürtüyordu.
"hey, hey! Jaerin-ah ders bitti, uyuyor musun?"
"hayır, hayır sadece dalmışım. Hadi çıkalım öyleyse."
Daha az önce kapıdan içeriye girdiğimize emindim, nasıl bu kadar çabuk bitmiş olabilirdi? Haftalardır dersler böyle geçiyordu ve ben buna asla bir anlam veremiyordum, zamanın çabuk geçmesi iyiydi ancak vizelerim yaklaşıyordu ve bu hafiften gerilmeme neden oluyordu.
Çok sorgulamadım ve eşyalarımı alıp Seoulhyun'un peşinden ilerlemeye başladım.
Yaklaşık 1 saattir Seoulhyun'un bana uygun elbiseyi seçmesini bekliyordum.
Artık hangisini isterse onu giyecektim ama o bir ikizler burcu olduğu için kendine bile hiçbir şey seçememişti, insanlar genelede iki seçenek arasında kalırlardı ama Seoulhyun bütün seçenekler arasında gidip geliyordu.
Bu artık sinirimi bozmaya başladığı için onu kendi kendine bırakmış yatağın üstünde oturup bekliyordum.
"bak bu kırmızı olan çok güzel olur sana."
"yok, yok yeşil olan hatlarını daha güzel gösterir sanki."
"Jae rin-ah siyah olana ne dersin?"
"tamam ver giyeyim de gidelim, lütfen."
Ben ona masumca bakıp ikna olmasını sağlamaya çalışırken, o beni umursamadı bile.
"Of ben ne giyeceğim Jaerin?"
"sana ne dersem diyeyim sen yine kendi bildiğini yapacaksın o yüzden Seoulhyun, ne istersen onu giy olur mu, beni de uğraştırma."
"bazen çok sinir bozucu oluyorsun Jaerin-ah biliyorsun değil mi?"
Başımı sallayıp sırıttım, onu sinir etmeye bayılıyordum. Ne var sanki o hep beni sinir ediyordu biraz da ben onu sinir etsem ne olurdu?
"kırmızı olan mı yoksa bu mu? Söylediğini giyeceğim gerçekten, "
derken ellerini teslim olmuş gibi iki yana açmıştı.
"krımızı olan daha çok yakışır sana,"
dedim ama ikisi de çok yakışacaktı büyük ihtimalle,Seoulhyun gerçekten çok güzeldi.
Ona giymesini söylediğim elbiseyi giyip makyajını da yapmıştı.
Ben makyaj yapmayı hiç sevmezdim, o yüzden siyah askılı elbisemin üstüne siyah deri ceketimi giyip evden çıktım.
Seoulhyun'un evinin önünde Seoulhyun'un sevgilisi Doyeong'u bekliyorduk. Bizi bara o götürecekti ve büyük ihtimalle o da bizimle gelecekti, bu iyidi çünkü Doyeong gelirse Seoulhyun bana sarmazdı ve ben tek başıma içkimi içer çıkardım.
Aksi takdirde pistte dans etmem falan gerekirdi ve ben bunu hiç istemiyordum.
Doyeong arabasını durdurmuş bizim arabaya binmemizi bekliyordu.
Arabaya doğru ilerledik. Seoulhyun öne ben de arkaya yerleştiğimizde Doyeong arabayı çalıştırdı.
Gittiğimiz bar neredeydi sahi, şehirden oldukça uzaklaşıyorduk.
Umarım beni götürdükleri yer giydiğim elbiseye değer bir yerdi.
Gerçi nereye gidersem gideyim oturup içki içecek başka bir şey yapmayacaktım.
Sonunda barın önüne gelmiştik.
Gayet güzel bir yer gibi görünüyordu,kalabalık olması bunu doğruluyordu sanırım.
Barın girişindeki sırayı görünce Seoulhyun ile aynı anda birbirimize baktık.
Eğer bu sıraya girersek yarın akşam içeri girebilirdik? Yani umarım girebilirdik.
Doyeong arabanın anahtarlarını valeye uzatıp yanımıza geldi.
"sakın bu sıraya gireceğimizi söyleme Doyeong yoksa şuaraya bir yere bayılırım."
"merak etme sevgilim, ben onu hallediyorum," dedi ve kapıdaki güvenliklere bir şeyler söyledi.
Biz Seoulhyunla hallet bakalım nasıl hallediyorsun bakışı atarken kapıdaki güvenlikler yana çekildi ve Doyeong gülerek bize eliyle 'gel' işareti yaptı.
Şaşkın şaşkın birbirimize bakarak içeri girdik.
"Doyeong-ah tebrikler ilk defa bir iş becerdin." diyerek sırtını pat patladım.
"benim sevgilim her şeyi yapar bir kere."
Onlar öpüşürken yüzümü buruşturup kafamı çevirdim. Şunu her yerde yapmasalar olmaz mıydı acaba?
En azından haber verselerdi.
Yüksek müzik sesi şimdiden başımı ağrıtmaya, gecenin sonunu nasıl geçireceğimi düşündürmeye başlatmıştı.
Seoulhyun ve Doyeong içeri girer girmez piste doğru ilerlemiş beni şimdiden salmışlardı, bu benim için oldukça iyiydi.
Boş bulduğum bir bar sandalyesine oturdum.
Barmene yalnızca "vodka" dedim.
Kafasını sallayıp vodka dolu bardağı bana doğru uzattı.
Tek dikişte bitirdiğim bardağı barmene uzattım, yeniden doldurmasını istediğimi anlamış olacak ki bardağımı tekrar vodka ile doldurdu.
Tekrar ve tekrar doldurttuğum bardaklar artık sarhoş olmama sebep oluyordu ama yine de içmek istiyordum.
Yeniden doldurttuğum içki bardağını elime alacağım sırada başka bir el bardağı aldı.
Yanıma dönüp içkimi içen adama sinirle baktım.
"ne yaptığını sanıyorsun?"
"sana fazla gelmişti, o yüzden ben içtim."
"bana fazla geldiğini nasıl anlayabildin acaba?"
"bu oldukça belli, yüzün kıpkırmızı olmuş."
Hızla ellerimi yanklarıma koyup yana döndüm. Yanaklarım kızarınca hiç hoş gözükmezdim.
"ne o utandın mı yoksa?"
"hah!? neden utanacakmışım? "
"sakin ol sadece şaka yapıyorum."
"öyleyse başkalarına şaka yap, bak ben gülmüyorum." derken ona yaklaşıp yüzümün ifadesizliğini net bir şekilde göstermeye çalıştım.
"ya ben seni güldürmek istiyorsam?"
"ya ben gülmek istemiyorsam?"
"herekes gülmeyi sever?"
"gülmeyi unutmuş olanlar da seviyor mu bari?"
aferin Jaerin tanımadığın insanlara kendin hakkında bilgiler vermekte bir numarasın cidden.
"gülmeyi unuttuğunu mu söylüyorsun?"
"neden tanımadığın birine bu kadar derin sorular soruyorsun ?"
sadece susmasımı, ve bu söylediğimi unutmasını istiyordum.
"soruma soruyla cevap verilmesinden hoşlanmam."
"bilmem, gülmek için bir sebebim kalmayınca bıraktım o yüzden unutmuş olabilirim."
çenem asla kapanmıyordu, kendime sinir olmamak elimde değildi.
"başka bir sebep bulmayı dene."
"o öyle kolay olmuyor işte, dışardan bakan bir göz olarak söylemesi kolay değil mi, hepiniz sinir bozucusunuz."
evet kızım, böyle yap ve gitsin.
"hayır kolay değil biliyorum ama en azından denemelisin."
"kaç kere denedim haberin var mı?
Kendi hatam yüzünden kaybettiğim şeylerin üzerine nasıl gülebilirim ki? Yapamıyorum işte, olmuyor."
AH TANRI AŞKINA BUNU TERAPİSTİME BİLE ANLATAMAMIŞTIM! sarhoş olmak bana yaramıyordu, asla ama asla yaramıyordu bundan bugün emin tamamen emin olmuştum.
"artık konuşmak istemiyorum. Rahat bırak beni."
"ben gitmek istemiyorum, başka bir şey konuşalım o halde."
Hala benimle konuşmak istemesine şaşırmıştım. Ama hoşuma da gitmişti, burada yalnız başıma oturup içki içmekten iyiydi.
Gözlerim çocuğun kollarındaki dövmelerde takılı kalmıştı çok güzellerdi.
Onun dövmelerini görene kadar dövme istediğimi bile bilmiyordum. Eğer bir dövmem olsaydı annem beni diri diri gömebilirdi.
Gözlerim hala onun dövmelerine takılı kalmışken "dövme istiyorum," dedim. Elimde olmadan, dudaklarımdan çıkan kelimelere ben bile şaşırmıştım.
Yeşil saçlı çocuk gülümsedi ve başını salladı.
"sana dövme yapabilirim."
Heyecanla, "ciddi misin?" dedim.
"ciddiyim, takip et beni."
Uzun bir koridordan geçip yukarıya çıkan merdivenlere ulaştık.
Merdivenlerin sonunda gözüken kapı şifreyle açılıyordu.
"buranın sahibi falan mısın?"
Güldü, "anlamamış mıydın?"
"nereden anlayabilirdim, alnında buranın sahibi benim mi yazıyor?"
"sırf ben izin vermediğim için içtiğin vodka bardaklarına para ödemedin?"
Utandığım için başımı biraz eğdim, sarhoş olduğum için unutmuş olamaz mıydım, neden her şeyi pat diye söylüyordu ki?
Kapının şifresini girip açılmasını sağlayınca "hadi, içeri gel" dedi.
Dediğini yapıp içeri girdim.
Odası tamamen siyahtı, siyah olmayan herhangi bir şey var mı diye bakmıştım ama yoktu.
Büyük çalışma masasının arkasındaki duvar camla kaplıydı, çok güzel bir manzarası vardı.
Masanın karşısında dövme malzemeleri ve bir muayene sedyesi vardı.
"ee nasıl bir dövme istiyorsun?"
Ah ben bunu hiç düşünmemiştim ki, ne diyecektim?
Bilmiyorum desem aptal olduğumu falan düşünürdü ama diyecek başka bir şeyim de yoktu.
"ben daha önce bunu hiç düşünmedim, açıkcası senin dövmelerini görene kadar dövme yaptırma gibi bir fikrim bile yoktu."
Sırıttı, sanki buna memnun olmuş gibiydi, anlamamıştım ama umursamadım.
"pekala, kendini bana bırak o halde."
Kafamı salladım ve sedyeye oturdum, dövmeyi nereye yapacağını bile bilmiyordum, her şeyi ona bırakmıştım resmen.
Köprücük kemiğime sürdüğü sıvı canım acımasın diye olmalıydı, ama zaten o kadar sarhoştum ki canım acımaz gibi hissediyordum.
O dövmeyi yaparken ben de onu izliyordum, kalıpla yapılmış gibi biçimli ve güzel bir yüzü vardı.
Uzun denilebilecek bir süre sonra
"bitti" dedi.
Ellerini iki omzuma yerleştirip beni ayağa kaldırdı. Duvarda asılı aynanın önünde ben önde, o arkamda kalacak şekilde konumlandık.
İki kelebek dövmesi tam köprücük kemiğimin üstünde duruyordu. O kadar güzellerdi ki.
Ben yaptığı dövmeye hayranlıkla bakarken o, kulağıma doğru eğilip fısıldadı:
"bir gün sen de onlar kadar özgür olacaksın, gülmeyi hatırlayacaksın kelebek."